Hüznüm sarmış yüreğimi, sessiz çaresizim boğazım düğüm düğüm, sözlerim suskun içim buruk, yok olsam sorulmaz varmıyım yokmuyum, Derdimi söylesem kimse anlamaz, ağlasam hıçkırıklarım durmaz, gömüyorum her bir şeyi yüreğime, içimde büyüyen bir işkence, alıştım içimdeki bu yaraya, hafiflediğini hissetsem yine tuz basarım oraya, varlığımı hissettiren o acı, şu acizliğimin tek sırdaşı, hatta kanıtı.
sevdim mi gene çok seveceğim
ben kendimi tanıyorum hem
herkesten, herşeyden çok
sevdim mi gene gök çökecek
denizler yarılacak,
marmara ereğlisinde batacağım
malum
kalkıp yollara düşeceğim,
seni uykundan uyandıracağım
gözlerinin, yeşil bakacağı
elinin, ayağının titreyeceği
benim seni oturup da bekleyeceğim
malum
sonra biraz adımlayacağımız
karşıdan karşıya geçerken ışıktan
göz göze geleceğimiz malum
bir sigara yakacağım, hızımı almışken
yenisini ateşe vereceğim
malum
sonra daha çok adımlayacağımız
daha çok sigara içeceğim
senin ağzımı avuçlayacağın
benim beline dolanacağım
yorgun, ter içinde kalacağımız
malum
senin çay içeceğin ve benim kahve
sonra üstüne mısır yiyeceğimiz
derenin kenarında laflarımızı
uzatarak ve adımlarımızı kısaltarak
aheste aheste yürüyeceğimiz
malum
sonra uykusuz kalmışlığım
senin şaşkın heyecanın
gözlerinin giderek yeşerecekleri
saçlarının gene saç kokacakları
sol elimin isyan başlatacağı
malum
seni öpecek, koklayacağım
saçlarından bir avuç alacağım
yanaklarında ellerimi dolayacağım
aklımı çıkarıp da vestiyere asacağım
senin o kokuna kapılacağım
malum
sonra felsefe konuşacağımız
bir film takacağımız
geceyi uzatacağımız
dudaklarımıza bakacağımız
kontrolden çıkacağımız
malum
sonra uykumuzun geleceği
nefeslerimizin gecemizi deleceği
dudaklarımı avuçlayacağın
ama dudaklarımın avucunu yeneceği
boynunun gene değere bineceği
malum
nerede olduğumuz,
nasıl geldiğimiz,
ne kadar yorduğumuz,
epeyce geç kaldığımız,
sıcak ekmek sever gibi,
büyük büyük sevdiğimiz,
malum
sonra sen susacaksın
ben haykıracağım
sen, kendinden korkacaksın
ben hayran kalacağım
gözlerin, aklımda kalacaklar
malum
sorular cevapsız kalacak
gece, gene beynimize vuracak
şarkılar belki bahanemiz olacak
duramayacağız, konuşacağız
nereye, nereye varacağız
malum
Saksım gümüş.
Sen güneşi gülersin.
yabancılar soğuk olur derler heyhat.
oysa kırmızıydı adımların.
daldaki erik sence yeşil,
Bence çocukluğum.
Ölümsüze sen tanrı dersin,
Ben umut.
çocukluğumu avuttuk, günlerden pazardı.
büyüyemedim sen gidince.
ne köküm kaldı beni aşka bağlayan
ne umudum kaldı güneşi görmeye.
ulu bir ağaç olmak için
çıktığım yolda
yol kenarında kütük oldum...
içini kurtların kemirdiği.
ayrılık sonu yazdığım şiirdir.malum beyfendimiz yağmurlu havaları hiç sevmezdi.ayda bir kaç kez görüşürdük o da yağmurlu havalara denk gelirdi şans mı desem.bir gün yolda yürüyorum aklım geçmişe gidiyor.bir kaç ay önce onunla buluşmak için biraz hızlı biraz da heyecanlı adımlarla yürüyen insan da benim şimdi yüreği kırık yorgun insanda.sonrası malum istemsiz dökülüyor mısralar ağzımdan.malum beyfendimiz de uğruna şiir yazılmış bir insan oluyor.peki değer mi? asla.
hiç sevmezdin yağmurlu havaları
bilirdin sanki yağmurda ayrılığın tadı vardı.
seni beklemek;
yağmuru beklemek gibi
ıslak soğuk ve nemli.
ne sen döndün geri
ne de yağmur dindi.
bir dönseydin
ah bir dönseydin
artık sevmeyecektim seni.
