tosbağaların kabuklarına basıp onları yuvarlamakla, tanımsız yaratıkları yok etmekle, mantar toplayıp, parlayan yıldızları alıp palarmakla; en nihayetinde prenses peşinde koşmakla ona giden yolda ateş saçan canavarlarla boğuşmak zorunda kalmakla; çocukluğumuzu tükettiğimiz atari oyunu.
çocukluğumun oyunu... annem kızardı bana: -oğlum yeter artık kapat şu aterti midir atarti midir zırvırtısını. ama ben bütün mücadelemi ederdim sadece 5 dk daha fazlaya oynayabilme umuduyla. fakat bir bakardım kafama birşey geldi. annem terliğin seri atımına geçmiş bir makine gibi renkli renkli terliklerini atardı kafama söz dinlemeyince. o an umudum bitiyordu artık. gözlerim kararıyordu ve savaşta mağlubiyeti kabul ederdim kendime. ve artık bitmişti. bittik artık biz yenildik benim kısa boylu tombul dostum. yıne doyamadım sana. ama olsun bir sonraki savas gelmeden yıne hasret gidereceğiz.
yıllardır o orospu prensesi kurtarmak için dakikalarımı, saatlerimi, günlerimi harcadığım oyun. ama mario abi için canımız feda.
(bkz: mario baba bizi diskoya götür)
bir kemal sunal filmlerini nasıl yıllar sonra izlesek güleriz,
bir nirvana'yı, the beatles'ı ve metallica'yı nasıl yıllar geçse de her dinlediğimizde coşarız,
super mario da aynen böyledir. o prensesi milyonlarca kez kurtarmış olsak da oynarız bıkmadan. ne yaşa bakarız ne pozisyona.
hayatımın oyunu. oynadığım ilk bilgisayar oyunu. en uzun süre oynadığım bilgisayar oyunu. bir zamanlar beni bilgisayara bağlayan yegane şey. çocukluk kahramanım. kırmızı t-shirt koleksiyonu yapmama sebep olan oyun...