sözlük yazarlarından şiirler

entry5574 galeri47 ses1
    3750.
  1. ben, sen olmak istiyordum.
    sen ise ben olmak..
    ben sen oldum,
    ya sen ?
    3 ...
  2. 3751.
  3. Bir tek sen benzerdin anneme..
    Saçlarının inceliği bile!
    Camın önünde susuz kaldı krizantemler...
    Saçlarım döküldü yaprakcasına..
    Ve bir tek sen benzedin anneme!
    Üşütürdüm zamansız,
    Kızardın kendine..
    "Ben kime üzülüyorum ki..!" diye.
    Sonra dayanamazdın işte bak!
    Bak, dayanamadım..
    Benzettim seni anneme.
    Bir balta yerken gövdeme,
    "Niye döküyorsun yapraklarını?" deme..
    Devrilirken genç görmesinler beni diye.

    Yine sen benzedin anneme bu sabah,
    Ilgıt ılgıt mutfak koktu buralar..
    Ve o gül reçeli tadında bakışlar!..
    Sahanda haykırış bunlar.
    Sana da yalvarış..
    Bak demin yine anneme benzedin,
    Bir tek sen benzedin!
    "Üstüne ne aldın?" diye sorarken...
    Canları cehenneme dedim!
    Sulamadım fesleğenleri,
    Kendimi bu hâlde beğenmedim..
    Ama bir tek,
    Sen benzedin anneme..
    Bana olan telaşını,
    Hiç bu denli hissetmedim.
    Sen bir bayraktın şuramda..
    Çektiler,
    Çıkaramadılar!
    Uğruna kan aktı çünkü..
    Geceler boyu kanadı.
    Ve polarım yere düştüğü an..
    Başkası değıl, sen benzedin anneme ki,
    Sorma gitsin...
    Varsa cesaretin,
    Salla başka bir bayrağı bu payidar cumhuriyetinde...
    1 ...
  4. 3752.
  5. Gözyaşlarımı içime akıttım yine sessizce,
    söyleyemediğim kelimeleri, ben duydum sadece,
    yine kendi kendime düşündüm,
    düşündüm durdum çaresizce.

    Az bir ümitle, bu karanlık ve sessiz gecede,
    bekledim yarının sabahını saatlerce,
    belki de saatler değil de, gecelerce,
    bir umutla yaşadım umudumu yitirdiğim her gece,

    bir çıkış aradım bu belirsiz ve kararsız halime,
    onu da ulaşamayacağım bir yere,
    koymuşlar sessizliğin en derin yerine,
    dokunamasın biçare gönüller diye.
    1 ...
  6. 3753.
  7. Bir kadının erkeği olmak istemiştim sürekli..
    Ama öyle sıradan bir kadın değil,özel bir kadının erkeği olmak..
    Ve sadece güzellikle işim olmaz, ön yargılarla da..
    Kim demiş ki erkekler aptal kadın ister diye?
    Ben çok zeki bir kadının erkeği olmak istedim..
    O kadar zeki olsun ki hem, neyi niçin yaptığımda o kendiliğinden anlasın istedim..
    " Vallahi billahi " ile başlayan açıklamalar yapmak zorunda kalmayan bir kadının erkeği olmak istedim..
    O kadar zeki olsun ki, bana arkamdan oynadığı oyunlarla beni yensin istedim..
    Görmezlikten geldim. Aslında beni, o kadın mat etsin istedim..
    Aslında ben arkamdan oyun oynamayacak bir kadının erkeği olmak istemiştim..

    Ben öyle bir kadın istedim ki, sığınmasın, ağlaşmasın, benden minnet beklemesin, hepsini söke söke kendi
    yapsın istedim..
    Kim demiş ki, erkekler sığınacakları bir kadın istemez ? Ben omzunda ağlayacağım bir kadın istedim..
    Ama beni buna pişman etmeyecek, o göz yaşlarının zayıflık değil, duygu seli olduğunu bilen ve " Gözyaşına kurban olurum senin " diyebilecek bir kadının erkeği olmak istedim..
    Yapmadığım, ötelediğim şeyleri bana yaptırsın istedim..
    Ama öyle klasik kadın yöntemi ile kafamın etini yiyerek, dırdır ederek değil, bana örnek olarak " beni utandırarak yapsın " istedim herşeyi..

