her nefs ölümü tadacaktır. ölümün aslında gerçek başlangıç olduğunu düşünüp sakinleşmeye çalışılcak durumlardan biridir. babasını kaybetmiş biri olarak bu durum başıma gelse bu kadar sakin olamıcağımı da biliyorum ama genede söylüyorum işte.
alti yil once bu gunlerde meydana gelen olaydir. o yilda oss zamani asik olan kafama mi sicayim, ben buyudum artik diyerek got kadar boyuyla gelecek planlari yapan aklima mi sokayim, yoksa ona carpip kacan otomobilin surucusunu oldurup cesedini mi sikeyim bilemedim simdi.
Kaan Sezyum radikal gazetesi yazarının, vefat eden eşine yazdığı gibi.
Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. işin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. insan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. içki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı TV ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. Hayat devam ediyor falan; filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel ile birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortora bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeliye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeliye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip. Şimdi mükemmel olduk diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. insan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. insan olmayı, çevremi sevmeyi Nurselden öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş, bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.
kapılar kapalı, dünya buzlu cam
uyuşmuş gözlerimin önünde
hayat akıp gidiyor hiç kımıldamadan
ikimizin yerine dinliyorum
sevdiğin şarkıları
siyah tişörtünü giyiyorum yatarken
gömleklerini, kazaklarını, kokunu
senin rüyalarını görüyorum ölür gibi uyurken
gün boyu elimde kahve fincanı
kapıyı açmıyorum
telefonlara çıkmıyorum
başını bekliyorum geleceği olmayan hatıraların
Sevgilim,
yetimim benim,
nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata
öldüğünden haberi yok fotoğraflarının.
bu şiirimde ona sözüm olsun.
seni özledim bugün yine.
belki her zamankinden dahada çok,
yanımda olsan tutsan ellerimi
gözlerime baksan o nemli gözlerinle
nerdesin nerede kaldın desem.
okul çıkışında seni beklesem yine
sarılsam kokunu duysam
sıcaklığını hissetsem tenimde
nefesinle yaşasam yine.
çok özledim seni be sevgilim.
neredesin?
sensiz ölmüştür bir bahar sabahında. tıpkı sararmış çınar yaprağının yere düşerken geçirdiği zaman diliminde akıldan geçen film şeridi gibi.
ilk tanışmanız gelir aklınıza; arkadaş ortamında, ilk görüşte aşık olduğunuz bu kızın, sizden hoşlandığını kim tahmin edebilirdi ki? ya sevgili olduğunuzu?
sonrasında, geçirdiğiniz güzel ayları anımsarsınız; ilk dokunuş, ilk öpüşme, ilk sevişme, ilk tatil... alanya gezisi, taksim' de sabahlamalar, okulu asmalar, birlikte yemek yapmalar ki inan bilmezdim yemek yapmanın bu kadar zevkli olabileceğini. kısacası hayata tekrar bağlanma.
seneler geçmişti sonra; rakı balık, çay sigara, cips kola, saygı sevgi, aşk, aşk! biz, biz! evet biz olmuştuk!
ve yaprak yere düşer; biz yokuz artık. sen, ben varız, bir de "o" tabiki. ve ölen sevgili, ölen aşk...
ileride beraber yapilacak her seyi, kurulan butun hayalleri, balta girmemis orman gibi bir bosluk ve ham duygular ile degistiren, butun plani yok eden bencil surtuk.
bok vardi di mi geberecek? mutlu musun?
hayatınızın bir evresini birlikte paylaştığınız kişinin ölmesidir.
en duygusuz tanımıyla budur.
yaradır kalpte.
nefessiz bırakandır insanı.
kafada binlerce kelime uçuşurken bir cümle oluşturamaz insan gidişinin üzerinden zaman geçse de.
herkes size senin üzüldüğünü hissediyor, görüyor. üzülmeni istemezdi. onun için dik dur. ona yakışanı yap diyecektir.
ama bazı şeyler için elinizden gelenler sınırlıdır.