YOKLUĞUN
Yıllanmış hasretin yüreğimi demliyor,
Anıların bir kez daha beni, sensiz bırakıyor.
Hüznün bir boşluk gibi içme oturuyor,
Çaresizlik beni mahvediyor.
Geceler artık bana kısa geliyor,
Ömrümün en az yarısı seni düşlemekle geçiyor.
Bir bilsen yüreğimde ne fırtınalar kopuyor,
Bu satırlar senden gizli gizli yüreğimde oluşuyor.
insan en çok denizi sevmeli.
deniz maviliktir, deniz özgürlük.
insan ölecekse,
bir yaz akşamı, denize karşı,
bir elinde rakı, bir elinde cıgara varken ölmeli. *
eski bir şiirim. dar br vaktin düş sancılarına gebedir...
Rotaları adımlarına çevrilmiş
tüm uzuvlarımın
Tam yol hüzünistler yarımlarına
yarım bıraktıklarına
Olmayışın fikri
var ya hani
Nerede soluk arasam
aşk pahası
Ve yürek darlığından muzdarip
gidişine eylem yapan gözlerim
gardımı indirdim,
indirilmeyecek yerde
mavi köşe benim,
kırmızı köşe senin
bir köşesinde
yatak olabilen
bir kanepenin
çenem dağıldı önce
sonra gözlerim
sonra odanın her yerinde
dağılmıştı gözlerin
ağzımda bir kan yumağı,
havlumun rengi solmuş
eldivenlerim yıpranmış
duvarları yumruklamaktan
aylarca yıpranmış hem
yıllarca yıpranmış
mideme bir aparkat
bir oda yeşil manzarası
bir evde
ev de en üst kat
kaşım her açıldığında
dilimde hep aynı
aynı nakarat
melodik bir kahrolsun
diyorum kendime
aynaya bakıyorum
gördüğüm, bildiğim
o yekpare, kepaze
o iki ayaklı derdime
bir yağmur başlıyor sonra
en bilinmedik coğrafyasında
en gizli kalmış tarihinde
dönüşüyor sonra sağanaklara
kaçak dövüşürdüm ben
gardımı indirmezdim
yaman çıktın sen
ben bile böylesine
kaçak dövüşerek
elimdeki tüm kroşeleri
ardı arkasına
bindirmezdim
bir yağmur, sağanağa dönüyor
en bilinmedik coğrafyasında
en gizli kalmış tarihinde
ben, sağanaklarda ıslanmazdım
ahmaklığıma olsun bunu, böylesini
bir türlü olsun yakıştırmazdım
bir suskunluk başlıyor sonra
en bilindik coğrafyasında
en göz önü sayfasında tarihin
dönüşüyor sonra çığlıklara
kaçak yaşardım ben
bir selamın üstüne
ikincisi denk gelmezdi
yaman çıktın sen
ben bile böylesine
suskun çığlıklarımı
gökyüzünün en bilindik
yeşilliklerinde
böylesine acı ile
böylesi ıstırap ile
inletmezdim,
inletmezdim
yaman çıktın sen
ben, düşüyorum sanki
yıllardır ne zaferler
kazandığım
ne eldivenler parçaladığım
ne anılarımı saklayan
bu ringden
lamba titredi
bir gece vakti
ellerim, ellerim
titrediler
bir sigara nöbeti
bir sancılı beşik
bir tenhalık
sonra bilmemne fenalık
çöktü üstüme gece
şehrin üzerine çökermiş gibi
kaldı, gitmedi
bitti dedim kaç kere
bitsin dedim sessizce
kesmedi piç sesini
bitmedi, bitmedi
suya boğdum,
ateşe attım,
şarampole yuvarladım
an geldi,
şah damarını kestim
o kesmedi sesini
oradaydı
ben biliyordum
ellerimi titretiyordum
ıslığımı ısıtıp, ısıtıp
dudaklarımı, bıyıklarımı
durmaksızın kemiriyordum
uykularım kaçıyordu
uyumuyordum
çok çok sızıyordum
en olmadık yerinde gecenin
sen aklıma geliyordun
hem en olmadık yerine geliyordun
üşüyordun
saçların ıslanmıştı
gümrah sularında çağlıyordun
aklımın her köşesini
avucunun içi gibi biliyordun
sen vardın
orada yatıp kalkıyordun
sefildin
kimsesizdin, çaresizdin
kamp kuruyordun
geliyordun,
günlerce gitmiyordun
sonra en olmayacak yerlerine
saklanıyordun
kirpiklerin ıslanmıştı
kirpiklerin de gümrah suları gibi