    Delikanlı bir kadının erkeği olmak istedim, hani, koy yüz tane erkeğin içine, kızoğlan kız çıkanından..
    Sokakta biri laf attığında, çantayı kafasına geçireninden olsun istedim..
    Şöyle gözüpek bi kadın..
    Kadınsı bir kadın istedim, delikanlılık kalbinde olsun ama kendisi çok mütevazi fakat afilli bir kadın olsun istedim..
    Kendisine bakmayı, saç boyamaktan, ruj sürmekten, dar giyinmekten ibaret olduğunu düşünmeyen bir kadın olsun istedim..
    Bir gören, onun o dikkat çekici saçlarına, dar kıyafetler giyilmiş vücudunun her hattı belli olan o vücuda değilde, efendiliğine baksın hani.. Kıskançlıkta yapabilirim bu durumda tabi ki.. işte bunu da hoş görecek bir kadının erkeği olmak istedim.
    Benim söylediğim nasihatleri öfflemeden püfflemeden dinleyen, daralmayan ve bunları son derece dikkate alan bir kadın olsun istedim..
    Bana, şiirler, öyküler yazdıracak kadar ruhumda fırtınalar koparacak, şiirlerimi ezberleyecek bir kadının erkeği olmak istedim.
    Ben çok sinirli bir insanım. Sinirli olduğumda üstüme gelmeyecek, ama sonradan canıma okuyacak kadar cesaretli bir kadının erkeği olmak istedim.
    Ben kendi falına baktırmak için elinde fincanla dolaşan değil, benim kahve falıma bakacak, falımda bana bir kadın çıkarıp sonra da, " Kim bu kadın bakayım? " diye şakadan hesap soracak bir kadının erkeği olmak istedim..
    Kapris yapmayanı olur mu demeyin, ben vallahi kapris yapmacak bir kadının erkeği olmak istedim..
    Ben kanaatkar,hiçbirşeyde gözü olmayan bir kadının erkeği olmak istedim.. Öyle
    bana " Ayşe hanımın kocası ne almış biliyor musun ? Aa bilmemneyin de şu marka bilmemnesi var " demeyecek bir kadının erkeği olmak istedim..
    Ben gerçekten soğan ekmek yenecek günlerde de bana destek olabilecek bir kadının erkeği olmak istedim..
    Ben ortamı değiştiğinde bir gram dahi değişmeyecek, kendisinden asla ödün vermeyecek bir kadının erkeği istedim..

    Ben derdimi anlatmak istemediğimde beni deşebilecek ama bunu beni sıkmadan yapabilecek bir kadının erkeği olmak istedim..
    Ben onurum için mesela rütbe ve makamlarımı terk etmek istediğimde " Ama biz ne olacağız, nasıl geçineceğiz? " demeyen " Aslanım benim seninle gurur duyuyorum " diyebilecek bir kadının erkeği olmak istedim..
    Ben bir eşi ya da sevgiliyi sadece geleceğinin garantisi, huzur ve güvenin timsali olarak görmeyen " Aşkın " kıymetini bilen bir kadının erkeği olmak istedim..
    Ben kural tanımayan, toplum kurallarının aşkı zehirlediğini bilen, aşkı için hani tahtını da bırakabilecek HERŞEYi VE HERKESi ELiNiN TERSiYLE iTEBiLECEK bir kadının erkeği olmak istedim..

    Ben cilveli, işveli bir kadının erkeği olmak istedim, sokakta veya bir mekanda tam bir hanımefendi olabilecek..
    Ben halden anlayacak bir kadının erkeği olmak istedim.. Ben şefkatli olsun istedim o kadını, yeri geldiğinde anne olabilecek..
    Ben bir defa söylüyorsam sevdiğimi, defalarca söyleyen olsun istedim.. Bu yüzden az söylerim sevdiğimi..
    Durup durup sarılan, yanağımdan makas alan bir kadın olsun istedim. Ben yıldızları seyredebileceğim, dizine yatabileceğim ve o sırada saçımı okşayacak bir kadının erkeği olmak istedim..

    Ben böyle istedim.. Çok mu şey istedim bilmiyorum.. Ben böyleyim işte ve böylesinin var olduğunu sanmıştım, yanılmışım.. Ama var biliyorum..
    3 ...
  8. 3754.
  9. kahve istedi canım yine,
    mutfağa gittim
    kahve yapmak için.
    dolabın kapağını açtığımda
    gördüm:
    kalmamış...
    1 ...
  10. 3755.
  11. ulen karnım acıktı
    dolapta da bi şey yok
    uykum da yok gibi
    boş boş geziniyorum internette
    vay arkadaş zamana bak
    ne de çabuk geçiyor şu zaman denilen şey değil mi su gibi adeta acımasızca akar gidiyor umarsızca
    pis yedili var tv'de
    izlesem mi la
    uykum gelir belki
    bilemedim şimdi.
    0 ...
  12. 3756.
  13. Cinayeti kör bir kayıkçı gördü..
    Ben gördüm, kulaklarım gördü.
    Vapur kudurdu, kuduz gibi böğürdü.
    Hiçbiriniz orada yoktunuz...

    atilla ilhan.
    1 ...
  14. 3757.
  15. kara kalem
    karalama
    içim dolu
    yaralarla.

    şiir yazdım
    anlayana
    şiir gibi şiir oldu
    bak gözlerim nasıl doldu.
    *
    4 ...
  16. 3758.
  17. yine... boş evin maaşsız bekçisi,
    sigarası, rakısı ve yüzde elli deniz manzarasında,
    derinlere dalan yalanlara kuşanan,
    belki aşk belki de deli tesellisi bizimkisi.

