Seni seviyorum ama yarın iş var
Bakma öyle güzel gözlerini gözlerime dikip
Şimdi sana saatlerce bakamam
Yarın sabah Çinli iş adamlarıyla toplantım var
Onlara sempatik görünüp anlaşmayı sağlamalıyım
Biliyorsun saatlerce seni seyredebilirim
Ama sevgilim yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Ben de istiyorum sana sarılarak film izlemeyi
Ama romantik bir sahnede öpüşmemiz gerekebilir
Öpüşemem seninle yarın bir sürü hastam var
Onları muayene ederken dikkatli olmam lazım
Biliyorsun nefes almadan seninle öpüşebilirim
Ama hayatım yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Gamzelerini göstererek gülümseme bana
Sonra sabaha kadar seni güldürmeye devam etmem gerekir
Öyle tatlı gülme o yüzden yoksa mahalleli aç kalır
Sabah erkenden kalkıp fırını açamazsam
Biliyorsun pervasızca kahkahalar atabilirim seninle
Ama bitanem yarın iş var.
Seni seviyorum ama yarın iş var
Sürme o kırmızı ruju dudaklarına
Dudaklarım dudaklarına şehvetle yapışabilir
Sevişemem seninle yarın maçım var
Rakibin yumruklarına karşı güçlü ve dikkatli olmalıyım
Biliyorsun soluksuzca sevişirim seninle
Ama sevgilim her ne kadar seni sevsem de
Yarın iş var.
ağlıyorduk en insanca halimizle
sokaklarda
sevişemediğimiz tüm sokaklarda
ağlıyorduk dizlerimize.
ay ışığından yoğrulmuş ekmeğimizi
karıncalarla bölüşürdük yağmurun örtüsü altında
karınca dualarına ortak çıkardık hani
kuşatmıştı her yeri bir sevdanın yarım kalışı
hergün bir yolunu bulup hatrıma doğuyordun
aklıma kıpkızıl güneşin dağa vuran yüzünü getiriyor
kızıl saçların ve sonbahar selamı ile savrulurken
güneşe dokunmak ellerimi yakmıyor bunca yıl
nasıl oluyorda ip ince bir yol , senin parmak uçlarına çıkıyor
ahşap kokulu mahalleler çoğalıyor önümde
bir an seni bana verir gibi oluyor yüce tanrı
sonra şapkasından bir şişe şarap ve bir şişeye sığmayan
deniz gibi iki yüzlü anılar hediye ediyor
dalgalı ve durgun anıların kıyameti bu
ellerine sağlık tanrım , beni nimetsiz ve kedersiz bırakma
ayın ötesi gibi karanlık hüznüm
ey karamsarlık! sana yıkım olsun
benim, alıp başımı sana gitmem gerek
bir yerlerde bir daha denk gelişimiz yazılmış olmalı .
bir beşikte üç gün uyumuş gibiyim
ceketimi giydirmeyen ağrılarım var
söndürdüğüm yerden çıkıyor yine ateşim
ateşim sana çıkıyor , sen nerede söndün ?
kalabalığın arasında kayboldun
kalabalıklar arasında duramayışım ondan
mavi bir defterin vardı elinde
göğün mavisi gibi değil
senin, durgunluğunun mavisi
güneşin sağanak ışıkları yolcu ediyordu arkandan
neye benziyordun o an ?
güneşli kalabalıklar, karanfil acısıdır artık.
karanfilim senin avuçlarında ,sen nerenin bahçesisin ?
Papatyalarımı bıraktım ardımda,
Hayallerimi,umutlarımı,
Bir çocuğun gülümsemesine sakladığım mutluluklarımı...
Şimdi elimdeki sonbahar yağmurları kışın ortasına geciken,
Yağmurun tik tak sesleri,
Aklıma düşen.
Bu tabloda ben neredeyim peki,
Kayıp bir yolcuyu oynar gibi saklanıyorum ağaçlarımın arkasına,
Bulunmayı bekliyorum imkansızlığını bilerek,
Kendi içimde kırk parçayım,
Kendi içimde kırk ruhsuz hayalet,
Kendi içimde kendimle savaşan yorgun bir savaşçı,
Kendi içimde binbir farklı meczup,
Herkesin içindeki hiçkimse.