üzülürsünüz. kahrolursunuz. bitmek istersiniz.
buraya kadarmış.
daha ilerisini istemiyorum dersiniz.
sebep istemezsiniz bir sonraki nefes alışınız için.
ama her kandilin yağı farklı zamanda bitiyormuş herkes için.
onu öğrenirsiniz.
giden öylesine (günümüz deyişlerine uzak bir yazar olarak tam olarak ifade edemiyor bu yaşlı yazar) 'takıldığınız!' biri değildir.
gerçek aşktır.
içinizin titrediğidir.
ona karşı tek hissettiğiniz sevgi olan insandır.
ilk sevgiliniz, ilk aşkınız,ilk göz ağrınızdır giden.
zamanında ayrılmıştır yollar.
yıllar sonra tekrar karşılaşıldığında hiç yaşanmamış gibi o ayrılık, aynı saygı ve sevgiyle devam edilir sevmeye...
sonra gün gelir; gitti o...
melek oldu. (zaten yaşarken de melekti)
geri gelmeyecek derler size.
dayan.
güçlü dur.
onun için derler.
dayanamazsınız.
dayanamıyorum.
çok zor.
allah kimseyi sevdiğinin ölmesiyle sınamasın.
keşke yok olsam denilebilecek andır. çok acı. sonrasında yeni bir sevgili bulmasına kadar geçen süreye bağlı olarak sevgisine verdiği değere yorum yapılabilir. bu ölen sevgili için anlamsızdır ama sonraki sevgilileri için "ölürsem hemen unutur mu?" sorusuna cevap niteliğinde sayılabilir.
fazla üstünde durulmaması gereken durum. intihar sebebi gibi sonuç bulanlar bir doktora gitsinler.
sonuçta her nasıl tanışmışsanız tanışın bu bir şans işi. yani tamamen tesadüf. sen olmasaydın o şahıs başkalarına gidecekti. zaten sen öldükten sonra da bunu yapacak. sen de bunu yapmalı ve hayatı kendine zindan etmemelisin.
binaenaleyh abartmayaınız bu işleri. sonuçta her taraf kız her taraf erkek dolu.
son bir aydır tecrübe ettiğimdir.
çok zor bir sınanmadır.
zaman
geçecek
senin böyle mutsuz olmanı istemezdi diyen tüm mantıklı sözlere kafa sallamaktır.
artık ağlayamamaktır.
devamlı ağlamaktır.
kızmaktır.
küsmektir.
kusmaktır.
sadece nefes almaktır.
nefessiz kalmaktır.
yutkunamamaktır.
özlemektir
özlemdir
için yanan bir buza dönmektir.
içi donmuş bir kor olmaktır.
ölemeden ölmektir.
ölememektir.
ölmektir.
hiçbir şey yapmak istemeden yapmak zorunda olmaktır.
tüm 'evren'inizken
evrensiz kalmaktır.
bu ne ilk isyanımdır yokluğuna, ne de son yakarışımdır.
sen son nefesini verip gittin gideli,
gözlerini kapatıp karanlığına gömüleli
karanlıktan korkan bir çocuğun inleyişidir kabuslarım.
bir yanım hasret bir yanım uçurum
sorgusuz sualler büyütüyorum boşluğunda
çığlıklarım yankılanıyor sen kokan kalbimin duvarlarında
bir ağlamak var boğazımda
kurumuş göz pınarlarımın çölündeyim şimdi
sana susayan benliğim,
nefesine muhtaç nefesim
sesine hasret, kokuna hasret, tenine hasret
kısacası sana hasret ruhum üşüyor sensizlikte.
karanlıkların büyüyor bu şehirde.
gidişinle başladı korkularım
gidişinle başladı çaresizliklerim, özlemlerim...
sahipsiz bir anahtar kadar kimsesizim şimdi
sen giderken kolu kanadı kırık bir kuş bıraktın
işıkları kapalı bir dünyada düş yaşattım
ve kollarımı sana açtım
yarattığın sonsuz dünyanda küçülürken bedenim
özlediğim babamdın
yaslandığım duvardın
yitirdiğim küçük kedim,
alacağım nefes,
içimdeki heves
kocaman dünyamdın.
bir doğum günüydü.