    insan bir kere sevmeye,
    insan bir kere sana aşık olmaya görsün.
    ya işte böyle içer,
    ya da hem yaşar, hem de ölürsün!
    0 ...
  18. 3759.
  19. 3760.
  20. bir ada vapuruna binmiş gidiyoruz
    çay smit keyfi yapa yapa
    yüzünde o tatlı gülümsemen var güzeller güzeli
    mutluyuz hiç olmamış gibi,
    böyle değil miyiz zaten her yeni an daha daha mutlu.
    güneş yüzüne çarparken rahatsız oldun gibi
    o kadar tatlı oldun ki
    kucağıma koyuyorsun başını yüzündeki o çocuksu masumluğun içindeki çocuk dışarı çıkmış gibi...
    denizde o kadar güzel ki bugün sanki bizim geleceğimizi biliyormuş gibi
    hadi kalk canımın içi gelmişiz saniyeler sürdü sanki yolculuk
    bize özel bir gün sanki havada sıcak kalbin gibi, gülümsemen gibi.
    0 ...
  21. 3761.
  22. kapı arkalarından arakladılar gözlerimi
    yittim
    ve gittim
    geldiğimde
    hala aynıydı
    gözlerim.
    1 ...
  23. 3762.
  24. Yok deme
    Hırsız gözlerindeydi
    ilk gören ben oldum
    El koyuyordu rüyalarıma.
    1 ...
  25. 3763.
  26. gece yağmur yağarken
    hayaletler cirit atarken
    nasıl tuvalete gideyim
    annemler yan komşudayken.
    0 ...
  27. 3764.
  28. bir yolda yürüyoruz sen ve ben
    ağaçların arasında upuzun bir yolda
    iç ısıtan fakat yakmayan bir güneş var gökyüzünde
    yürüyoruz...
    ah o gülüşün kalbimi eriten gülüşün hep dudaklarında
    yüzünde sanki bir yorgunluk, ah dayanamam gel dinlenelim
    sarıl, uyu biraz sevgilim
    devam ederiz yolumuza aşkla.
    senin uyurken ve uyandığındaki ilk halin,
    ah en güzel görüntüdür benim için değimem hiçbir şeye.
    o masumiyet, o içineki çocuğun dışa çıkışı, o tatlılığın...
    yürüyoruz varıyoruz bir köşke,
    nasıl bir köşk ama, önüde bahçesi çeşit çeşit ağaçlar çiçekler,
    ilerisinde o berrak, saf deniz...
    dünyanın bütün güzellikleri önümüze serilmiş gibi.
    yağmur çiselemeye başladı gel oturalım şöminenin başına elimizdeki kadehlerde şaraplarımızla.
    sonra şiirler okruz birbirimize, danslar ederiz, şarkılar söyleriz,
    çocuklar gibi eğleniriz.
    yorgun düşer pencereden dışarıyı, denizi, yağmuru seyrederiz ve bir şarkı söyleriz,
    ve bu anın hiç bitmemesine kaldırız kadehlerimizi.

    http://www.youtube.com/watch?v=rRnI7TZSvbg
    1 ...
  29. 3765.
  30. Ince eleyip sık dokuyan bir aşkın öyküsüydü bu.
    Herkese nasip olmaz
    Yüzündeki hüznün karanlık
    ve hüznün altında yatan umut ışığı
    ağlayan ben değilim
    masadaki kağıt kalem.
    Oysa aşk acısı çektiğime dair anlatacaklarım olsun diye sevmiştim seni.
    Bitmek bilmeyen bir rüya
    O kadar aklımdasın ki..
    Kalbimi kaşıyacak vaktim yok.
    Bilinmezlik üzerine yazılan bir şiirdi bu.
    0 ...
  31. 3766.
  32. Ne güzel şey hatırlamak seni :
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...

    Ne güzel şey hatırlamak seni :
    bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
    ve saçlarında
    vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının...
    içimde ikinci bir insan gibidir
    seni sevmek saadeti...
    Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
    güneşli bir rahatlık
    ve etin daveti :
    kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
    sıcak
    koyu bir karanlık...

    Ne güzel şey hatırlamak seni,
    yazmak sana dair,
    hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :
    filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,
    kendisi değil
    edasındaki dünya...

    Ne güzel şey hatırlamak seni.
    Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :
    bir çekmece
    bir yüzük,
    ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.
    Ve hemen
    fırlayarak yerimden
    penceremde demirlere yapışarak
    hürriyetin sütbeyaz maviliğine
    sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

    Ne güzel şey hatırlamak seni :
    ölüm ve zafer haberleri içinden,
    hapiste
    ve yaşım kırkı geçmiş iken...



    20 Eylül 1945

    Bu geç vakit
    bu sonbahar gecesinde
    kelimelerinle doluyum;
    zaman gibi, madde gibi ebedî,
    göz gibi çıplak,
    el gibi ağır
    ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
    kelimeler.
    Kelimelerin geldiler bana,
    yüreğinden, kafandan, etindendiler.
    Kelimelerin getirdiler seni,
    onlar : ana,
    onlar : kadın
    ve yoldaş olan...
    Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
    kelimelerin insandılar...



    21 Eylül 1945

    Oğlumuz hasta,
    babası hapiste,
    senin yorgun ellerinde ağır başın,
    dünyanın hali gibi halimiz...

    insanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
    oğlumuz iyileşir,
    babası çıkar hapisten,
    güler senin altın gözlerinin içi,
    dünyanın hali gibi halimiz...



