aşklarının ölümsüzlüğe ilk adımıdır kendisininde gitmesiyle tamamlanacaktır süreç. sadık kalabiliyorlar mı peki ona başka birisi olmadan yaşayabiliyorlar mı zor çok zor. zamanla alışıyorlar yokluğuna bazende bir süre sonra unutuyorlar. gözlerimden birkaç damla yaş süzülüverdi şimdi korktuğumdandır belki bu o anı yaşamak istemememdendir. dediğim gibi bunu yaşayanların çoğu belli bir süre sonra yeni hayat kurmuşlardır kendilerine herkesin düşüncesi farklı tabi benimkiyse mecnun gibi olmaktır sadece aşkla ona duyduğum aşkla biçare yaşamak bu aklı kaybetmek değil içe dönüş, öze dönüştür. mecnun gibi onu çöllerde aramak belkide aşkla yanmak sonu bu hikayenin.
daha ilk giriyle ağladığım çok korktuğum bir olaydır. Allah korusun. gece gece bu girileri okuyup kendime işkence yapmamın nedeni ne acaba. ben, arkasından giderken, hiç şüphe etmem. biin kere ölmektense bi kere ölürüm. evet çok bencilce.
birilerine bağlanmayanların aslında anlayamayacağı duygudur. alt tarafı ölüm be. hani eınsteın demiş ya insan öldükten sonra en çok 4 yıl yaşar diye. alay etmiş etmişler adamla. galiba doğru söylüyor, şimdi ne kadar üzülsende ne kadar kahrolsanda yaşamak zorunda kalıyorsun. gecenin bilmem kaçında onun mezarından topluyor sevdiklerin seni ama bakıyorsun ki böyle gitmeyecek. değişmesi gerekiyor bazı şeylerin.
hani sevgilisinin ardından kendini çöllere vuran adam var ya, mecnun. o hikaye be kardeşim, insan nisyana müpteladır dememişler boşuna, hele ki bu zamanda kim, kimin için üşütür kafayı.
bak biliyorum, gerçekten zor, sevdiğin insan ölünce neden demeye başlıyorsun, alenen isyan ediyorsun allah'a ama yıllar geçiyor sen alışıyorsun, alışıyorsun alışmasına ama bu alışmayla birlikte başka biri oluyorsun, robot gibi sanki... sanki sinirlerini alıyorlar, acıyı hissetmiyorsun bir daha.
mesela babasının tabutunun ardından koşan 10 yaşındaki kız çocuğu bile acıtmıyor canını bir yerden sonra, 9 yaşındaki amcaoğlun... öleceğini bilen bir çocuğun gözlerine baktığında için acımıyor, çünkü acıya antrenmanlısın.
yahu ölüm ne kadar dramatize edilebilir ki? yaşıyorsun ve ölüyorsun, üzerine şu kadar yıl buradasın diye senette imazalamıyorlar, hem gelirkene fikrini sormuyorlar, çöp gibi atılıyorsun dünyaya.
ölüm... kaçınılmaz son...
sonra iki karış kemiği sana çok gören orospu çocukları da çıkıyor elbet. kızsan ne olacak ki, hele çekip vursan ne olacak. yeterince kirli ellerim, dedim ya ne olur temiz bırakın ellerimi.
ah be! yıllar sonra biri çıkıyor karşına ama ne çare. o da aynı dertten muzdarip ve o kadar imkansız ki, biliyorum şimdi umrunda bile değilim onun. varsın olmasın, yeter ki yaşasın, yaşaması için iki minik * nedeni var onun. *
yaşamalı bence. ben dünyaya sevdiklerime kabre yolcu etmek için gönderilmedim bundan eminim. bir kez daha başa dönmek istemiyorum.
Bir acımetre olsa ve çekilen acıyı ölçse, herhangi bir aile ferdinin kaybında duyulan acıdan eksiği olmayan, hatta belki de fazlasını hissettiren, ancak yaşayanın bilebileceği, kimseye allah yaşatmasın dediğim bir durum.
