sobasız odalarda yüzüne vuran soğukluktur bu sebeple mecburen aynı odada oturmaktır, kurumun sesteş bir kelime olduğunu bilmektir, güğümdeki her daim sıcak suyla sabah yüzü yıkamaktır, odun çıtırtısıyla hissedilen aile sıcaklığıdır.
Çayın soğumamasıdır.
Tek bir odada günü geçirmektir.
Kestane kızartmaktır.
Ekmek yağlamaktır.
Resimlerde evlere baca çizmek ve duman çıkarmaktır.
Güzeldir ama zordur da.
soba yanarken korebe oynamya calismak ve bu esnada yer yataginin serili olmasi, ardindan gozlerin kapaliyken yerdeki oyunca gitara basip tellerin ayagini kesmesi ve dengeni kaybedip uzeri nsr gibi kizarmis sobaya yapismak. aglayarak dedeyi uyandirmak ve yetmezmis gibi bir kamyon sopa yemek. evet soba hihi portakal kabugu hii ananiz kim.
sobanın üstünde kestane pişirmek en güzel aktiviteniz olabilir. aile halkı sobanın etrafında toplanır sohbetler edilir çaylar içilir.
hee unutmadan sobanın borusunun akan yerlerine kola şişesi bağlardık biz etraf kurum kül olmasın diye ve yaramaz olan boncuklu tabanca ile onları vurmaya çalışırdım. güzeldi...
Yaşanılan zamanda çocuk olunduğu için kolay ancak şimdi düşününce korkutucudur.
sobalı bir evde doğup hayatımın bir kısmını onlarda geçirdim, şimdi düşününce hayret ediyorum. oturduğumuz bir ev eski olduğu için su borularındaki sular donmuştu(2000 li yılların kışları), oradan buradan su bularak kışı geçiriyorduk, borudaki buzu çözmek için garip şeyler yaptıklarını hatırlıyorum anne babamın, daha sonra türkiyedeki insanların %80 inin bilmediği bir ilde olanları da hiç unutmam. hava buz kestiğinden zaten su borularının donduğunu söylemem gerek yok, hava sıcaklığı sıfırın o kadar altına düşüyordu ki akşam çalışan arabalar sabah çalışamıyordu, yine böyle bir sabah servise binmek için beklemeye başladım, ayağım bilmem kaç karış karın içinde, ayağımın altı da buz zaten(o buz kaç ay erimiyor, kar yağsa hava ılıyor diye seviniyoruz) ben o şekilde ayazda yarım saat bekledim ama bu arada ayaklarımı hissetmiyordum, sonra artık yola çıkayım dedim ve kara bata çıka okula gittim ama ayaklarımı hissetmiyordum hiç, ve ayaklarım öğlene kadar toparlanmadı, tabi o gün herkesin arabası servisi çalışmayınca bir kaç ders yatmıştı. o evde tuvalete gidip su dökünce bir dahaki tuvalete gidişimde o sular takır takır buz oluyordu, tuvalette kaymamak için savaş veriyordum, kaldı ki su borusu donmasın diye musluk hep açıktı. annemle kahvehanelerden bidonlarla su toplamıştık, kardeşim henüz küçüktü, anneciğim onu sarıp sarmalardı iyice... evimizin yanında nehir vardı, ve tabi ki donmuştu. keşke sobalı evde büyümek hep kestane pişirmek, soba üzerine portakal kabuğu atıp odayı mis gibi kokutmak kadar eğlenceli olsa...
ısınmak nedir? sorusunun cevabını tam ve etkili verebilmektir.
sobalı odanın dışındaki odalarda fazla duramamaktır.
geceleri ışıkları söndürünce uyumadan önce sobanın içinde yanan ateşin tavanda dans edişini izlemektir.
kömür ve odun kokusunu iyi bilmektir.
aynı zamanda yanma veya ölüm tehlikesi geçirmiş nesildir.
kışın hayatınızın zehir olması anlamına gelir yatak odanız buz gibidir, duş almaktan korkar hale gelirsiniz sobanın bulunduğu odadan çıkmamak için elinizden geleni yaparsınız kısacası büyük eziyettir bakmayın sobanın üstünde pişen kestane olayına asla çekilmez bir ortamdır.
lodosta korkmak, bazen tütmesi, boru bağlantı yerlerinin yağmur yağdığında damlatmaı, oralara asılı mintaz kutuları, 3+1 evi kışın 1+0 olarak kullanmak, odanın bir yerinde her zaman bir tehlike unsuru olması, kovanın kömürlükte dolduruldaktan sonra 4 kat merdivenden yukarı taşınması demek benim için. millet nereden ekmek yiyeceğiniz şaşırdı.