ağlıyorduk en insanca halimizle
sokaklarda
sevişemediğimiz tüm sokaklarda
ağlıyorduk dizlerimize.
Ay ışığından yoğrulmuş ekmeğimizi
Karıncalarla bölüşürdük yağmurun örtüsü altında
karınca dualarına ortak çıkardık hani
kuşatmıştı her yeri bir sevdanın yarım kalışı
hergün bir yolunu bulup hatrıma doğuyorsun
aklıma kıpkızıl güneşin dağa vuran yüzünü getiriyor
kızıl saçların ve sonbahar selamı ile savrulurken
güneşe dokunmak ellerimi yakmıyor bunca yıl
nasıl oluyorda ip ince bir yol , senin parmak uçlarına çıkıyor
ahşap kokulu mahalleler çoğalıyor önümde
bir an seni bana verir gibi oluyor yüce tanrı
sonra şapkasından bir şişe şarap ve bir şişeye sığmayan
deniz gibi iki yüzlü anılar hediye ediyor
dalgalı ve durgun anıların kıyameti bu
ellerine sağlık tanrım , beni nimetsiz ve kedersiz bırakma
şimdi yorgunum
ve birazdan gitmem gerek
şiirler söyleyemeyeceğim sana bugün
pencereni kapatmayı unutma
yağmur yağıyor
üşürsün...
beni bir yağmura koştular
sözlerimden arta kalan bir yoldu bu
suların serinliğinden
gözlerimin derinliğinden arta kalan bir yol...
kelimelerim vardı
sana bir akşam anlatacaktım
taa Kurtuba’dan
Mağrip’ten
kızılı hüzne bulanmış gamlı bir akşam
güneşe bir akşam
yolların sonuna bir akşam anlatacaktım
yalnızca yürünmek için gidilen yollar
yalnızca serinlemek için içilen su
ve yalnız kendi yalımıyla alevlenen ateş
ve ne varsa kendi uğultusuyla var olan
kendisi olan
kendisi yürüyen
kanayan gözlerimdeki rüzgarın korkusu
dinleyeceklerdi beni...
şimdi yorgunum
ve birazdan gitmem gerek
ne söylediğim şiirler kaldı hatırımda
ne yıllarca peşinden koştuğum kitaplar
ne kahramanlar
ne dostlar
ve ne düzenine başkaldırdığım görkemli erkler
ve ey kapımda sabrını taşlara vuran cinnet
ey kaldırımda attığım adım
ben şimdi yenilmiş bir soruysam
ben şimdi sorulmuş bir yenilgiysem
ben şimdi yağmurları mı çağırayım?
kızgın güneşler alacaktı beni
kuzgunlar başımda bekleyecekti
ben düşersem
kendim düşecektim
ben inersem kendim inecektim kalbime
ölürsem
kendim ölecektim
ne yağmurun kokusunu sorumlu tutabilirim bundan
ne tırmandığım merdiveni
hayır
en çok hayallerim ele verdi beni...
şimdi yenildim
kaybetmedim fakat
fakat hangi buz dağı alabilir alnımdan bu ateşi
hangi cevap
hangi soruyu örtebilir
ve hangi çocuğun çaldığı ıslık
gecenin sesini ürkütebilir
ve sonra
saçımın renklerinden akıp giden
hayatın
anlamını...
şimdi yorgunum
ve birazdan gitmem gerek
zaman
silinmiş bir yağmur gibi serpiliyor üzerime
bir toz bulutu gibi
gece karanlık ve derin
gözlerinden deniyorum sabaha varmayı
bulunmaz denizlerde bir sahil gözlerin
gözlerin dağlanmış yaralarda şiir
gecenin hangi ucu güneştir
gitmem gerek
hayatın anlamını
bir çocuğun ıslığından çalan hırsız kadar bile
cesur değilim üstelik
çünkü hiçbir güneşin
hiçbir gece için doğduğunu görmedim ben hiç
gece yansın
gece yansın
bu yağmur, bu deniz
bu onsuz olunmaz gökyüzü
ve gözlerin ışıldasın
gece yansın
gece yansın
gün uyansın...
götüremez beni hiçbir yol
kendi göğümden başka bir yere
gün düşer
gölgeler üşür
ve yüzün düşer serviliklere
eskir günlerin göğe vuran mavisi
gölgem, ufkumdan bağırır:
çelebi, unutma bizi!