var olmanın kendisi değildi kutlanılır olan
yaşamak değildi senden ziyade güzel olan
ben sana gelme sebebimi kutluyordum
ben sana giden yolları
ben sana açılan kapıları
seni görmekten başka şeye yorulmayan telaşları
karanlığı korkulur kılmayan varlığını
ben sana dair bir yaşamayı seviyordum
bir doğuş yarattık birbirimize
şimdiyse doğuşu,
birbirinden kopuşuydu bedenlerimizin
üşümesiydi ruhlarımızın
bir doğum gününde yitirdim seni
tükenen nefesine nefesimi ekletemeden
iki yana düşen kollarını boynuma saramadan
ölüme yenik gücümle seni çekip alamadan yitirdim
yitirmeleri yitirmekti ümidim
senin olmadığın her şeyi gömmekti hayalim
seni bulmaya şükrederken kaybettim
seni kollarımda kaybettim
işte o an her şeye kahrettim
sensiz yaşamaktan vazgeçtim
ruhumu yanına defnettim
ve nefes almalarıma sabrettim
sabrettikçe nefret ettim kendimden
yaşadıkça lanet ettim her şeyden
gidişinle karanlıklar korkulmaz değil artık
yokluğun ateşten gömlek
yokluğun soğuk
yokluğun ölüm
sensizlik zulüm...
sensizlik zulüm..!
yokluğunun ertesi mutluluğu bir yangında bıraktım
gülmeleri işkencelere attım
senin aksine giden adımlarımı kanattım
bacaklarımı kırdım
sana dokunmayan ellerimi bir okyanusta bıraktım
seni konuşmayan dillerimi kopardım
sana atmayan kalp atışlarımı giyotinlerle idam ettim
yokluğunun ertesi sensizliğe savaş açtım
sensiz yaşamaya davalar açtım
sensizliği sevdirmeye çalışanlardan kaçtım
beni sevmeye çalışanlardan uzaklaştım
kendimden kaçtım.
sen yoktun
hep içimdeydin ama hiç yoktun
kalbimi kör bir bıçakla kestim
içinden seni çıkaramadım
çıkarıp doya doya sarılamadım
öpemedim güzel dudaklarından
bakamadım kocaman gözlerine
nefesime katamadım mis nefesini
sarılamadım sana.
hayaller zalim, rüyalar zalim
renkleri soluk
yüreğim donuk
sensizlik soğuk...
sen benim hayata merhabamdın
ilk aldığım nefes ilk heves
yüzüme gözüme bulaştırdığım çikolatam
sevilen çocuk yaramazlıklarımdın.
dudağımda kalan dondurmam
mimdemdeki aşk sancısı
ilk sigaram ilk aşkım
ilk sarhoşluğum
ilk kekelemem
bardağımdaki son damlam
kalbimdeki tek yaram
diğer yarımdın.
ben aslı'ydım sense fotokopisi
sen aslıydın bense fotokopisi
hangi rüya buluşturur bizi
hangi yollar, hangi otobüsler gider sana
hangi yağmurlar bastırır gözyaşlarımı söyle!
hangi acımasız engel koparır beni senden
hangi umarsız emel vazgeçirir senden
hangi yıldızlar gözlerimi kamaştırır da
kandırır beni
hangi yalan ikna eder seni unutturmaya
hangi yalan buğusunu alır gözlerimin
hangisi söyle!
yokluğunun ertesi karanlığa gömüldüm
küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağladım
hayallerinin dibinde ölmeyi bekledim.
bana çarpmayan kamyonlara küfrettim
beni enkazında çürütmeyen binaları yumrukladım
gövdemden ayrılmayan başımı vurdum duvarlara
yokluğunun ertesi her şeyden vazgeçtim
karanlıktan korkarken hiçbir el tutmadı sen gibi
hiçbir kucağın içinde kaybolmadım mutluluktan
hiçbir nefesin koynunda mutluluğa yatırmadım ruhumu
sırtlanların terkisinde büyüdü sana muhtaç isyanlarım
kuduz köpeklerin ortasında korktum sensizlikten
depremlerin içinde özledim seni
kasırgaların vahametinde büyüttüm içimdeki seni
sahipsiz bir anahtar kadar sensizim şimdi
yalnız ve kimsesizim
çaresizliğimin akarına gider başı boş hayallerim
sarhoş rüzgarların aldanışlarında boğulurum
boğuldukça biraz daha yok olurum
avazım çıktığı kadar bağırır
topuklarımı patlatıncaya kadar koşar
seni kaybettiğim yerde bulurum kendimi
sen gideli yaşamadım
sen gideli tat almadım
bir yanım donuk bir yanım soğuk
bir yanım hasret bir yanım uçurum
ben ölmek sen ölüm
ben aslı sen fotokopisi
sen aslı ben fotokopisi...
aslı...
fotokopisi...