Nefretle yapılan bir yemek gibiydi sevgin.
Daha ilk lokmamda boğazımda kaldı.
Soğanın o acı kokusu gözlerimi yaşartıp çoktan yaktı canımı.
O fazla gelen tuz acıma acılar kattı.
Nefretle yapılan bir yemek gibi lezzetsizdi yaşamın.
Sönük kaldın, ömrünü ise çoktan yakıverdi ateşin.
Mecbur olarak farkında olmadan attın her lokmayı midende ki açlığı dindirmek için.
Sonra bir susuzluk, bir mutsuzluk...
Ne su veren oldu.
Ne mutluluk getiren.
Midende vakit ilerledikçe daha derine saplanan ağrılar.
Ama sen ilk başta anlamadın, heba ettin çoktan kendini.
işte yaşamın o yemek içindeki kararmış soğana döndü.
Ellerimle sular uzattım içmedin.Pınarlar getirdim kabul etmedin.
Mutluluk getirdim elinin tersiyle ittin.
En sonunda gözlerim dayanamayıp gözyaşımı yağmur etti karla karışık.
Gözyaşlarım bu seferde senin pişmanlığının ateşini söndüremedi.
iş işten geçti.
Ne kaldıysa doldurdum ceplerime
Misketlerimi , futbolcu kartlarımı
umutlarımı kuyruk Yaptım bir uçurtmaya
yırtık pırtık güzel durdular.
Yine de baharı bekliyorum.
Ekşi Erik yedim .
Gözüm ondan sulandı demek için.
Bir Saka cıvıltısına
Binlerce hayali yüklemeyi...
yokluğunun pençesiyle viran olmuş yüreğimde
öyle bir an var ki deliler gibi hasret
fetheyledim ebedi varlığını suretimde
meçhul ömrümün orta yerinde vuslata hasret
perçemindeki yıldızlar gibi sana dokunduğumda
sükun ettim meşk eyledim yokluğunun manasında
beklerdi sevdiceğim her daim kınında
çekti savurdu kan eyledi bedbaht eyledi...
boş bir sayfaya yazılan ilk kelime,
en taze hali bir şiirin,
ne söylesen yetmeyecek anlatmaya,
güzelliğini doldurup bir şişeye,
içip içip sarhoş olmak vaktidir şimdi.
Robotlaştıran sisteme kızıp,
Herşeyden kaçabilmek.
Sonra herkesten kaçıp,
Yalnız yaşayabilmek.
Geceler boyu yazıp,
Kendimle yarışabilmek.
En sonunda mezarımı kazıp,
Faniliği aşabilmek...
isterdim...
bugün bir kış taşıyorum yüreğimde,
bulutlar akın akın yürüyor üstüme doğru
yazıların içinde hapsetmişim özgürlüğü
güneşle saklambaç oynuyor umutlarım,
ve ben bir nisan akşamında gibi ölüyorum bugün
hayır! bugün günlerden kış,içim titriyor bayım,
kuşlar ötüyor gözlerimdebir balık oltaya takılmaktan korkmuş
bilmediği yerlere yüzüyor görüyorum
yorulmuş solungaçları, dokunsan ölecek.
bugün günlerden koşmak, en uzaklara, aklımızdaki ufuklara yorulmadan,
durmadan kafamızın içinde gezen ayak sesleri gibi,
sahi! aklımda bin bir ağıt hiç biri nedenini bilmiyor birbirinin.