ama ölü bir sesin adı değildir sessizlik
sazlıklardan çekilince gün ışığı kuytuluklara
bunu unutma
ve yağmur
hıncını güneşten alır kara bir bulutla
şimdi yorgunum, şimdi sessiz, şimdi içli
ve birazdan gitmem gerek
denizden yeni çıkmış rüzgarlar göndereceğim sana
dalgaların sırtından yeni gelmiş rüzgarlar
biliyorum birazdan gitmem gerek
gitmem gerek
döneceğim
ama bekle beni
kıpırtısız uykularımda bir düş ol
göveren gözlerimde bir beyaz gülüş ol
öylece orda hiç kıpırdama bekle beni
senin yağmurun olacağım
söylediğim şiirler mi diyorsun
kitaplar mı
kahramanlar
dostlar
başkaldırmalar mı
ya da gurur
bilmem
ben
şimdi gidiyorum işte
kimbilir
belki yağmur
belki yeniden
belki öbür gelişte...
yorgunum
ve şimdi gidiyorum
şiirler söyleyemeyeceğim sana bugün
pencereni kapatmayı unutma
yağmur yağıyor
üşürsün...
Sensin bana hayat veren sen,
Petöfinin şiirinde bulduğum sevgi sen
Altın saçlarınla güneş olup hayatıma doğan sen
Ebedi efendim, ebedi sahibim ebediyen sen
Dilimde sen aklımda sen kalbimde sen
Ah, benim olmalıydın kalbimin sahibi olmalıydın sen
Biçareyim, ruhuma altın zincirlerini takıp kıskıvrak bağladın
Perişanım kalbimi kavurdun canımı dağladın
Sen, yine sen hep sen
Bütün varlığımda sadece, koca bir sen
Gözlerinde kayboldum, varlığımı yitirdin
Tek bir ses gelir bütün kainattan tek bir görüntü: sen!
Gönlümde kırılmış öyle ayaklarım,
Yürümez olmuş iklim diyarlarında,
Sahi ne demişti şair gitme kal,
Kalamadım en sevdiğim akşamlarda,
Sürgün yedi yedi gönlüm,
Bitmişti suları çekilmişti gözleri,
Yorgun su akşamlarında.
Amansız bir yoldayım,
Her yerim kir pas içinde,
Çok uzaklardan bir yağmur beklerim,
Hayra mı şerre mi yağar bilemem,
Sarı papatyalara özlem duyarım,
Bahar günlerini beklerken,
Bir hazan yeli eser,
Daha açmayan goncayı,
Benden alır toprağa gömer.
Her akşam olunca bir yağmur,
Her yağmur sadece bir damla,
Bir damla bu,
Ya içersin ya bakarsın,
Susamış boğazımdan bırak geçsin,
Her akşam olduğu gibi.
zaman beni yitirmeye sürüklerken
tırnaklarımla içinde kalmaya direndiğim mekan,
ellerime yabancılaştırdı kendimi
ve içinde olmakla dışında olmanın hikmetini
olmadığımda anladım.
yöneldiğim her zevahir,
kendisini aşarak dönüştü
bana sahip bir özneye
ve üşüştü kaygıdan tecessüm eden kargalar
sahip olduğum tek şeyi:
hiçliğimi aldılar.
lütuf dolu olduğu söylenen kapali avuçlar
Açıldığında bana benden bir lanet zerk ettiler.
hala bu zehrin etkisinden mahmur iken,
panzehrin ben olduğunu
kendimi yitirdiğimde anladım.
Gelirken sen ben yoktum o yerde,
Ben gelirken sen yoktun bu sefer,
Hiçbiri değildi aslında,
Ne sen geldin ne de ben evdeyim,
Esmemişti kiraz rüzgarı,
Ne Mayıs ne nisanda olmadım,
Eylülde buldum seni,
Eylülde gideceğim.
Zaman, uçsuz bucaksız derinlikteki gözleriyle
Süzerken varoluşun demini,
Geriye kalan şeyin adıdır insan.
Ve insan,
Kaygıdan tezahür eden,
Yüksekçe karlı bir tepeden
Yuvarlanan kar topudur.
Umut! Kendi kendine konuşan,
Bir adamın belâgatıdır.
Sükut! Susmak değil,
Sağır etmektir tüm kulakları.
Kaygı! Düşünmekten daha varlıkçadır.
Ve...
Ve var olmak:
Öznesi varolan olmayan
Bir yüklemdir.