uzun ağustos günü, çok sıcaktı ankara, lark aldım yan büfeden, ciğerlerim kapkara. uzun almışım meğer, kısa alacağıma; döndüm iade ettim, 'kısa ver' dedim bana. adam durdu şaşırdı, 'kısası yok ki bunun',
'git ulan ordan' dedim, 'bana kısa lark bulun'.
sözün özü ola ki, uludağ sözlük candır, olmassa kısa lark'ım, sergüzeşt eksik kaldın; zor bela olsa bile, ah sen bond'a mı kaldın? lâl olsaydı lan dilim, lark'sız ben öksüz kaldım. üzülme bu da geçer, toparlan be sergüzeşt, kısa lark hasretiyle, boynu bükük mü kaldın?
sen oldum sen olduğun ya da olmadığın her an ,
duydum sesini adını andığım her an ,
bir çocuk gülümsemesi dedim , geçer az sonra ağlarım dedim,
ellerimde şekerlerim çalındı, sustum ben ,
uyukladım , rüyalara daldım , gittin arkandan baktım,
ben ağladım , çocukcasına , annem susturdu beni,
birikti aylnızlığı , kızdım kendime ,
diyemedim sevenin var , gölgelik ellerde ,
diyemedim her şarkı sana yazıldı ,
duydum söyleyemedim , sevdim öylece...
Yoksun diye mi bu dar nefeslerim?
Yoksun diye mi bu boş heveslerim?
Yoksun diye mi bu perişan halim?
Yoksun diye, yoksun...
Yoksun diye suskun şu kuşlar
Yoksun diye bana bu suçlar bakışlar
Nereye gitsem yoksun
Ne yana baksam yoksun
Kıyamet şimdi kopsun
Yoksun işte, yoksun...
Delik deşik uykularım
Deli eden kabuslarım
Yatağımda dipsiz kuyularım
Yoksun diye, yoksun...
Bu karanlık,
Bu soğuk duvar,
Bu yarım şiir,
Şu yarım şarkı,
Yoksun diye işte, yoksun...
Bir ben duyuyorum hıçkırıklarımı
Çığlıklarım kendime çarpıyor yalnız
Kendim sarıyorum kendi kırıklarımı
Titriyor namlu,ellerim kararsız
Metrekaresine milyon hüzün düşüyor yokluğunun
Paramparça dağılıyorum her tarafa
Adı sensin şimdi bu solukluğumun
Pişmanlığım aşikar,gerek yok itirafa
Şimdi nerden başlamalı sensizliği yaşamaya
Neresinden tutmalı bu kanlı yalnızlığı
Hazır değilim henüz bu kasveti taşımaya
Kaldıramam bu koca evde insansızlığı
Dağlarıma kar düşer,saçlarıma ak
Bırakma beni böyle bi-çare
Dönde pişmanlığıma bir bak
Yada bana söyle bir çare
Bu terkediliş değil,kahreden bir vurgun
Nasıl dayanmalı söyle
Sensiz kalbim,ölü denizler gibi durgun
Bu ne buhrandır böyle
Kuşattı,deli bir soğuk,tenimi
Titriyor şimdi sesim
Kefenlesinler soluk bedenimi
Çıkmadan son nefesim
Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde
Tuhaf bir hüzün çevreliyor gözlerimi
Bir hıçkırık oluyor sanki her nefesim
Acıklı bir keman gibi,titriyor sesim
Sebebini bilmediğim bir ağlamak var içimde
Kayan yıldızlara ilişiyor gözlerim
Onlarla birlikte düşüyorum gökyüzünden
En büyük payı alıyorum,sonbahardaki hüzünden
Kederini bilmediğim bir ağlamak var içimde
Suya düşen silüetler gibi,karmaşık
Bir kör düğüm sanki ruhum
Bilmediğim bir denizde boğuluyorum
Cümlelere sığmaz,bir ağlamak var içimde
Kimi zaman kaldıramadığım bir taş
Göğsümün en yufka yerinde
Kimi yakınlarda,kimi zaman derinde
gece tenin kayboluşunda , düşüncelerin iklim pazarlığında kocaman bir şehir ,
her duygudan biraz eksik beden , biraz eksildi her olmayışımdan kocaman gözler,
bir sabah karşılanmaya hazır , yoklamaya gözleri , örtmeye geceleri,
ellerim nahoş , sevgi kucak, emek bir aşk , su akan bir zaman ,
sıradan birilerinin birilerine bakışı kadar güzel ya da çirkin,
sert ya da hafif bir beden , gecenin en koyusu abartı dolu sözlerim,
utangaç , sorumlu, suçlu, fail sıfatında bir insan ,
bir neden , bir yokluk , anlamamak , anlayamama...
siyah zımbırıklar bile uçarken ömrümün orta yerinde
hayat ne garip değil mi?
hayalperest tosbağalar seyir ederken ruhumun derinliklerine
yüzler ne kadar çakma değil mi?
sadece geceleri sol frame'e gelen şiirlerdir. 3'ten sonra vardiyeli olarak aramızdan birisi hüzünlenir. karalar bir şeyler, sabah çıkarken kartını basar ve çıkar.