    22 Eylül 1945

    Kitap okurum :
    içinde sen varsın,
    şarkı dinlerim :
    içinde sen.
    Oturdum ekmeğimi yerim :
    karşımda sen oturursun,
    çalışırım :
    karşımda sen.
    Sen ki, her yerde «hâzırı nâzır»ımsın,
    konuşamayız seninle,
    duyamayız sesini birbirimizin :
    sen benim sekiz yıldır dul karımsın...



    23 Eylül 1945

    O şimdi ne yapıyor
    şu anda şimdi, şimdi?
    Evde mi, sokakta mı,
    çalışıyor mu, uzanmış mı, ayakta mı?
    Kolunu kaldırmış olabilir,
    — hey gülüm,
    beyaz, kalın bileğini nasıl da çırçıplak eder bu hareketi!...—

    O şimdi ne yapıyor,
    şu anda, şimdi, şimdi?
    Belki dizinde bir kedi yavrusu var,
    okşuyor.
    Belki de yürüyordur, adımını atmak üzredir,
    — her kara günümde onu bana tıpış tıpış getiren
    sevgili, canımın içi ayaklar!...—
    Ve ne düşünüyor
    beni mi?
    Yoksa
    ne bileyim
    fasulyanın neden bir türlü pişmediğini mi?
    Yahut, insanların çoğunun
    neden böyle bedbaht olduğunu mu?

    O şimdi ne düşünüyor,
    şu anda, şimdi, şimdi?...


    24 Eylül 1945

    En güzel deniz :
    henüz gidilmemiş olanıdır.
    En güzel çocuk :
    henüz büyümedi.
    En güzel günlerimiz :
    henüz yaşamadıklarımız.
    Ve sana söylemek istediğim en güzel söz :
    henüz söylememiş olduğum sözdür...



    25 Eylül 1945

    Saat 21.
    Meydan yerinde kampana vurdu,
    nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.
    Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :
    8 yıl...
    Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,
    yaşamak :
    seni sevmek gibi ciddî bir iştir...



    26 Eylül 1945

    Bizi esir ettiler,
    bizi hapse attılar :
    beni duvarların içinde,
    seni duvarların dışında.

    Ufak iş bizimkisi.
    Asıl en kötüsü :
    bilerek, bilmeyerek
    hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...
    insanların birçoğu bu hale düşürülmüş,
    namuslu, çalışkan, iyi insanlar
    ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...



    30 Eylül 1945

    Seni düşünmek güzel şey
    ümitli şey
    dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.
    Fakat artık ümit yetmiyor bana,
    ben artık şarkı dinlemek değil
    şarkı söylemek istiyorum...



    1 Ekim 1945

    Dağın üstünde :
    akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
    Bugün de :
    sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
    Birazdan açar
    kırmızı kırmızı :
    gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
    Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
    vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...



    2 Ekim 1945

    Rüzgâr akar gider,
    aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.
    Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :
    kanatlar uçmak ister.
    Kapı kapalı :
    zorlayıp açmak ister.
    Ben seni isterim :
    senin gibi güzel,
    dost
    ve sevgili olsun hayat...
    Biliyorum henüz bitmedi
    sefaletin ziyafeti...
    Bitecek fakat...



    5 Ekim 1945

    ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
    öğrettiler :
    aç kalmayı, üşümeyi,
    yorgunluğu ölesiye
    ve birbirimizden ayrı düşmeyi.
    Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık
    ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.

    ikimiz de biliyoruz, sevgilim,
    öğretebiliriz :
    dövüşmeyi insanlarımız için
    ve her gün biraz daha candan
    biraz daha iyi
    sevmeyi...



    6 Ekim 1945

    Bulutlar geçiyor : haberlerle yüklü, ağır.
    Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda.
    Yürek kirpiklerin ucunda
    uzayıp giden toprak uğurlanır.
    Benim bağırasım gelir : — «P î r â y e ,
    P î r â y e !...» — diye...



    7 Ekim 1945

    insan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri
    rüzgâr-
    -larla.
    Dolaşmak tehlikeli hâlâ
    geceleyin açık denizleri...

    Altı yıldır sürülmedi bu tarla,
    duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.
    Tank paletlerinin izleri
    kapanır bu kış karla.

    Ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
    yine yalan söylüyor antenler :
    alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.
    Fakat Ezrailin sofrasından dönenler
    döndüler verilmiş kararlarla...



    8 Ekim 1945

    Çekilmez bir adam oldum yine :
    uykusuz, aksi, nâlet.
    Bir bakıyorsun ki
    ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,
    sonra bir de bakıyorsun ki
    ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü
    sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.
    Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün
    kendime karşı duyduğum nefret
    ve merhamet...

    Çekilmez bir adam oldum yine :
    uykusuz, aksi, nâlet.
    Yine her seferki gibi haksızım.
    Sebep yok,
    olması da imkânsız.
    Bu yaptığım iş ayıp
    rezalet.
    Fakat elimde değil
    seni kıskanıyorum
    beni affet...



    9 Ekim 1945

    Dün gece rüyama girdin :
    dizimin dibinde oturuyormuşun.
    Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.
    Bir şeyler soruyormuşun.
    Islak dudakların kapanıp açılıyor,
    sesini duymuyorum ama.

    Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.
    Havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.
    Kırmızı kafesinde, kanaryamın : «Memo»mun türküsü,
    sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı
    ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.
    Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor
    sesini duymuyorum ama...

    Kahrederek uyandım.
    Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.
    Düşünüyorum :
    yoksa senin miydi bütün o sesler?



    10 Ekim 1945

    Gözlerine bakarken
    güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
    bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...

    Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
    durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
    sırrını her gün bir parça veren
    fakat hiçbir zaman
    büsbütün teslim olmayacak olan...



    18 Ekim 1945

    Kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
    son defa dönüp baktığımızda şehre,
    sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
    «— Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
    çalıştık gücümüzün yettiği kadar
    seni bahtiyar
    kılalım diye.
    Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
    devam ediyor hayat.
    içimiz rahat,
    gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
    gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
    işte geldik gidiyoruz
    şen olasın Halep şehri...»



    27 Ekim 1945

    Bir elmanın yarısı biz
    yarısı bu koskoca dünya.
    Bir elmanın yarısı biz
    yarısı insanlarımız.
    Bir elmanın yarısı sen
    yarısı ben
    ikimiz...



    28 Ekim 1945

    Itır saksısında artan koku,
    denizlerde uğultular
    ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...

    Sevgilim,
    yaş kemâlini buldu.
    Bana öyle gelir ki
    belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
    Ama biz hâlâ
    güneşin altında el ele yalnayak koşan
    hayran gözlü çocuklarız...



    5 Kasım 1945

    Çiçekli badem ağaçlarını unut.
    Değmez,
    bu bahiste
    geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
    Islak saçlarını güneşte kurut :
    olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
    nemli, ağır kızıltılar...
    Sevgilim, sevgilim,
    mevsim
    sonbahar...



    8 Kasım 1945

    Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
    ve Marmara denizinin dibinden geçip
    sonbahar topraklarını aşarak
    olgun ve ıslak
    geldi sesin.
    Bu, üç dakikalık bir zamandı.
    Sonra, telefon simsiyah kapandı...



    12 Kasım 1945

    Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
    son lodoslar esmeye başladı.
    Havayı dinliyorum :
    nabız yavaşladı.
    Uludağda, zirvede kar
    ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
    kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
    Ovada kavaklar soyunuyor.
    ipekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
    sonbahar bitti bitecek,
    nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
    Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
    büyük öfkemizin içinde
    ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...



    13 Kasım 1945

    Tarif kabul etmez, — diyorlar, — istanbulun sefaleti,
    milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
    verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
    Şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
    yangın yerlerinde, sinema localarında...

    . . . . .
    . . . . . . . . .

    Kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
    namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
    sahici istanbulum,
    sevgilim, senin mekânın olan
    ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
    sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
    ve evlât acısı gibi yüreğimde,
    senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...



    20 Kasım 1945

    Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
    ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
    tohum saçılıyor.
    Ve zeytin devşirilmekte.
    Bir yandan kışa girilmekte,
    bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
    Bense hasretinle dolu
    ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
    yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada...



    1945 yılı Aralık ayının dördü

    ilk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
    giyin, kuşan,
    benze bahar ağaçlarına...
    Hapisten
    mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
    kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
    böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
    ne münasebet,
    böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin
    kadını...



    5 Aralık 1945

    Delindi sintine,
    esirler parçalamakta pırangaları.
    Yıldız-poyrazdır esen,
    tekneyi kayaların üstüne atacak.
    Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
    taş çatlasa batacak.
    Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
    kuracağız Pirâyem...



    6 Aralık 1945

    Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
    akar suyun,
    meyve çağında ağacın,
    serpilip gelişen hayatın düşmanı.
    Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
    — çürüyen diş, dökülen et —,
    bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
    Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
    dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
    dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
    bu güzelim memlekette hürriyet...



    7 Aralık 1945

    Bursada havlucu Recebe,
    Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
    fakir-köylü Hatçe kadına,
    ırgat Süleymana düşman,
    sana düşman, bana düşman,
    düşünen insana düşman,
    vatan ki bu insanların evidir,
    sevgilim, onlar vatana düşman...



    12 Aralık 1945

    Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
    pul pul altın
    bakır
    tunç ve tahta...
    Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
    Ve dağlar dumana batık
    kurşunî, sırılsıklam...
    Tamam,
    sonbahar belki bugün bitti artık.
    Yaban kazları hızla gelip geçti demin
    herhal iznik gölüne gidiyorlar.
    Havada serin
    havada is kokusu gibi bir şey :
    havada kar kokusu var...

    Şimdi dışarda olmak,
    dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
    «— Ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
    şakayı bırak ve kıskanma,
    yeni bir huy edindim hapiste :
    seni sevdiğim kadar değilse de
    hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
    Ve ikiniz de uzaktasınız...



    13 Aralık 1945

    Gece kar birdenbire bastırmış.
    Bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
    Göz alabildiğine Bursa ovasında kış :
    başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
    Sevgilim,
    değişti mevsim
    çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
    Ve karın altında mağrur
    hamarat
    sürüp gidiyor hayat...



