bu sene erken gelmesi sevindirmiştir. adı sonbahar ama, bilmiyorum bana mı öyle geliyor sanki yılbaşından daha bir yılbaşı gibi. yani senenin devriyesi gelirken her şeyin bitişi ve bir o kadar da her şeyin tekrardan başlangıcı gibi. yine de bu mevsimin ayı eylüldür. eylülün de her zaman ayrı bir karizması vardır.
Kar yağmayan kışlarda sıkılır, yaz gelsin istediğim olurdu. artık bıkmışımdır bunaltıcı gelen havalardan çünkü.
Sonra yaz gelir, ilk ayında düşünürüm “kışı&sonbaharı gerçekten seviyor muyum?”
Yazın ilk ayı şaşırtır beni hep.
Halbuki sıkıcı olan yazdır.
Çay içmek soğuk havalarda güzeldir mesela.
Film izlemek, bir şeylerler ile ilgilenmek. Hep soğuk havalarda güzeldir.
Üstelik benim gibi sessizliği seven biriyseniz; yazın açık camlardan, balkonda oturulup düşüncesizce çitletilen çekirdek, hunharca atılan kahkaha, cam açık yüksek sesle müzik dinlenmesi kabuslarından ancak soğuk havalarda kurtulursunuz.
Özledim seni sonbahar.
Gel artık. Kışlıklarımı özledim.
yavaş yavaş yaklaşmakta olandır. artık geceler hafiften üşütür oldu. yavaş yavaş kapşonlular ortaya çıkıyor. yağmurlar da başladı mı tamamdır.
mesela bugün karşıdaki ağacın yavaş yavaş yaprak döktüğünü gördüm. ağaçların soyunmaya başladığı; bizim giyinmeye başladığımız dönem. en sevdiğim mevsim.
bir aşağılama olarak kullanılır bizim coğrafyada 'sanat, festival' filmi kavramı. tüm bunlara da tokat gibi bir cevap içeriyor 'sonbahar' filmi. filmi izlediginizde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
umutsuzluğun, çaresizliğin yoğun olduğu bir coğrafyada geçiyor film. Yusuf adlı bir karakterin hikayesini izliyor, türkiye'nin politik sorunlarına da şöyle bir göz atıyoruz.
özcan alper'in harika lafıyla bitirelim: 'Her daim düşleri peşinde koşan, sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına..'
yapraklarını sindire sindire döken bir insan misali göz bebekleri sararmaya yakın kışa doğru. ne soğuktur, ne sıcaktır bölen huzurunu.
bir rüzgâr gelir değer ansızın sararmış yapraklara...