hayatınızın bir evresini birlikte paylaştığınız kişinin ölmesidir.
en duygusuz tanımıyla budur.
yaradır kalpte.
nefessiz bırakandır insanı.
kafada binlerce kelime uçuşurken bir cümle oluşturamaz insan gidişinin üzerinden zaman geçse de.
herkes size senin üzüldüğünü hissediyor, görüyor. üzülmeni istemezdi. onun için dik dur. ona yakışanı yap diyecektir.
ama bazı şeyler için elinizden gelenler sınırlıdır.
üzülürsünüz. kahrolursunuz. bitmek istersiniz.
buraya kadarmış.
daha ilerisini istemiyorum dersiniz.
sebep istemezsiniz bir sonraki nefes alışınız için.
ama her kandilin yağı farklı zamanda bitiyormuş herkes için.
onu öğrenirsiniz.
giden öylesine (günümüz deyişlerine uzak bir yazar olarak tam olarak ifade edemiyor bu yaşlı yazar) 'takıldığınız!' biri değildir.
gerçek aşktır.
içinizin titrediğidir.
ona karşı tek hissettiğiniz sevgi olan insandır.
ilk sevgiliniz, ilk aşkınız,ilk göz ağrınızdır giden.
zamanında ayrılmıştır yollar.
yıllar sonra tekrar karşılaşıldığında hiç yaşanmamış gibi o ayrılık, aynı saygı ve sevgiyle devam edilir sevmeye...
sonra gün gelir; gitti o...
melek oldu. (zaten yaşarken de melekti)
geri gelmeyecek derler size.
dayan.
güçlü dur.
onun için derler.
dayanamazsınız.
dayanamıyorum.
çok zor.
allah kimseyi sevdiğinin ölmesiyle sınamasın.
ileride beraber yapilacak her seyi, kurulan butun hayalleri, balta girmemis orman gibi bir bosluk ve ham duygular ile degistiren, butun plani yok eden bencil surtuk.
bok vardi di mi geberecek? mutlu musun?
sensiz ölmüştür bir bahar sabahında. tıpkı sararmış çınar yaprağının yere düşerken geçirdiği zaman diliminde akıldan geçen film şeridi gibi.
ilk tanışmanız gelir aklınıza; arkadaş ortamında, ilk görüşte aşık olduğunuz bu kızın, sizden hoşlandığını kim tahmin edebilirdi ki? ya sevgili olduğunuzu?
sonrasında, geçirdiğiniz güzel ayları anımsarsınız; ilk dokunuş, ilk öpüşme, ilk sevişme, ilk tatil... alanya gezisi, taksim' de sabahlamalar, okulu asmalar, birlikte yemek yapmalar ki inan bilmezdim yemek yapmanın bu kadar zevkli olabileceğini. kısacası hayata tekrar bağlanma.
seneler geçmişti sonra; rakı balık, çay sigara, cips kola, saygı sevgi, aşk, aşk! biz, biz! evet biz olmuştuk!
ve yaprak yere düşer; biz yokuz artık. sen, ben varız, bir de "o" tabiki. ve ölen sevgili, ölen aşk...
bu şiirimde ona sözüm olsun.
seni özledim bugün yine.
belki her zamankinden dahada çok,
yanımda olsan tutsan ellerimi
gözlerime baksan o nemli gözlerinle
nerdesin nerede kaldın desem.
okul çıkışında seni beklesem yine
sarılsam kokunu duysam
sıcaklığını hissetsem tenimde
nefesinle yaşasam yine.
çok özledim seni be sevgilim.
neredesin?
kapılar kapalı, dünya buzlu cam
uyuşmuş gözlerimin önünde
hayat akıp gidiyor hiç kımıldamadan
ikimizin yerine dinliyorum
sevdiğin şarkıları
siyah tişörtünü giyiyorum yatarken
gömleklerini, kazaklarını, kokunu
senin rüyalarını görüyorum ölür gibi uyurken
gün boyu elimde kahve fincanı
kapıyı açmıyorum
telefonlara çıkmıyorum
başını bekliyorum geleceği olmayan hatıraların
Sevgilim,
yetimim benim,
nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata
öldüğünden haberi yok fotoğraflarının.