öyle bir acı ki, tarifi, tasviri çok zor. sevdiği birini kaybettiğinde elbette üzülür, acı çeker insan, doğaldır. ama bu bambaşka. adı üstünde sevgili , aşık olduğun insan. hayaller kurduğun, planlar yaptığın, hayatının geri kalan kısmını birlikte geçirmek istediğin, bütün gelecek planlarını onunla yaptığın, hayatını ona endekslediğin insan...
ve daha dün, önceki gün, geçen hafta, geçen ay sarıldığın, öpüştüğün, seviştiğin, uyurken seyrettiğin, yüzüne düşmüş saçlarını elinle düzelttiğin insan...
bir damla gözyaşına kıyamadığın, tırnağı incinse aynı acıyı kendi içinde hissettiğin insan... birkaç saat sesini duymadığında deli gibi özlediğin, yanına gitmek için günleri, saatleri, dakikaları saydığın insan...
bir de bakmışsın ki bugün yok, gitmiş, hem de öyle belli bir zamanlığına değil, sonsuza dek, bir daha geri dönmemecesine gitmiş. ölmüş.
inanamazsın önce, reddedersin, kabullenemezsin, olamaz öyle bir şey, mümkün değildir, daha çok gençtir o, ölemez, hem niye ölsün ki? daha yapacak çok şeyiniz vardır birlikte, çocuklarınız olacaktır 2,3,4 tane, isimleri bile bellidir, oğlanlı kızlı, hatta ikizli.
kahramanısınızdır siz onun, hem sizinleyken hiç bir şey olmaz ona, korursunuz onu her türlü kötülükten. şimdi gider kurtarırsınız onu, alırsınız kollarınıza, öper koklarsınız ve kalkar ayağa, masallardaki gibi.
ama masal dünyasında olmadığını, onun cansız ve soğuk bedenini kollarınıza aldığınızda, onu her öpüşünüzde kıpkırmızı olan yüzünün bembeyaz, size sımsıcak gülen gözlerinin kapalı olduğunu görünce anlarsınız. ölmüştür işte sevgili.
sonrası korkunçtur...
önce korkunç bir çaresizlik. kendini ilk kez bu kadar aciz hissedersin hayat karşısında.
sonra korkunç bir boşluğa düşersiniz. bütün hayatınızı ona göre planladığınız insanı kaybedince, biri fişinizi çekivermiş gibi kalırsınız öylece.
arkasından, korkunç bir vazgeçiş başlar. herkesten, her şeyden vazgeçersiniz. o güne kadar yaptığınız, yapmaktan hoşlandığınız her şey anlamını yitirir gözünüzde. yaşamaya dair hiçbir çaba göstermek gelmez içinizden.
sonra korkunç bir suçluluk duygusu kaplar bedeninizi. o orada yatarken sizin yemeniz, içmeniz, gezmeniz, dolaşmanız suçmuş gibi hissedersiniz. o süreçte ciddi ciddi "ölenle ölünmez" lafını sorgularsınız zira gerçekten de onunla birlikte ölmeyi istersiniz.
ve lakin neden sonra, hayat tekrar çeker sizi içine... istemeye istemeye de olsa bir kabulleniş başlar. her ne kadar ruhunuz ölmüş olsa da içinizde, hala taşımanız gereken canlı bir bedeniniz vardır ve hiç olmazsa aileniz için ayağa kalkmak zorunda hissedersiniz kendinizi.
tutunacak bir şeyler ararsınız... işinize gücünüze, eski ortamlarınıza, eskiden gittiğiniz, sevdiğiniz mekanlara dönersiniz, zevk aldığnz şeyleri yaparsınız.
fakat ne var ki, hiçbir şeyin eski tadı yoktur, hiçbir şey eskisi gibi değildir. sonra anlarsın ki, aslında her şey aynıdır da, sen eski sen değilsindir... ve asla da olamayacaksındır.
başka bir insansındır artık... farklı... eskisinden daha durgun, daha mutsuz, daha hissiz, daha boşvermiş. ve en önemlisi, yarım bir insansındır artık. çünkü bedeninin sol yanını onunla beraber gömmüşsündür toprağa.
"sevmiyorum artık"kadar ucuz bi kelime...buna lugatımda yer yok...herşeye kabulumm ama buna değil...
demişti...
hani böyle filmlerde olur ya sevdiğini söyleyen insana "acı" çektirmek söylersin o ucube kelimeyi...ve iki gün sonra haberi gelir; alırsın eline telefonu katı bi ses seni senden eder...