Sana adanmış bir hayatın hiçliğini,boşa geçmişliğini
ve matemini ancak kara bir kalemle anlatabilirdim,
bu yüzden üzerine alın bu kara yazımın gerçekliğini....
Saçımdaki ak tellerin, yüzümde bıraktığın çizgilerin
ve sürekli yere bakan bir başı kavrayan titrek ellerimin dışında,
ruhumun ağır aksak sızılarıdır, vurgunundan geriye kalanlar.
Kırıldım diyemem sana çünkü sağlam değilim kırılacak kadar.
Belki şimdi sana dünyanın en ağır sözlerini söylemeliyim,
Belki okkalı bir tokat aşketmeliyim, aşkından öldüğüm yüzüne,
ve kolundan tutup fırlatmalıyım belkide şu kapıdan dışarı....
Hepsi boş,hepsi manasızca aklıma gelen,çok aşikar bir çaresizliğin teselli fikirleri....
Avaz avaz haykırdığım sevgimi duymayan kulakların, nasıl duyacak kötüleyen sözlerimi?
Beni yerle yeksan eden bir bedene, hangi cılız tokat anlatacak yıkkınlığımın şiddetini?
Ve hangi kolu tutup, hangi hayali atacağım,zaten çoktan çıkıp gittiğin kapıdan?
Hepsi boş, hepsi yalan...
Bıraktığın bu yıkık dökük boşluğu dolduracak bir cümlem yok henüz.,
Şimdi bir çift göz ve baktığı her yanda aynı hain yüz,
Şimdi yangına düşmüş bir ömür ve geriye kalan soğumamış yanıklarımla,
duvara saplı bakışlarımı bir an koparıp,kısık ve titrek sesimle ve sanki son nefesimle
duymasan da
son sözümü söylüyorum sana:
sevdim seni,
kumsala vuran dalgayı seninle izlemek,
yakamozda seninle erimek,
teninle bir olmak istedim,
ama gel gör ki,
uzakmışsın,
gülüşlerinde kaybolmuşum,
yanılmışım,
affet beni,
çok, hem de çok sevdim seni.
seni sevdiğim için,
özür dilerim.
kendimi bir şey sandığım için,
özür dilerim.
senin gülüşüne bayıldığım için,
özür dilerim.
iyimiş bu hep böyleymiş,
kalpler kırılır,
yine de severmiş.
artık sensiz cümleler kuracağım,
güneşin sarısı,
denizin dalgası,
yakamozun ışıltısı,
gözlerinin hayali,
sensizliğin öfkesi,
hayalkırıklığı,
yeter bana.
geçer,
ne de olsa yine geçer.
aşık olursun,
olur öyle.
kalbin kırılır,
olur öyle.
gözlerin dolar,
olur öyle.
sevmez seni nefret eder bir de,
olur öyle.
uzak sana anlasana salak,
olur öyle, hep olur öyle.
bilmiyorum,
belki de bana dokunan,
yedi kere yeniden başlamak.
korkuyorum,
olmuyor gizlensem...
dünyaya geliyorum yedinci gün.
belki de bunadır küskünlüğüm.
boğazımda yedi düğüm,
söyleyemiyorum.
tırnaklarını geçiriyorlar.
hiç mi tanımam sanıyorsun
o dağların ardından esen rüzgarı
darwin in evrim teorisinden de geçtim
adem in yediği yasak elmadan da
ne var yani olamaz mı?
zalimin kastı benim çulumda
içi rahatlar belki
köylerimizi obalarımızı yaksa
ki yapmadığı iş de değil.
ne var yani olamaz mı?
anlamını bilmediğim türküler dinliyorum
adını bilmediğim adamlardan
tınısı kulağıma hoş geliyor
ezgisi yüreğimde sis
gönlümden ateş çıkıyor.
ne var yani olamaz mı?
farkında olmam kesseler suyumu,
kurak toprakların çizgisi anlımda
susuzluğa dayanırım.
yemin ederim dayanırım.
ama sensizliğe...
aseton
bir hayatı taşıyoruz
valizlerimizde
işimiz bitince de
toparlanıp gidiyoruz...
bazen de yolculukta
taşıdığımız aseton patlıyor
her şey bembeyaz oluyor
ölüyoruz...