aklımın, yıka döke çağlıyordu
dikenleri ellerine batıyordu
ne düşünsem yüzü sana bakıyordu
sonra sabah oluyordu
ben gene kalkıp da işe gidiyordum
uyumuyordum, uyanmıyordum erken
sonra güneş geliyordu tepeye
ben seni görüyordum
kapalı caddede yürüyorsun,
arkandan koşuyorum
yetişemiyorum
sen, benim geldiğimi biliyorsun
kalabalıklar arasında kayboluyorsun
birden kayboluyorsun
yoksun ama sen yoksun
ama ben yoksun
sonra saçlarının suyu sızıyor
sokak aralarında kadınlar
renkli halılarını yıkıyor
çocuklar misket,
büyükler türlü iskambil oyunlarını
bense aklımla oynuyor, oynuyor
oynuyorum
bir kitap alıyorum sonra
başlarken bitiriyorum
birkaç sayfa okuyorum
saçları ıslak bir kahraman
bana, seni çağırıyor
korkuyorum,
kapağını kapatıyor
tek tek yakıyorum
bütün sayfalarını
önlü arkalı
saymıyorum, saymıyor
gelme aklımın en olmayacak yerine
uykularımın en derinine
düşüncelerimin sonlarına, önlerine
üşürsün, saçların ıslak
nefesini derin derin tutarak
parmaklarının uçlarına basarak
gelme
üşürsün
zindan karası gözlerinin her buğulanışın da
çenemde nakavtı getiren bir aparkat kroşesi hissediyorum
senin dudağın bükülünce
benim mabedim bir kez daha monarşi ve kapitalizm mengenesinde presleniyor
zikredemiyor, uyuyamıyor, öksüremiyorum da
öksüz bir köpek yavrusu gibi yağmurda eriyorum
insanlar gelip, geçiyor
sokak sakinleri, seyyar satıcılar ve ilköğretim talebeleri
seni ağlatmak istememiştim
tanrıda biliyor ondan hiç gök kuşağı dilemedim
gözlerinden yaş düşüyor
ve her damla bana
annemin kucağını hatırlatıyor
çünkü ağlamak yalnız orada ritüelleşiyor.
*CaCaMaN*
ellerimin, ellerine çarpmasına
izin verme bir daha, kırılmasın
ve ben seni seviyorumdur ama
bir daha sakın yüreğin, yüreğime
bir yol bulup dokunmasın
açmasın çiçekler, gelmesin bahar
negam
pusulan dönmesin çiçekli bir yola
gözlerine takılmasın begonyalar
çingeneler hiç bir şehirde
ve hiç bir zaman artık
tek bir çiçek daha satmasın
ve bir daha sakın, sakın
gözlerin, gözlerime de bakmasın
bir çift oturup da bir derenin
kenarında yapmasınlar kahvaltı
ekmek, tenin gibi olmasın
siyah zeytin, tenim gibi
şarkılar dolanmasın dilimize
zarlar dü ve yek gelmesin
bir daha sakın kırılmasın pullar
kapatırsak şayet bir kapı
açılmasın, açılmamacasına
fotoğraf albümleri, durmasın
kucağımızda
sen, o fotoğraftakinin
kim olduğunu da anlatmayasın
şofben suyu ısıtmasın,
ocak, çaydanlığı
sakın bir daha kırılmasın
yumurtalar
fırınlarda artık sıcak ekmekler
bulunmasınlar
bir daha sakın ağlamasın
kırlangıçlar
bir demet burulmasın elimde çiçek
bir otobüs, kimbilir nereden geçecek
geçmesin, lastiği patlasın
sakın geçmesin, uçuruma kapaklansın
camları patlasın, muavini toplasın
marmaranın sahilini takip etmesin
seni bulmasın, sana varmasın
bir feribotta rüzgârlar savurmasın
dökülmüş saçlarımı
güneşte parlamasın
alnımın açıklığı
gözlerim kamaşmasın
suyun maviliğinden
bir daha sakın
değmesin, değmesin
çekilsin ellerin
tozlu gözlüklerimden
bir daha sakın
en çok da sen
bir daha sakın
kılıcımı kuşandım
atımı eyerledim
ha bugün, ha yarın
bir kuşatma başlatıp
yollara düşerim ben
bir daha sakın
duyduğun patırdı
ayak sesleridir
beyazı bulunmamış
bir siyah atın
özgürlük, ey ateşten tenli sevgili!