"o öldü"
işte nasıl karşındaki sana inanmadıysa sen "sevmiyorum" derken sen de buna inanamazsın...
senin sevdiğin insan ölemez, gidemez sen de ona sevdiğini söylemeden, yaşanacak çok şey varken daha, bırakamaz seni...ama....
bir hafta sonra bi toprak yığının başında da söylesene hadi "sevmiyorum artık seni" diye...
sevmiyorum ne kelime! öylece sadece onun yanında kalmak istersin yatarsın yanına, senin hayattaki suyun yemeğin güneşin yağmurun "o"dur çünkü...
günlerce orada kalsan bile şikayet etmezsin...kalbinin sahibinin yanında kıvırılırsın bi köşeye...
çekersin onun kokusu yerine toprağın kokusunu tutarsın elini tutacağına toprağı...ağlarsın bağırırsın duy ben de seni seviyorum yalan söyledim diye ama...uçan giden kargalar o yumuşak sesin yerine delice öter...aklın nerdeydi? dercesine...
sonra bi şarkı tutturusun içinden -ikinizin şarkısını- o da eşlik edicek diye beklersin ama nafile...bir yağmur başlar oracıkta... bu aşk uğruna dökülen gözyaşlarını karşılamaz belki ama....
bir daha onun o güzel yüzünü göremeyecek olmayı kabullenemezsin...günler önce o nasıl boynunu büktüyse dediğini duyunca, sen de öyle kalakalırsın orada...
sen ona "gitme" diyebilecekken...öyle bi şansın varken...o zaman....
senin tüm şansın tükenmiştir o an....
Beynimde bitirdiğim her sevgilimi kalbimde öldürdüm. Gercekte kaybetmedim sevgililerimi ama iç dünyamda hepsini bir bir astım. Duygusuzlastim artık ve sadece kendi saçmalıklarını seviyor halde darmadaginik yasıyorum hayatı.
gecenin bir vakti aklınıza gelir.
özlersin.
özlersin.
daha fazla özlersin..
ayakların balkon korkuluklarına doğru gider, içerden annenin sesi gelir ''yat artık geç oldu''
bir arkaya, bi gökyüzüne o'na bakarsın.
Ölmedi, sadece gitti -
Sustu -
Kokusuyla beraber gitti -
Hiç bilmediğim "keşke" lerimi yüzüme vurup gitti -
Unutamayacağım bir ders verip gitti, Gözlerini gözlerime yerleştirip gitti -
Ellerini sıkı tutmamı isterdi, di.. -
Sarılırdım -
Her gün ilk günümüzmüş gibi sarılırdım -
En çok anlatmanı severdim.. Ne olursa olsun hep bir heyecan vardı gözlerinde -
O heyecanı izlerdim sen konuşurken -
Susma derdin bana, Hep konuş derdin.. -
Sustun -
Yıllar sonra bile utanırdık birbirimizden -
Her gece birlikte uyuyacağımız günleri hayal ederdik -
Korkardım kaybetmekten, hala korkuyorum -
Hep yanımda kalcaksın biliyorum -
Seni üzmedim demi hiç ?
Sende çok korkardın beni incitmekten.. tam burda ağlamaya başladım..
Beraber uyuduğumuz gün aklıma geldi..
Uyumak değildi o. Masumiyetti..
Sabah erkenden kalkıp dişlerini fırçalayıp gelmiştin..
Uyuyo numarasına daha fazla dayanamayıp gülmüştüm.. Sende...
Hastalandı.. Yenersin dedim.
-Belki dedi..
çok severdi Belki demeyi.. Bide "Peki" si vardı...
Kahverengi saçları vardı, hafif dalgalı -
Gülüşü vardı, Gözleriyle tamamladığı -
Hafızamda yavaşlatıyorum seninle olan tüm anıları.. Bitmesin -
Doyamazdım sana -
Ailen en kötüsüne hazırlamştı kendini -
Ben dayanamazdım, kötü şeyleri düşünmek bile çıldırtırdı beni -
ilaçlar çok zayıflattı seni, Git diyodun bana -
Herhalde seni öyle görmemi istemiyodun -
Sen olsan gidebilir miydin ? -
aldatmasından daha iyi olan durumdur. en azından saygını sevgini ömrünce yaşatırsın içinde. geçen günlerinin ne kadar boş olduğuna ağlamazsın, onunla geçen güzel günlerini hatırlar onlar için gözyaşı dökersin.