üflesen uçacak gibi bütün kırıklıklarım ağlasam karışacak akdeniz'e,
ya da istanbul'da boğaza karşı dökülecek gözyaşlarım,
ruhuma üfle edebi satırları bayım,
şiir olacağım çağlayacağım bir boşlukta.
sanki o boşluk aşıklara aşina bayım,
yıldızları sökülmüş bir gökyüzü gibi karanlık boşluklar.
bugün günlerden hiç bir şey hissetmemek, biliyorum,
ağaç dallarında çocukluğumun kahkahaları
yıllanmış şarap tabir-i caizse unutulmuş mısralarım.
bir evin tavanında saklanmış gibi aşk bayım,
şiir şiir dökülürsem dudaklarından çıkacak ortaya.
elinden şekeri alınmış masum bir bebek düşün bayım,
bir daha asla şeker tadıyla bakmayacak gözleri hayata.
kadın
tarif edilir mi,
istanbul;
mutluluğun resmi
kadar
kadın.
istanbul
halicin kıvrımları,
bin bir tepe.
derelerinde neşe,
tevatür nedim bestekarım
damlarında şehrin.
huzur koyu
kalamış,
kalamışta deniz,
denizde iskele
hicazkar kokuyor
bu gece.
mehtap kıskanç
sütlüce de mermer heykele ,
ah bu gece
aşk.
nişantaşı
tozkoparan
bir levent gibi
istanbul.
istanbul
artık yorgun.
şairlerin yok artık
istanbul.
şairsiz,
yani
mısrasız
arnavut kaldırımların.
şimdi hayallerimde
bir laternasın,
notaları firari.
bayım.
25 Ocak 2014, 20:04
bugün bir kış taşıyorum yüreğimde,
bulutlar akın akın yürüyor üstüme doğru
yazıların içinde hapsetmişim özgürlüğü
güneşle saklambaç oynuyor umutlarım,
ve ben bir nisan akşamında gibi ölüyorum bugün
hayır! bugün günlerden kış,içim titriyor bayım,
kuşlar ötüyor gözlerimdebir balık oltaya takılmaktan korkmuş
bilmediği yerlere yüzüyor görüyorum
yorulmuş solungaçları, dokunsan ölecek.
bugün günlerden koşmak, en uzaklara, aklımızdaki ufuklara yorulmadan,
durmadan kafamızın içinde gezen ayak sesleri gibi,
sahi! aklımda bin bir ağıt hiç biri nedenini bilmiyor birbirinin.
üflesen uçacak gibi bütün kırıklıklarım ağlasam karışacak akdeniz'e,
ya da istanbul'da boğaza karşı dökülecek gözyaşlarım,
ruhuma üfle edebi satırları bayım,
şiir olacağım çağlayacağım bir boşlukta.
sanki o boşluk aşıklara aşina bayım,
yıldızları sökülmüş bir gökyüzü gibi karanlık boşluklar.
bugün günlerden hiç bir şey hissetmemek, biliyorum,
ağaç dallarında çocukluğumun kahkahaları
yıllanmış şarap tabir-i caizse unutulmuş mısralarım.
bir evin tavanında saklanmış gibi aşk bayım,
şiir şiir dökülürsem dudaklarından çıkacak ortaya.
elinden şekeri alınmış masum bir bebek düşün bayım,
bir daha asla şeker tadıyla bakmayacak gözleri hayata.
Ben her gece kendi içimde kaybolurum.
Bir sokakta, bir kahvede, bir kırda değil
Bir genç kızın taze dudaklarında değil
Gökyüzünde değil, fabrikalarda değil.
Dalıp giderim
Şu istanbul sokaklarında yürürken
Kendimi boğarım, kendim olurum
Tekrar tekrar doğar, tekrar tekrar ölürüm.
Sonra,
Bazen aşık olurum
Severim, sevilirim
Bazen birine ait olurum, kendimi kaybederim.
Yalnız kalırım.
Kötü yola düşerim, tekrar yürürüm.
Bir istasyona giderim
Sadece giderim.
Gidenleri izlerim
Belki bir gün bu hüzünlü gidişleri durdururum diye düşünürüm
Sevinirim.
Gelenlere lafım yok, onlar zaten benimdir.
Geleni göndermek kolay da, gideni durdurmak çok çetin
Ben bazen bir tren olurum.
Gidenlerle giderim, her zaman giderim
Yıldızlara kadar giderim, göklere kadar
Sevgiliye kadar giderim.
Kendimde giderim ama yine kendime kalırım.
Ama hep kaybolurum kendi küçük dünyamda.