    14 Aralık 1945

    Hay aksi lânet, fena bastırdı kış...
    Sen ve namuslu istanbulum ne haldesiniz kim bilir?
    Kömürün var mı?
    Odun alabildin mi?
    Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
    Gece erkenden yatağa gir.
    Evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
    Yarı aç, yarı tok üşümek :
    dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
    bu işte de çoğunluk bizde... *
    ~
    1 ...
  33. 3767.
  34. ö-nceleri böyle değildin sen
    k-arşıma bambaşka çıkmıştın
    ü-zerine çökmeye başlayan bu umursamazlık
    z-ıvanadan çıkarıyor beni artık

    s-eni düşünerek yapıyorum pek çok şeyi
    e-vet seviyorum diyorum seni
    v-e sen hiç beni sallamazmış gibi
    g-ötünden yapıyorsun her şeyi
    i-nan daha ne kadar dayanırım bilemiyorum
    l-aylaylom yaşamaktan nefret ediyorum
    i-çimdekileri büyük patlamayla suratına vuracağım gün
    m-ına koyup gidiceğim gündür sevgili.
    0 ...
  35. 3768.
  36. Allah'ım kaderimde anarşi ve protesto
    antidepresanlar ve içi boş bir gardırop
    ne de çok yer kaplıyor mesela al pacino
    yardımın gerekiyor kadıköy'deyim stop.

    Allah'ım kaderim bu sentimental ambargo:
    alternatif referans potansiyel salvo yok,
    sadece klostrofobi, hicran türbülans ve şok;
    cariyeler çekilmiş yeraltına cumburlop.

    Allah'ım kaderimi sen yazdın sen bilirsin
    kalbim oyuncak mı ne, ne kolay kırılıyor?
    'deplasmandır bu dünya' diyor albino şeyhim
    plasebo yutturuyor bana depresif doktor.

    Allah'ım kaderimden şikayetçi değilim
    aksine bahtiyarım evrende bana da rol
    verdiğin için şahsen, Allah'ım bizler senin
    falsolu kullarınız, n'olur bizden razı ol. *
    0 ...
  37. 3769.
  38. Soruyordun
    ilkyaz işte
    Uyanıp bir bahçeyi dinliyoruz
    Tenhalık böyle

    Dallar mı kırılmış, sarmaşıklar mı toz içinde
    Beklesem hemen gelecek olduğun
    Tam öyle olduğun
    Oysa hep yanımdasın, seninle her şey yanımda
    Kırıp dökük de olsa yanımda
    Mesela çok sevdiğin bir deniz bile yanımda
    O deniz ki aramızda hiç kımıldamadan
    Erkeğini iyi tanıyan bir kadın gibi yorgun.

    Yarısı yenmiş bir elmaydık bana sorarsan
    ikimizdik, iki kişi değildik
    Bakıyorsak birlikte bakıyorduk gözlerimin içine
    Birlikte gözlerinin içine bakıyorduk senin
    Yanlıştı, doğruydu, hiç bilmiyorum
    Sanki bir bakıma ayrılık böyle.

    Karşılıklı otursak da ne zaman
    Masa örtüsünü ikiye bölen ellerimizdi
    Bir tırnak yeşilinden gerisin geriye
    Ayak bileklerimizden gerisin geriye
    Bütün bunlar gereksiz, bilmiyorum sanma
    Gereksiz ama yalnızlık böyle.* *
    0 ...
  39. 3770.
  40. Tutsam ellerinden ağlarsın.
    Benek benek büyür karanlığım.
    Nokta nokta korkutur seni.
    Tutsam ellerinden ; ağlarsın

    Toprak kokar avuçlarım , kan kokar.
    Ben hoyrat gecelerde boy atmış fidan,
    Boz bulanık sularda yıkanmış , arınmışım.
    Geceleri çok yakınım yıldızlara,
    Işığa çıkınca bir karışım.

    Tutsam ellerinden ağlarsın.
    Doğduğum köyü bir bilsen.
    Gece gecemden büyük,
    Acısı acımdan derin.
    Tutsam ellerinden , üşür ellerin! *
    0 ...
  41. 3771.
  42. HiÇ !