beden ruhtan çıktığında mı dersin, yoksa bedenin varlığı yok sayılır mı bilemezsin.
ruh bedenden çıksın burada.
ruh bedenden çıkar da geri döner mi dersin? döner. öyle bir şizofrenidir ki sevgilinin ölmesi. kabullenemezsin bir ömür boyu yokluğunda yaşayamayacağını bilip delirtirsin kendini, onu unutmamak, onsuz kalmamak için.
ya da ölümü seçersin. aklına mukayet olacağını iyi bildiğinden ötürü. vazgeçmek, kalbe gömmek gibi bir seçenek yer olmaz seviyorsan gerçekten eğer.
şimdi siktir ediyorum onu bunu.
öldüğünü düşünüyorum. hem delirir, delirdikten sonra da ölürüm lan.
ulan sen nasıl bir şeysin böyle ki, hayatımı adamaya korkmayayım.
iyi ki varsın be güzelim. hep olacaksın yaşadığın müddetçe. iyi ki varsın sevgilim.
insan düşününce içinden birşeyler kopuyor, gözleri doluyor. sokaktaki dilencinin ölümü bile koyar adama kalbini ömrünü verdiğininki nasıl koymasın. ölüm kesin kaybediştir hayatta. hiç bir cevap, hiçbir ümit kalmamıştır artık. ölüm o kadar soğukturki sevgiliyi bilmemde bir kardeşin ölümünde o buz gibi mezara dokunup, kazıp geri çıkarma isteğidir. atlatılmaz. anlaşılmaz. inanaması kabullenmesi zordur. ve ''tüm ölümler kesindir''
herhangi bir ölüm gibi değildir. hele ki onun can çekişmesini haftalarca izlemişseniz, okmeydanı hastanesinin koridorlarında uykusuz vaziyette kan için koşturmuşsanız, o kanı yetiştirmek için size yol vermeyen bir taksicinin ağzınını burnunu kıracak kadar çileden çıkmışsanız... ve gittiğinizde o, dilinde şehadetle, tık nefesini vermeye hazırlanıyorsa çok koyar insana. toplayamazsınız kendinizi, dayanılmaz, inanın dayanılmaz. sonra son konuşmalar asla unutulmaz, o hakkını helal et der, helal edersin zaten, ağlarsın, eline sıkı sıkı tutunursun, bilirsin gideceğini ama tutunursun... en taş kalpli en gaddar insan bile bu sahne karşısında dayanamaz zannımca, çok zordur, hemde çok.
son günlerinde sadece elimi tut dedin.
elimi tut, dünya yansa umrumda değil...
ve son nefesini verirken yine gülümsüyordun. nasıl severdim gülümseyişini... iki elimi sıkıca kavrayıp seni seviyorum demeye çalıştın.
ama cümleni bitiremedin. sana kızgınım şapşal.
ellerimi tutarak gitmen ne acı. hep buz gibiydi benim ellerim.
söz vermiştin, yaşadığım sürece ısıtacağım seni de, ellerini de... çok erken gitmedin mi? üşüyorum ben.
aptal tedavi dönemi, dökülen saçların, mahvolup giden hayatın...
hatırlar mısın? "sen de bir gün öleceksin, yalnız ben biraz erken gidiyorum."
o gün kendimi tutamayıp ağlamıştım da serumlardan, siktiğimin iğnelerinden delik deşik olan ellerinle silmiştin gözyaşlarımı.
ilk defa o gün öptün beni.
halbuki elimi tutmaya kıyamazdın ama biliyordum, vaktimiz yoktu.
yalnız kaldığımız her an bana anlatırdın nasıl tanıştığımızı.
"sen öyle bir geliyordun ki karşıdan, gözlerimi alamadım."
her seferinde ben de sana salak salak gülerdim.
'yine bak bana, ben hep aynıyım.'
sonra şu hastalık çıktı başımıza. her gün hastaneye gittin.
daha az görüyordum seni. ama olsun demiştim, sen iyi ol da ben seni unutmaya razıyım.
bazen o kadar yorgundun ki yaşamak için çabalamaktan, konuşamazdın bile benimle.
ama ben biliyordum ne dediğini. bakışlarımızdan tanırdık birbirimizi.
o lanet yaz günü, son kez sarıldık birbirimize. saçlarımdan tutup kendine çektin, uzun uzun kokladın.