bilir misin ki senin kalbin uğruna,
kaç masum beden ödedi bedelini?
kaç sevdalı ruh ayrıldı sevdiğinden?
hazır sırası gelmişken söylesene bana,
kaç ölüm geçti aradan biz görüşmeyeli?
çok sevdiğimden vazgeçtim ben, sırf seni sevdiğimden.
bedelini ödedim, gel artık, yoksa yetmedi mi?
bir oyun perdeleniyor bugün
bilmemnerenin sahillerinde
sen, bilirsin
boydan boya yalnızlık oluyor
bir mendilci çocuk, mendil satıyor
eski istanbul beyfendisi balık,
eski istanbul hanımefendisi
beyfendiyi tutuyor
deniz, sanki bişey tutuyor
garip
kaldırıp sonra kıyılara vuruyor
bir hal var bu denizin halinde
bir ben biliyorum,
bir de yarenimiz martılar
gözlerime güneş vuruyor
saatin bilmemkaçı
ve yılın bilmem hangi ayı
deniz kaldırıp güneşi de
kıyıya vuruyor
onu vuruyor, beni tutuyor
bu sefer olmadı diyorum
bir sigara yakıyorum
derin bir nefes,
sonra bir nefes daha
başım dönüyor, garip
çiftler, belediye banklarını
tek tek zaptediyor
bir bank buluyorum boş
ama oturmayacağım
tek başıma oturmak
beni ürkütüyor
sonra herkes bize bakıyor,
herkes, bize bakıyor
herkes sanki bizi tutuyor
dudaklarını görüyorum
yarı açık yarı açık gözlerimle
dudakların sonra
sanki bir şey tutuyor
sarıyer'deyim ya
adı sarıdır buranın
kendi yeşil
gri belki biraz da
mavi, belki de en çok
ellerin, göğü tutuyor
gök, bulutları
sanki bir hal var bulutlarda
bıraksalar,
bıraktıkları her an sanki
sağanak kusuyor
denize akıyor
deniz bana seni hatırlatıyor
çenesini kıracağım diye
martılar çok korkuyor
bir sigarayı ters yakıyorum,
aşık mıyım neyim
etrafıma bakıyorum
etraf, bize bakıyor
sanki aklımıza o an
başka hiç bir şey gelmemiş gibi
dudaklarımız bakıyor birbirine
yalnızlıklarımızı
siper ediyoruz
etrafa bakıyoruz
etraf, bize bakıyor
sarılığı adından ibaret
bu yerde
bir kapalı gişe dönen
bu sahilde
güneş, bulutların ardına kaçıyor
gözlerim kamaşıyor
yaşarırken yeşeriyor
bişey var sanki gözlerimizde
seninkiler karadeniz'e bakıyor
benimkiler şavkını marmara'da
görüyor
bir sabah daha avuçlarımda
biraz limon tadı karışmış
koca bir şişe vodka
bir devrik lider gibi
yan duruyor ranzasında
sen, bilmiyorsun
sen, anlamıyorsun
sen, korkmuyorsun
sevinmiyor, üzülmüyor
heyecanlar yaşatmıyor
hayaller kurmuyor
tüylerin diken diken
avuçların ıslak ıslak
olmayınca
yaşamam da sanıyorsun
kalbin çarpıyor
sesin titriyor
elin, ayağın boşanıyor
gözlerin yumuluyor
gözünün bebekleri
olduğu yerde durmuyor
güneş bir kere daha
sonra bir kere daha
yarın bir kere daha
üzerine doğuyor
ve sen, bugünün gölgesinde
bir kapalı gişe sahilinde
hiç yaşamadığın kadar
hiç bir yerde yaşatılmadığın
hiç bir yerde tanınmadığın kadar
tanınıyor, biliniyor
yaşıyor, yaşıyorsun