    yavaş yavaş ölüyorum dostum...
    Ağır ağır... sakin ve sessizce...
    Gözüm ilişiyor bir an umut denen saçmalığa...
    Sonra anlıyorum...çok sonra...
    O saçmalığın kötü bir şakası sonucu burada olduğumu...
    Duyuyorum ! Beni övüyorlar.
    arkamdan konuşmasınlar dostum...
    Çünkü ben ;
    ikinci bir söze kadar,
    üçüncü şahıslarla mutlu olmayı hazmedemem !
    Beni tabuta sığdıramazlar ! Bunu onlara söyle !
    Bunu onlara haykır !
    Ve onlara yinele ! hiçbir zaman da sığdıramayacaklar !
    Çünkü ben onlar değilim, olmamda !
    Ve o halde olmadığım onlarla, Yaşamadığım hayatı,
    Aynı ölümle neden değişeyim ?
    Onlar ağacı farketmezler , onlara ağaç resmi göster dostum !
    Onlar iyiliği anlamazlar , onlara insanı ver !
    Onlar dürüstü sevmezler , onlara ölümü hatırlat !
    Onlara 'ben'i ver. Fakat hakiki olan 'ben'i !
    Bir ceset kadar hakiki olan 'ben'i !
    Peki soruyorum sana ! onlardan mısın sende ?
    Doğru söyle dostum !
    Sen de mi ağaç resmiyle mutlu olanlardansın ?
    Haydi konuş ! bir kerecik olsun konuş !
    Tanrının ellerini hissediyorum dostum...
    Gözleri dolmuş vaziyette duruyor oracıkta...
    Yarattığı bu hayata , ısrarla koyduğu beni,
    Artık geri çağırma vakti geldiğini de anlamışa benziyor...
    Yüzüme gülmesinler ne olur !
    Çünkü inanç kadar sıcak değilim ben...olamam da...
    Beni gömmesinler ! Beni öldürsünler dostum...
    Beni yakmasınlar ! Çünkü güneş kadar soğuk değilim ben...
    Çelişkiler kafamı delip geçiyor...
    Arkamda bıraktığım kaderi de almam gerektiğini anlıyorum...
    Anladım işte !
    O kaderi de almam gerekiyor dostum !
    Çünkü biliyorum ki benden başka hiç kimse
    ama hiç kimse
    devralamaz o kaderi...onunla yaşayamaz !
    hem de hiç kimse !
    Önümde yürüdüğünü zanneden insanlara
    geride olduklarını hatırlat !
    Sonsuza kadar seviştikleri ölümün,
    aslında ;
    Bir hiç olduğunu hatırlat !
    Onlara sahip oldukları tek şey olan hiçbir şeyin ,
    Aslında kendileri olduğunu hatırlat !
    Onlara savaşı hatırlat dostum !
    Kazanan ve kaybedenin olmadığı savaşı !
    Hatırlat !
    Hatırlat ki ;
    Şu anda o savaşta yaralı olduklarını anlasınlar...

    Ayrıca kısa versiyonlu dizeli olanları da vardır.

    Seni özlemek ölüm kadar gerçek ,
    savaş kadar acımasız ,
    özgürlük kadar gerekli ,
    yaşam kadar geçici ,
    Aşk kadar kutsal ,
    sarılmak kadar güvenli ,
    Başarı kadar gururlu ,
    müzik kadar ferahlatıcı
    bir şeydir...
    seni özlemek acıların en acımasızı olsa da
    sonunda görülen bir ışık olduğu için bana umut veren bir şeye dönüşüyor !

    ya da ;

    Hiç görmediğim uzak ülkeler kadar ''uzak''sın bana..
    Bağırsam gelir misin ? ya da her şeyimi bırakıp
    sadece sen'le yaşasam bütün bir ömrümü loş bir odada ?
    gelir misin ?
    Ölsem ? ölsem mesela...
    peki o zaman ?
    Bak nasılda ağlıyor yıldızlar...göremedikleri için güneşin tek bir ışığını...
    Gözleri dolmuş insanların...galiba kaldıramıyorlar omuzlarındaki acımasız yükü...

    ve yahut ;

    Sarmaşıklar bile sevişirken aldırmadan
    dünyanın bütün hainliklerine...
    Bizler eli maşalı birer ot topluluğundan
    ileriye gitmenin hesaplarını yapıyoruz...
    aciz insanlarız biz dostum...aciz...
    insanları mıyız ? orası da meçhul...

    ha birde ;

    Özlerim ansızın güneşin batmasıyla
    gözümde canlanan anılarımı...
    Bayram sabahlarını, ölüm oruçlarını...
    Babamın akşam ceketinin sağ cebinde
    her zaman hazırda bıraktığı çikolatayı..

    buna da bi bak ;

    Gecelere küsmüş bir sabahtan yazıyorum sana
    Tüm cesetlerini gömmeden, şarap keyfi yapan bir katil edasıyla.
    Mutluluklarımla aramı bozdum sanırım.
    Öldürdüm tüm sevinçlerimi, ansızın kör yataklarında...
    Uykularımı seninle bozuyorum sevgilim...
    Seninle kaldırıyorum kadehlerimi...
    Seninle basıyorum küfürleri , saçma gördüğüm her şeye...
    Tanrı'da anlamıyor bu aralar beni.
    Suyunu fazla kaçırmış bi 70'lik rakı gibiyim bu aralar...
    Tadım tuzum kaçmış bir şekilde iniyorum Dudaklarından şakaklarına sarhoşların...
    O zil sesi de çalmıyor artık...
    Bakkalın çırağı unutmuyor para üstünü nedense...
    Gazeteler bile doğruyu yazmaya başlamış , günün tarihinden başka...
    Gökyüzünde sevişmekten bıkmış bir meleği canlandırıyorum bu aralar.
    Fahişe olarak nitelendirildim ansızın , tanrının merhametli kollarında...
    Tek bildiğim bir şeyi bıraktılar beynimin loş odalarına...
    inanmak istemediğim bir palavra gibi , bir yalan ,
    yahut bir hata
    veya bir rüzgar ışıltısıyla çarpıyor yüzüme gerçekler...
    Yine , yine ve yine seni hatırlatıyor o içki sofrası...
    70'lik büyük rakım , siyah ceketim , bol pantolonum...
    Küçükken koşup yırtarım diye hiç giymediğim lastik ayakkabılarım...
    Hep seni hatırlatıyor o dayanılmaz çığlıklar...
    Dedim ya tek bildiğim bir şeyi bıraktılar beynimin loş odalarına...