Kaan Sezyum radikal gazetesi yazarının, vefat eden eşine yazdığı gibi.
Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. işin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. insan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı TV ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. Hayat devam ediyor falan; filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel ile birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortora bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeliye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeliye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip. Şimdi mükemmel olduk diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. insan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. insan olmayı, çevremi sevmeyi Nurselden öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş, bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.
alti yil once bu gunlerde meydana gelen olaydir. o yilda oss zamani asik olan kafama mi sicayim, ben buyudum artik diyerek got kadar boyuyla gelecek planlari yapan aklima mi sokayim, yoksa ona carpip kacan otomobilin surucusunu oldurup cesedini mi sikeyim bilemedim simdi.
her nefs ölümü tadacaktır. ölümün aslında gerçek başlangıç olduğunu düşünüp sakinleşmeye çalışılcak durumlardan biridir. babasını kaybetmiş biri olarak bu durum başıma gelse bu kadar sakin olamıcağımı da biliyorum ama genede söylüyorum işte.
bana bir zaman sormuştu "sen hiç aşık oldun mu" diye, bende "olmadım" demiştim. sonra da "peki hiç aşık olmadıysan şu an aşık olmadıgını nerden biliyorsun?" diye bir soru sordu ki, o kendimi çok çaresiz hissetmiştim. hani derler ya rüyada ölürsen, gerçek hayatta da ölmüşsündür. bu da öyle bir paradoks idi. şu an günün ağarmasını beklerken düşündüm bu sorunun cevabını bulduğum anı. kelimelerin hissi anlatabilecegine her zaman inanmışımdır.
***
bayram tatili. insanlar akrabalarını, sevdiklerini ziyaret için yollara düşüyor. benim sevgilim de ailesi ile birlikte eskişehire dogru yol almaktaydı. sonra düşünüyorum...
***
her gidişin bir dönüşü var mıydı acaba?
***
4-5 gün haber alamazsan sevdicekten o zaman düşünme vakti gelmiştir dedim. kendisine hiç bir şekilde ulaşamadım ve arkadaşını aramayı düşündüm. garip bir ses bana "alo??" demişti ki ben o an bir şeylerin ters gittigini anladım, malum sormasam tabi ki rahat edemezdim. telefondaki ses:
- trafik kazası geçirdiler...
***
30 saniye boyunca konuşan telefondaki ses "orda mısın" diyor. bir an kanımın vücudumda artık dolaşmadıgı hissine kapılıyorum. başımdan asağı kaynar sular akması da cabası. o yaş gelmesin diye kendimi kastığımda isteksiz olurak yutkunmak istedim. ama bunu beceremedim o an. en derinde hissettim bütün duygunun yoğunluğunu. kamera yavaşça uzaklaşıyor benden, arka planda çalan müzik çok uzaklardan geliyor, ekran kararmak üzereyken...
***
"evet burdayım".
"teşekkür ederim, hoşçakal..."
***
telefonu kapattıktan sonra ne yapacağımı bilemeden öylece durdum. gözümü kapattığımda akan bir damla yaş yüzümde uzun bir seyahat etti ve çenemden telefona damlarken ben sorduğun sorunun cevabını düşündüm: sanırım sana aşıkmışım da haberim yokmuş.
buna bir tanım yapılabileceğini zannetmiyorum. Zira ben, reddedildiğimden bu yana tam 1 sene geçmesine rağmen, onu uzaktan izliyorum. kimle ne yapıyor diye. bu bile içimi burkarken, ki o beni farketmediği halde, onun ruhuna sahip olmamın ardından birde başına böyle bir olayın gelmesi,
tarif edilemez olduğunu tahmin edebiliyorum sadece.