Bitecek bir gün lakin,
Her şeyin bittiği gibi...
Umutlarımı taşıyacağım gökyüzüne.
Not:Aklıma ne geliyorsa salladım,kusurumuz var ise affola.
ben tepeden tırnağa sen kesiliyorum,
ay ışığının, denizle vals yaptığı narin gecelerde.
ellerimi giy ellerine, üşümesinler
beni de savur hadi ,saçlarınla aynı yere.
inanıyorum ,
yeniden bir doğuşa
ellerimiz, tertemiz günlere uzanacak beklersen,
yağmurların ardındaki yıldızı.
ve sonra bir şiirin yaratıldığına,
sözcüklerin kaburgalarından şiirler yaratıldığına
inanıyorum!
kendimi avutmaktan korkuyorum,
sur diplerinde sabahlamaktan
kar çiçeklerinin kokusunu duyamamaktan
korkuyorum ve daha adı konulmayan zamanlardan
usanıyorum
dağınık kalıyor usantılarım ,ortaca yerde
ama inanıyorum umudun bizi büyüttüğüne
dağınık bir şekilde inanıyorum aşka da yenilgiye de
benim kırılgan kuşlarım,güvercinlerim
güvercinlerime sızlıyor şimdi her yerim
arıyor gözlerim ,senin ve kuşların uçumlarını
mavinin yere değdiği ufuklarda aranıyorum
maviye bir gemi çizmiştir tanrı
anımsıyorum!
dumanlı bir geminin neşesini
Yağmur yağar içime,
Uykusuz gözlerim dalar uzaklara,
Kara bir tutkudur benimkisi,
Yalnız kimsesiz diyarlarda.
Gizlerim kendimi gecelere,
Ruhum üşür o derin sokaklarda,
Gözyaşlarım ısıtır yanaklarımı,
Bu sağanak çaresiz yağışlarda.
Ne bekliyosunki? hayat savuruyor,
Onca çıkmazlara itiyor,
Yine geldik bir çıkmaz sokağa,
Kelimeler dahi son buluyor.
Kalbime vurmuşum bir zincir,
Sürürklüyorum peşimden,
Ümitsizliklerin dibinde,
Öylesine kaybolurken,
Bir söz bir tebessüm beklerken,
Yine sessizliğe yalnızlığa,
Bürünüp yatıyor ruhum,
Bu son bu son diyerekten.
uçup gittin ellerimden,
kanatlarını çırpa çırpa
tüylerini döke döke...
gökyüzü sonsuz değildir unutma,
hiç işitmedin bunu sen;
omzunu pisletip şans götürdüklerinden.
şimdi toplumcu bir şiir gibisin,
herkes gibi tıpkı, herkes gibi aynı,
herkesinsin...
görmediğin şey var değildir asla,
gökten yeri görmeseydi atan;
dünya hala tepsi üzerinde duracaktı.
ve aynaya bakmasaydı insan;
kendisini de yok sayacaktı.
şimdi yoksun,
uçup gittin ellerimden.
kanatlarını çırpa çırpa
yapraklarını döke döke...
şimdi toplumcu bir şiir gibisin,
herkes gibi tıpkı, herkes gibi aynı,
herkesinsin
neredeyse ölüyordum
bir bahçe duvarının dibinde
kendi başıma üstelik
ölümün yalnızlığını
ve tecrit edilmişlik hissini
derunumda duyarken
aklıma belirsiz gelişin de tuhaf
ki ben yalnız ölmeyi severim
neredeyse ölüyordum
çünkü sevmedim özgürlüğü
zor tercihlerle kalmamak için
esaretimi tattım
bir bahçe duvarının dibinde
taş gibi soğuk bir kalbim oluyordu az kalsın
bahçe duvarının dibindeki taşa direnen
vücudumun sıcaklığı içinde
fırından yeni çıkmış bir ekmek buğusu gibi
yeniden döndüm kahve altı sofrasına
umutlarım ölmemişti henüz
neredeyse ölüyordum
ve gerçekten ölsem de yoktun
ölmesem de yoksun
ki yokluktan acımıyorum artık
neredeyse ölecekken gördüm
bir anlıkmış her şey
her şey gibi şeylerden bir şeymişsin
sen şeylerden uzak
ve aslında en yakındın
sarsıcı hakikatin ışığıyla yıkandım
bir ırmak kenarı oldu duvar dibi
neredeyse ölüyordum
paklandım
sensiz
bir parça eksik
eskiden daha bütün
vuku bulan saatlerde
intikal eden bir hissin içinde
varken bu kadar
karmakarışık bir korkak kahramanının
çizgilerinde başrolde bulunan
ve ölümle anılan sen
ben ise neredeyse ölüyordum.
