yaşlı bir ağacın
bakir gölgesinde,
kuşların mırıldandığı
töre kurbanı sevdaların,
günah kokan havasını soluyorum.
gözlerimdeki bilinmez ufukların
umut dolu hüznünü,
acı dolu sevincini,
bir annenin saygı duyulmamış
yaralı yüreğine emanet ediyorum.
ve ben utangaç çocukluğumun
günahını omuzlamış,
dört nala koşan bir atın,
yelesine tutunuyorum.
belki gidesi var çocukluğumun,
ayakkabısı yırtık çocuklara
saçları örülü
kömür karası gözlü kızların,
aşık olduğu diyarlara.
kıyıya vurmuş günahların
cenneti umursamayan
sevinç çığlıklarına
şahit oluyorum.
günahkar döşeklerin
cehenneme yelken açmış
acı acı gülümseyen
kokusunu hissediyorum.
sofrada yer ayrılmayan
babasız kız çocuklarının
anne şefkatiyle dolu kucağında
büyüyen bebeklere gülümsüyorum.
şehvet dolu bedenlerin ürünü
sokak çocuklarına
uzatıyorum ellerimi,
annesiz çocukların olmadığı
memleketin müjdesini
vermek için.
ümit her zaman vardı.
ümit olmasaydı
kan damarlardan çekilmek için
bahane aramazdı.
Bu aralar yarenlik ediyor bana yalnızlık.
Herkes işe, ben evde pür neşe
Ara sıra gidiyorum çişe
Şaştım kaldım bu işe,
Ne diyelim, darısı dosta eşe.
(Benden iyi Garip şiir akımı temsilcisi olur herhalde. Kafiye yok, ölçü yok, ahenk yok, yok oğlu yok.)
kaybolup giden yolda bulunabilen en meşakkatli ve tırtıklı bir araçsa bizi ancak
çıkarabilen
zamanın da kendine göre bir takım kuralları vardır,
günler ve haftasonları ve haftalar gibi...
bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle giderken,
geride kalmışlığına yetişmek için mi daha fazlası gerekir.
yanlış yolda ilerlemek bazen doğru yolda beklemekten daha iyi değildir.
yetişemeyeceğini düşündüğün bir manzaranın eşiğinde geçen zaman;
başka yollar sunar
ve bazen aldatmacadır
sislerle kaplı karanlık sokaklar,
ıssız denizde yol almak, bir gemi gibi
ne gittiğin yol belli, ne denizin dibi
ne kadar uğraşsan da bu denizde
en sonunda olacaksın, ne yazık ki ölümün talibi!
insan yalnız doğmuş, yaratılış bundan
hiç korkmayarak yaşayacaksın sonundan
yalnızlıkla geçse de bu ömrün onlardan
yinede herkes gibi gideceksin bu dünyadan!.
benim yazdığım bir şiir olup her türlü eksilemeye açığım dostlar. biraz karamsar bir şiir olmuş olabilir idare ediverin.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını bastın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
Issız gecenin ortasında korkuluk;
Sinesinde şahıslar..
O günden beri kaybolmuştum meçhulde;
Kuş olup uçtum..
Vakit gecenin üçünde..
ister Yad etmek eskileri;
Korkuluğun bağrında esmer bir çocuk..
Cam parçasıyla yamuk yumuk;
Mehtabın üzerinde bir sevgili..
saçları savruk savruk..
Kuş olup uçtum oraya..
Korkuluğun bağrında esmer çocuk;
Yar uzak bir memleketti gönlünde..
Bitmedi hasret;
gecenin üçünde!
Kalpsiz değilim ben..
Ama kırıldı kalbim, dagıldı parcalarını bulamıyorum..
Bulduğum parçlar tutmuyor, kalp atıyor ama yaşatmıyor.
Unutayım diyorum ama olmuyor, hayat bırakmıyor..
En mutlu anlarıma hatıranı bırakıp kanatıyor kalbi..
Tam en dipteyim derken, bi kat daha aşağıda buluyorum kendimi...
Daha ne kadar batarım bilmiyorum ama...
artık yıldızları göremiyorum.
Burası cok karanlık, korkuyorum.
Lütfen tut ellerimi, kurtar beni...
Şiir herkesin yazabileceğini sandığı edebiyatın bir dalıdır. Ama her ne kadar 'ne diyo lan bu' desenizde adam akıllı yazanı yoktur. Kimi tuzunu fazla atar kimi kremasını tutturamaz. Ya aşırı melankolik yada herkese çiçek böcek dağıtan bir hava. Milyonlarca edebiyat dergisinin ve gazetelerin sırf sayfa boş kalmasın diye ayırdığı köşelerde hiç harcanmazsınız ama. Boş şanslar size üstatlar.
hey, atlara fısıldayan adam!
sen! musikiye fasıldayan madam...
aldınız bir mazlumun ahını,
bulamadınız yol güzergahını.
ne ağır işleyiştir ki; bulunmaz fıtrat,
güzergah çoktandır belli; sırat!
kır atın da sıpanın da yeri belli ahır,
bu manzaranın bedeli ödendi önceden çekildi; kahır...
Açıp ölmeye yüz tutmuş gariban hücrelerin
Binlerce yıl okunmamış sarhoş defterlerini
Anlatırlar bir bir..
Bu kederli düşler cennetinin sularda boğulup
Azgın hayvanlar gibi boğuşup duruluşunu.
Güneş yanığı duvarlara yaslanan gölgelerde uyuyamadıktan sonra
Ahı kalsın ağulu aşların başarısız ölümlerinin
Bu ölümler her gecenin sisinde emzirir yavrusunu
Bu yavrular durgunlaşır yapraklar her döküldüğünde.
Her dökülenin yağmurunda dinlenir
Dinlenir aşkı sabahın ikindilere
Bu uçsuz bucaksız bozkırıklıkla
Sağlam düşeriz düştüğümüzde
Kalktığımızda ise mutlaka iz kalır...