sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
merhamet saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu
bulutlar geldi altında durduk
konuştun güneşi hatırlıyordum
gariptin yepyeni bir sesin vardı
bu ses öyle benim öyle yabancı
bu ses saçlarımı ıslatan sessiz bir kardı
...
ve güldün rengarenk yağmurlar yağdı
insanı ağlatan yağmurlar yağdı
yaralı bir ceylan gözleri kadar sıcak
yaralı bir ceylan kalbi gibi içli bir sesin vardı
sen geldin benim deli köşemde durdun
bulutlar geldi üstünde durdu
merhametin ta kendisiydi gözlerin
yaşayan en büyük iki türk şarinden biridir . ikinicisi için (bkz: ismet özel) bir insanı anlatmak çok riskli bir şeydir aslında. anlatacağınız insanı kendi dar ufkunuzun kelimelerine hapsetmek, küçük çaptaki yorum kabiliyetinizin ellerine teslim etmek, daha fazlasını anlayabilecek insana daha azını anlatarak mükellef bir yemek sofrasında aç bırakmak gibi birşey.
bir insanı anlatmak çok riskli bir şeydir aslında. işte sezai karakoç hayatta bana kendisini anlatmam istenince söyleyeceğim her sözün titrek sesimden intikam almaya kalkışacağı birkaç insandan- bu kelime çok sıradan kaçıyor buraya- biridir. yani yürek ister büyük birini anlatmak. sadece hayatta en saygı duyduğunuz yaşayan ve ya yaşamış olan birini anlatmanız istense... işte tam olarak olmasa da yaklaşık buralara tekabül etmekte. bu riskli işi çok da fazla üstüme alma cesaretini gösteremeyip şiirlerine bakmak, sadece bakmak değil incelemek durmak, üstünde düşünmek sonra yine durmak durmak durmak tavsiye edilir...hatta gidin ziyaret edin elini öpün dinleyin kulaklarınız yıllarca duymayacağı şeyleri işitsin de şöyle bir kiri pası gitsin kendisine gelsin.
Yağmur duası isimli şiiriyle kalbimi çalmış şair...
Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şey bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Biri damla damla alnıma düşer
Diğerinde durup göğe bakarım
Ne şehir ne deniz kokan gemiler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Nedense aldanmış bir gece annem
Bir kadın gömleği giydirmiş bana
işte vuramadı gökler bana gem
Dinmedi içimde kopan fırtına
Nedense aldanmış ilk gece annem
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
Ortalıkta ölüm sessizliği var
Bana ne geldiyse geldi yukardan
Bana ne yaptıysa yaptı bulutlar
Biri çıkmış gibi boş bir mezardan
iyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
insandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
iyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Bulutlar yarılır gökler açardı
Şimdi ne ihtimal ne imkan var
Göğe hükmetmekten kolay ne vardı
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şey bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
içimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanır ölü
Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
insan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların.
Sezai Karakoç
~~
Her şiirinde insanin içine işleyen güzel şair, yüreğine sağlık.
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar.
Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
Sana da Monna Rosa, taş bebeği bıraktık.
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhumu bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
Sana tavuskuşunun içime girdiğini
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
Bana da bir çift ak kanat kaldığını
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
"Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
insanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim ibrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz..." *
bir müslüman olarak tüm islamcılara soruyorum acaba şu an sabah namazını kılmak için kalktığı sırada ezan-ı muhammedi'yi dinlerken,tüm içinde bulunduğumuz ahvali düşünüp ''ben inzivadayım ama fikirlerim iktidarda'' diyor mudur? gerçekten böyle mi diyordur? başka sualim yok.
hiç hazzetmediğim bir kalemi var...
ayakları yere değmiyor yazdıklarının...
mona şiiri için birşey deme hadsizliğini yapmayacağım fakat (bkz: yitik cennet) (bkz: diriliş muştusu) gibi kitaplarını okumaya tahammül edemediğimi de belirtmek istiyorum.
bence karakoç un kitaplarını okuduğunuzda, en başından en sonuna kadar anlam aramayı bırakacaksınız. cümleleri irdelemeyeceksiniz. acaba ne anlatmak istedi şeklindeki soruları sormayacaksınız. yalnız başınıza bir eve kapanıp, sesli sesli okuyacaksınız. kalabalık bir topluluğa nutuk çeken hatip edasıyla okuyacaksınız. kitabı bitirdiğiniz anda da, oturup düşünceli düşünceli sakal sıvazlamayacaksınız.
kitabın kapağını kapatıp bir sigara yakacaksınız ve sizde belli belirsiz bıraktığı hissiyatı yaşamaya çalışacaksınız... en fazla bu... o hissiyatı yakalamak da biraz zor iş... lakin bakarsınız hasıl olur öyle bir hissiyat..