Çocuk düşerse ölür çünkü balkon
Ölümün cesur körfezidir evlerde
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
Anneler anneler elleri balkonların demirinde
içimde ve evlerde balkon
Bir tabut kadar yer tutar
Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen
Şezlongunuza uzanın ölü
Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
insan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların.
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
Ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
Günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
Sana ne olmuş Rosa, bir derde tutulmuşsun.
Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
Gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
Öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
Bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
Ve kediler her gece sürünür yastıklara.
Denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
Satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
Sana da, Monna Rosa, taş bebeği bıraktık,
Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
Senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi...
Ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
Asılmış bir adamın iki eli yağmura.
Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
Ve bir şehir yaratmak, ruhundan Gülce diye.
Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
Katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
Ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
Bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
Sana tavuskuşunun içime girdiğini
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
Bana da bir çift ak kanat kaldığını
Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
Sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
Koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara.
hayatı (bkz: Gün Doğmadan) ismiyle belgesel olan mütefekkir, şair.
Sezai Karakoç Hakkında:
1933 de Diyarbakır/Ergani de doğdu. ilkokulu Ergani'de, ortaokulu Diyarbakır ve Maraş'ta, liseyi Gaziantep'te okudu. Lise sonda Necip Fazıl Kısakürek'le tanıştı. Burslu öğrenci olarak girdiği Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1955'de bitirdi. 1959-1965 yılları arasında Maliye Müfettiş Yardımcılığı ve Gelirler Kontrolörlüğü görevlerinde bulundu. 1967 yılında islamın Dirilişi ve Yazılar adlı kitaplarından dolayı yargılandı. Büyük Doğu, Hisar, Akpınar, Dernek, Düşünen Adam, A dergilerinde deneme ve şiirler, Yeni istanbul, Sabah ve Milli Gazetede fıkra yazıları yayımlayan Sezai Karakoç, mart-nisan 1960'ta iki, mart 1966 mart 1967'de oniki, ekim 1969 ocak 1971'de onaltı sayı olmak üzere Diriliş dergisini yayımladı. 1974'ten itibaren düzenli olarak 18 sayı yayınlanan, 1976'dan itibaren gazete biçiminde çıkan Diriliş dergisi yerli düşünce ve edebiyatın en önemli dergilerinden biri oldu. 1977-78, 1980 ve 1983 yıllarında da yayımlanan Diriliş, son olarak 1987-1993 arası altı yıl haftalık olarak yayımlanmıştır. Diriliş Dergisi, gerek edebiyatımız gerekse fikir ve kültür hayatımız için bir okul olmuş, çok sayıda aydın ve sanatçı yetiştirmiştir. 1990 Diriliş Partisini kuran Sezai Karakoç, 1997 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılışına kadar da bu partinin genel başkanlığını yürüttü.
ey sevgili şiiri, alkollüyken okunmamalı, okutulmamalıdır. uzak durulmalıdır. büyük şairdir. okullarda la fonten'den sıra gelse de öğretilse şu garibim selena gençlerine keşke diye iç geçirdiğimdir...
mütefekkirliği, aldığı ödüller bir yana okuyanların eksenine nötr ünlemler ekleyen insan.
hızırla kırk saat, zamana adanmış sözler, mona rosa gibi poetik ve literer ürünlerin bireyler üzerinde pozitifliğinin ucunda, bireyin çevresindekilere nötr bir akım sağladığı gerçeği unutulmamalıdır. özellikle islami ve muhafazakar geçinenlerin idolleştirdiği karakoç'un kendisine bir takım kilit soruları yüklemek yersiz olacağından, o'nu okuyanların karakoç'dan başka bir ürün çıkaran yazar/şair yokmuş gibi davranmaları da durumun ehemmiyetini gözler önüne sermektedir...
poetikten siyasi platformlara uzanmak ve bireylerin karakoç'un çevresinde bir komunite oluşturması da farklı bir çizgiyi karşımıza çıkarmakta. karakoç'un siyasi kimliğinin şair(?) kimliğinin gölgesinde kalmasından mıdır bilinmez lakin girişilen ve mücadele edilen sahada ne derecede kişi ve kişilere artı veya eksi getireceği de gözlerden kaçmayan kilit bir temadır...