"orada kokunu çok özleyeceğim" dedin. ben yine anlamamıştım ama sen biliyordun... sen ertesi güne bu dünyada olmayacağını biliyordun.
sabah kalktığım gibi yanına geldim yine ama uyuyordun. ellerini tutup avcunun içini öptüm.
çelimsiz ellerinle, ellerimi avcuna aldın ve diyemedin o şeyi.
diyorum ya, cümlen yarım kaldı.
hayatın o gün ellerimin arasından kayıp gitti. seni tutamadım. sana hayat veremedim.
özür dilerim...
"Yaman benim eski arkadaşımdı... O, Ankara Sanat Tiyatrosunda oyuncuydu, ben de Ankarada yaşayan bir öğrenciydim.
O zamanların Ankarası, herkesin birbirini tanıdığı ve belirli yerlerde toplandığı bir yerdi. 70li yıllardı ve kültür tüketicileri birbirlerini bir şekilde sıkça görürlerdi.
Bizim müşterek arkadaşlarımız vardı, bunların başında Rutkay Aziz gelir. Rutkayla siyaseten de bir aradaydım, Türkiye işçi Partiliydim ben.
O yılların derli toplu Ankarasında sık sık görüşme şansımız olurdu. Yamanla tanışmamız o yıllardır; fakat aşık olmamız daha sonraya rastlar.
O sinemaya "Sürü" filmi ile geçince istanbula gelmişti, ben de daha sonra istanbula geldim. O eski bir Ankaralı olarak bana sahip çıkmaya kalktı; Ankaralıların böyle bir derdi de vardır.
Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yamanın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma hâlidir.
Ben Ankaradan örselenmiş ve kırılmış bir kalple gelmiştim. Yaman çok tutkulu ve sabırlı bir adamdı, bir de baktım kalp ağrımdan eser kalmamış. Yani taş düşmüştü ama adını koymamız için bir mevsim geçmesi gerekti
Yaman, o kadar temiz bir adamdı ki, ona kızamazdınız. Bir o kadar da yiğitti. Ben Yamanı hep bir lunaparka benzetirim. Onunla yaşamak bir lunaparkta yaşamak gibiydi. Bir yandan bütün cümbüşü, pırıltısı, eğlencesi ve sürprizleri, öte yandan yüreğinizin ağzınıza geldiği anlarıyla tam bir lunapark gibiydi.
Üstelik ben bir Ankaralı olduğum, üstüne üstlük bir subay kızı olduğum için, bir yanımla derli toplu, diğer yanımla despot falan bir kızdım. Yaman bir gün bana, benim taklidimi yaptı; her şeyi net olarak alt alta sıralamamı, emir kipiyle konuşmamı, canımın içi derken bile bazen tonlamamdan dolayı Hadi canım! anlamı çıkabileceğini falan gördüm.
Bu, bir oyuncuyla birlikte olmanın hem avantajı, hem dezavantajıydı. Bunu Yamanın aynasında görünce, Aaa çok fena bir şeymişim! dedim. Ee bu aynayı tutan eğer pırıltılı ve doğru bir adamsa, dönüştürücü de oluyor. Benimle o garnizon sesiyle konuşma derdi.
Yaman, çok renkli ve heyecanlı bir adamdı. Ben derdim ki; Tanrım, bu adam ne zaman yorulacak! diye. Meğer acelesi varmış... Her şeyi o kadar yoğun, hızlı ve çoşkulu yaşıyor ve yaşatıyordu ki büyüleyici bir şeydi bu.
Her şeyi hızlı yaşardı, hızlı yemek yerdi, hızlı içki içerdi, bir proje söz konusu olduğunda hızına yetişemezdiniz. Bir gece arkadaşlarla yemekteyken sabah kahvaltısını Bodrum Türkbükündeki evimizde yapmaya karar vermesiyle kendimizi yollarda bulmamız bir olurdu. Bazen düşününce dehşete kapılıyorum, demek ki acelesi varmış diyorum. Kısa bir ömre, birkaç kişilik bir hayat sığdırdı.