matruşka, bebeğimi gövdende sakla
hem anne ol ona ,hem baba
haklısın matruşka , bombaların sesi aklımı bozuyor
aklımı dümdüz ediyor kırmızı ateşin güvercinleri
çocuklarımız matruşka, görmesin toprağı dövenleri
çığlıkların gölgesinde büyümesin düşleri
gök kubbenin altında dağılmış misketlerimiz
dağılmış düşlerimiz ve ellerimiz ceplerimizde
ay aydınlık matruşka, gözlerimiz körlükten yılmış
bizi kimseler görmedi su kenarlarında
taşlara göl öptürürken kimseler duymadı
yığın yığın ,çığıl çığıl ölürken , matruşka;
çocuklarımızı sakla!
iç içe geçmiş ağaçlar gibi sar çocuklarımızı
bakınca sana, ne kadar anaç varlık varsa aklıma geliyor
ölenler kızıl tabutlarda ,ölenler isimsiz mezarlarda
anneler matruşka, yürekleri eziliyor topuzlarla
gözlerimizden kaçan bir sis kaplıyor her yeri
bütün sözlerin boğazlarda parçalandığı günden beri
çocukları sana emanet edesim var matruşka.
doğru dediler
senle benim aramdaki mesafeye doğru dediler
bi noktayım şimdi ben.
bitince hikayen
doğru dediler senle benim aramdaki mesafeye doğru dediler
şimdi ben satır aralarındayım
kanıyor her yanım
sorsaydı bana tanrı
bütün çiçekleri adınla anardım
alınmasın yaseminler,menekşeler ,orkideler
bütün çiçeklerin kaderinde sen olmak olurdu
sorsaydı bana tanrı , söylerdim utanmadan..
bir gece , çakıl taşlı yolun sonunda;
bir zeytin ağacı vardır ki bize şahit misin desem dallarını eğer
buluşalım son bir kez ,son bir kez kokuna doyayım.
şehirden usanmış gözlerinin nezaretinde
son kez bir bakardık şu dünyaya nasılmış;
nasılmış kuşların uçumu
betonsuz toprakların üstünde.
kalktı kız yatağından
sigaraya doğruldu
üşüdü ayakları
hava biraz soğuktu
oda hala karanlık
morali de bozuktu
yaktı sigarasını
gözünü ovuşturdu
saydı tüm parasını
yüzünü buruşturdu
çıkardı eşofmanı
terliği takıştırdı
kalktı sonra ayağa
banyoya ilerledi
hafif hafif titredi
yıkarken ellerini
ters mi düz mü bakmadan
giydi kıyafetlerini
biraz küfür savurdu
kimseyi incitmeden
çıktı yine kapıdan
hiçbir yere gitmeden
...
duydum yine sesini
gözlerini sürüyordun geceye
bin su dökünüp yokluğundan arındım
bir çatlaktan sızdı ağzıma o hece
sen, mavisini doğuran kadın;
kirpiklerin battı yüreğimdeki güvercine.
Benden bana kalan
Sıfırdan biraz eksik bir yarım hikaye,
Bir sisin kalıcılığı kadar sahici,
Ölüm kadar eksiksiz
Rüzgarın penceredeki uğultusu,
Bir kuşun yüreğindeki apansız çırpınış özgürlüğüne uçarkenki,
Boşluktaki bir gölge,
Bulamadığım güz yağmurlarında.