karakoç'u üstad olarak addeden güruhun aslında poetik alandan sofistike algıya yönlen(diril)mesi kendileri için avantaj değil dezavantajdır. eleştiri bazında teolojik, fundamentalist duruşun bireylere hiçbir zaman bir + kazandırmayacağını unutmalılar ve cephe oluştururken, karşı tarafa ünlemlerini göstermelidirler. karakoç'u tek büyük bir idealist, idol olarak görüyorlarsa; monolog veya diyalog bazında; bireyin kendi iç eylemini gerçekleştirmesi beklenemez...
birey; fikir yıkımına önce kendinden başlamalıdır, başkalarından değil...
ne mum ve ne deniz
ne ateş üstündeki mumya
ne aptal şairlerin turuncu heykelleri
alıkoyabilir beni
bir huzuru telefon ederim
üstüninsanların hazırlayageldikleri.
kırgın kırgın bakma yüzüme roza
henüz dinlemedin benden türküler
benim aşkım sığmaz öyle her saza
en güzel şarkıyı bir kurşun söyler
kırgın kırgın bakma yüzüme roza...
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır.
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır.
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır.
Balkon isimli şiiridir.Son iki kıtası harikadır özellikle.buyursunlar:
Gelecek zamanlarda
Ölüleri balkonlara gömecekler
insan rahat etmeyecek
Öldükten sonra da
Bana sormayın böyle nereye
Koşa koşa gidiyorum
Alnından öpmeye gidiyorum
Evleri balkonsuz yapan mimarların
kitaplığımda bir dolu serisi olmasına karşın yazı ve şiilerini ahenk olarak pek sevemediğim yazardır.
genel olarak en meşhur şiiri ise mona rosadır.
şöyle ki;
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...
Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten
Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller
Kopukluk var gibi gözükür şiirlerinde.Mona Rosa'da ritmik ahenk olsa da duyuşsal alana hitap etmekte pek başarılı değil, sanki hem bizden hem bizden değil gibi.
Aylar sonra edit: Hibap ediyor, yiğidin hakkı kalmasın bende.Fikrim değişti.
bir gün gözlerimin ta içine bak
anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
yağmurlardan sonra büyürmüş başak.
artık inan bana muhacir kızı, dinle ve kabul et itirafımı.
" yanlış trenden indin seni şehrin aynasından geçirdiler
sana baktım yıllarca hep aynı özlem penceresinden
yürüyen ve kaçan yalın ve çocuksu özlem penceresinden
denize karsı küçüle küçüle giden evleri
ince ince karşılardın olağan karşılardın
şen dünya içinde sen dünya içinde bir avuç şen dünyaydın sen
bahar bilgisi güneş rengi at soluğu ve sen
seni çağırıyorum geç gel ağlayan son bakireler içinden
kadınlar taş heykeller gibi gelip gecer sarı kayalardan
hangisine baksam sen kımıldar sen seslenirsin içerlerden
çekil karşımdan sultanı cariyelerde aramak körlügü diyorum
körlük güneşe ve gözlerime doğru gelen
sen bir el uzanışıyla aydınlanan yeni ay mısın
geyik resimleriyle kabarık her köşen
geyik derisinde akan ilk nehir
bir el uzanışıyla
ilk sokağın ağzında kaybolursan ağlayacağım
leylaklarla akrepler gözlerine bakıp insan olurlarsa
çocuk cennetinde günahların ilkini sen işliyorsun demektir suna
parlayan denizler gürültüsüz şiirler kapanan kapılar sana
gök taşlarını getiriyorlar
seni sayıklıyor
denemesi yanlış yapılmış ilk ok. "
Ne yapsalar boş,göklerden gelen bir karar vardır;
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır;
Yanmışsak külümüzden yapılan bir hisar vardır;
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.
"bütün eksikliğimiz, bir ilham. zindanlardan, savaş meydanlarından, dağ başlarından, şehir aralıklarından sızacak bir ilham, işte eksikliğimiz. susuzluktan çatlayan bir toprak gibi bu ilhamı beklemekte ruhumuz.