Bizim Yamanla tarihe kayıt olarak düşeceğim hiçbir kavgamız olmadı. O, kalbini insanlara açarken de, onlara güvenirken de çok hızlıydı ve kırılması da doğal olarak aynı hızla olabiliyordu. Aktörlerin kalbi camdandır. Çok çocuk, çok bebektirler. Belki de bunu çok yakından gördüğüm için ben daha dikkatli davranırdım. Belki de tek sürtüşmemiz onu kıranlara karşı olan tutumumdan olmuştur.
Ben köşeleri çok olan bir insandım; Yaman beni eğitti. O hüzünleri ironik bir neşeye çevirebilme ustasıydı. Bu yönüyle de bakınca gam kasavetten çok çabuk çıkabilirdik.
Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden biz olabilme hâlidir. insan egosu denetlenmesi en güç olan şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz.
Biz birbirimize karşı çok saygılıydık; mesleklerimiz ve bunun gerektirdiği fedakârlık hallerinde hele daha da çok saygılı ve yol açıcı davrandık hep.
Ee bazen de sıkılırdık, hele üç beş aydır bir aradaysak birbirimizin gözüne bakardık, önce kim gidecek diye, böyle nefes molaları da verirdik. Döndüğümüzde yepyeni bir enerji ve hasret bekliyor olurdu bizi. Aşk bazen de bir kıyamama hâlidir.
Şunu çok açıkyüreklilikle söyleyebilirim; o benden daha iyi bir insandı. O kadar bebek, o kadar adam, o kadar temiz... Ben Yamanla birlikte onun kadar temiz, onun kadar beklentisiz, onun kadar masum yaşamayı öğrenmeye çalıştım. Buradan bir öğretmen öğrenci ilişkisi anlaşılmasın. O, o kadar ahlâklı ve temizdi ki, yaşam biçimi ve duruşu karşısında başka türlü olamazdınız. Onun yanında kirli kalamazdınız.
Hastalığının son bir ayında, ki hastalığın çıkmasıyla kaybetmemiz 1.5 ay sürdü. Tıp hastalığının süratine yetişemedi. Hep şunu düşündüm; hayata, sanatına ve bize dair bir sürü düşüncesi, projesi vardı ve hepsi sanki hızla arka arkaya gerçekleşmeye başlamıştı. Neden şimdi, neden bu adam, diye çok düşündüm. Orada bile hızlıydı.
Komaya girene kadar Yeşim Ustaoğlu ve Tayfun Pirselimoğlu ile birlikte senaryo çalıştılar. Onlar her gün geldiler ve bu oyunun gönüllü yoldaşı oldular. Sonra o film çekildi; Yeşimin ilk uzun metraj filmidir "iz" filmi ve Yamana adadılar.
Yamanın rolünü Aytaç Arman oynamıştı. Bunlardan bahsetmişken o sürecin acısını hafifleten bir yığın katıksız dostluklar yaşadık. Gerçi o sürecin acısı hafiflemiyor. Ben de harlı ateş şeklinde yanma hâli tam 10 yıl sürdü. Asmalı Konakın son dört bölümünü yazarken o acıyla yeniden yüzleştim ve ancak o zaman birazcık küllendi diyelim.
Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana. Bu ateşle yanma hâli, o kadar derinden, için için yanıyor ki, dönüp bir başka ölümlüyü yakmaya içi elvermiyor insanın.
Yamanla her günümüz Sevgililer Günüydü... Eşine bu kadar çok çiçek getiren bir adamı daha analar doğurmamıştır. Biz birçok defa sabah uyanıp birlikte gün doğumunu seyreder, ne bileyim çingene vapuruna binip sabah erken Boğazı turlardık.
Sezeni anmamak olmaz: Sezen, Yamanın çok yakın arkadaşıydı. Ben Yamandan dolayı tanıdım. Sezen, insanın hayatına çok hafif dahil olur. Sızar ve siz bunu anlamazsınız.
O benim kardeşim, arkadaşım her şeyim oldu. Yamandan sonra işlerimin önemli bölümünü tasfiye ettim. Sezen, ısrarla profesyonel olarak birlikte çalışmaya zorluyordu beni. Nerdeyse kafamı kıra kıra bana şarkı sözü yazdırdı.