    '' Dönmedin , dönmeyeceksin... ''

    işte bu kadar... Arada yazmak iyi geliyor bana.
    0 ...
  43. 3772.
  44. 3773.
  45. 3774.
  46. Telefonlarıma cevap vermeyeceksin…Cevap versen bile, öyle yorgun öyle
    isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi…

    Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin…
    Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma
    atlar gibi sevdalanışımdan…
    Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın…
    Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe
    uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın…
    Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.Sana
    acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür
    gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep.
    Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan…
    Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini
    sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı
    çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz
    çözüldüm…
    Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini
    bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir
    telaşla söylersin…
    Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini
    hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin
    kendini tutamazsın.
    Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da
    batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek…
    Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bile isteye kendi
    mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi.
    Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş
    gibi…
    Bir tür gurur muydu bu?
    Birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi
    ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu
    hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı?
    Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün.Tam karşımda
    oturuyordu.gencecik, yakışıklı bir çocuktu.Şizofren olduğunu
    biliyordu.Biliyordu iyileşemiyeceğini…iki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra
    avucunu açıyor; Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı
    diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu…
    Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı…
    Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben.Görgü kitabı
    masanın üstünde dururdu hep.
    Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak..çorba
    nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı…Balık nasıl yenir? Peçete nasıl
    katlanır…Sinemada nasıl oturulur…
    Ben de eskiden senin gibi saftım.inanırdım bu dünyada bile şölenler
    olacağına…Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk
    yaşayabilirler diye inanırdım…O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen
    inanırdım…
    Önce dilediğim gibi başlardı herşey.Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi…Sonra
    birden hiç beklenmedik bişey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı…içerden, arka
    odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; bıktım artık, bıktım, usandım
    hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık! …
    Ben de senin gibi saftım o zamanlar…Gidilecek neresi var dı ki derdim…işte
    hep birlikteyiz…Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? …
    Sonraları çok sonraları anladım.Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir
    araya gelmişiz tesadüften de öte…Biz…bizim aile, herkes, aslında hiç
    istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz…
    Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız.
    Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! …
    Evet cok geç anladım…
    Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası
    özlerken, aslında herkes…annem, babam, kardeşim o evden uzaklara, hiç dönmemek
    üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş…
    Dünyanın en mutsuz otogarı…Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim
    evimiz…Yıllarca uzaklara, cok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin
    sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz…
    işte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip
    bağlanmak.Uzaklara cok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti.
    Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere
    gidemiyordu…Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman
    ediyordu…
    Hem biz, bizim aile…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar
    gibiydik…
    Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık…
    Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü
    engel olamadığımız o felaket duygusu…
    Anlamıştım senin ailen de böyleydi…
    Üstelik öyle severlerdi ki sizi, birgün hiç olmadık bir anda, aslında
    istenmeyen çocuklar olduğunuzu söylerlerdi size! …
    Sana ya da kardeşine…Tesadüfen dünyaya geldiğinizi…Beklenmedik bir misafir
    olduğunuzu! …Aksi gibi, istikbaliniz için hiçbir şeyi esirgemediklerini
    söyledikten sonra söylerlerdi böyle sıradan şeyleri! …
    Sizin için…Senin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını söyledikten
    sonra…
    Senin de ailen benimki gibiydi…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak
    yağmurlar gibiydi…Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın
    her şeye…
    Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken
    kaybetmiş gibisin hep…
    Ben beni istediğim gibi sevmemiş olan annemin hayaletini arıyorum imkansız
    kadınlarda…
    Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanın hayaletini arıyorsun imkansız
    erkeklerde…
    Biliyorum ne ben o kadını bulacağım ne de sen o erkeği bulacaksın…
    Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi
    incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür
    gibi konuşanlara sevdalanacağız…
    Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz…
    Ölesiye, amansız seveceğiz onları…
    Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların
    orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın…
    Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen
    de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir
    gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim
    her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup
    gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun…
    Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin
    hayaletisin…Ailemdeki insanlar gibisin çok duygusal çok güçlü, çok yaralı…
    Onlar da senin gibi seninkiler gibiydi…Aklı başında, mazbut insan rolünü
    oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı…Hepsi
    yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi…Düşleri çok
    garipti…En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka
    kıtalara gitmeyi düşlerlerdi…
    Yine aradım seni, yoksun…bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın…
    Bir kere çözüldüm sana…Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim…
    Oysa baştan beri biliyordum; sen.seni sevmeyenleri seversin.Tıpkı benim
    gibi…
    Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi
    biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi…
    Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini
    sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi
    özleyen birileri arıyor.
    Hiç cevap vermiyorum…BEN SENi iSTiYORUM, SENi ARIYORUM…
    Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri
    yok ediyor…
    Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor…
    Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası…
    Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri
    sevse de hiç kapanmayacak bu yaran…
    Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak.Tıpkı o şizofren genç
    gibi*
    0 ...
© 2025 uludağ sözlük