Birlikte yazdığımız ilk şarkı; Masum Değiliz. Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece. Yalnızlık, sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna diye...
Yamandan iki ay sonra yazdık. Daha sonra bu ısrar otuz küsur şarkı sözü üretti. O dönem Sezen bana sadece 3-5 saat uyumaya yetecek kadar boşluk bırakıyordu. Stüdyolar, kayıtlar, konserler vb. çok yoğun bir rehabilitasyon oldu benim için. Sezenin o toplumsal düzeydeki rehabiliterliği benim için özel bir muamele seçkinliğinde oldu. O benim kardeşimdir, canımdır.
Bugün eksik olan ne? Bu topraklarda aşk ve mutluluk kutsanmaz, ayrılık ve acı kutsanmıştır. Birlikteliklerdeki tutku kutsanmaz da, ayrılıktaki tutku kutsanır hep. Yaralarıyla mutlu olmaya daha yatkın bir kültüre aitiz biz.
Öyle kadınlar ve erkekler tanıyorum, risk almıyorlar. Aşk emniyetli bir şey değildir. Emniyetli olan sevgidir. Aşk ehlileşmez, sakinleşemez. Öyle olursa akraba olursunuz.
Bir de aşık olunacak mecra kalmadı. Artık ortak alanları paylaşmıyoruz. Bizim agoramız yok artık. Herkes kendi bacağından asılmak isteyen koyun tarifinde.
Bu hem maddi hem manevi bir şeydir. Gelir, böyle adamı aşkta da emniyet arayan birine dönüştürüverir. Herkes kendi kişisel başarı öyküsünün peşinde. Belki de biz herkes için daha adil, daha vicdanlı daha temiz bir dünyanın düşünü paylaştığımız için başkalarıyla da bir arada durmanın ne kadar zenginleştirici bir şey olduğunu biliyorduk.
Şimdi bu duyguların esamesi okunmuyor. Yoksullaşmamız sadece ekonomik anlamda olmadı. Duygusal anlamda, dayanışma anlamında birbirimizin yaralarına bakma konusunda da yoksullaştık. Şimdi empati denen modern kavram var ya, biz onun ağababasını tanıyan ve buna içerilmiş bir dünyadan geldik buralara.
Dizilerdeki aşık olma süreci o kadar uzun ki, öncelikle bu rasyonel değil! Aşk çok ani, hızlı ve genellikle beklenip, tasarlanamayan bir şeydir. Kafana bir taş düşer, neye uğradığını şaşırırsın. Ve bunun aşk olduğunun da sonradan adını korsun. irrasyonellik sadece bu değil, bir de dizi karakterlerinin çok ön hazırlığı var aşık olmak için. Halbuki, hayatta böyle değildir, aşk tasarlanılan ve ön hazırlığı yapılabilen bir şey değildir.
Eskinin, hani o dalga geçilen mantık evliliklerinde bile, bugünkü hesaplılıktan daha çok aşk vardı diyesi geliyor insanın. Ali Poyrazoğlu dedi, Aşk bir kör atlayıştır.
insanların birbirleri için sağlama yapacakları alanlar kalmadı. Modern hayatlar ve modern zamanlarda böyle bir şansı yoktur insanın. Son bir aydır, Ben aslında duyguları olan iyi bir insanım mesajını, ben şu cümleyle alıyorum.
- Babam ve Oğlumu gördün mü?
- Hee gördüm
- Ağladın mı?
- Sana ne?
Yani ben de duyarlıyım ve iyi bir insanım. Bu arada, ben de filmi seyrettim. Yeri gelmişken ve sabah seansında katılarak ağladım ama bu soruları soran insanlarla o kadar ayrı şeylere ağladık ki.
Benim o filmde yandığım, bu ülkenin o temiz çocuk yürekli insanlarının, bu ülke tarafından nasıl da kırıldığını, nasıl da örselendiklerini, onurlarıyla ekmekleriyle nasıl da oynandığını gördüğüm için bu uğurda yiten, onulmaz acılar çeken insanlarımızı hatırlayarak ağladım.
Belki de bugünkü aşksızlık hâli de, o dönemlerin ürünüdür diyeceğim ama aşk bunların hepsinin üzerinden atlayabilecek bir şey olmalı... "