Yirminci yüzyılın büyük sanatçıları, büyük yazarları da, kendi çağlarına bağlı kalmanın vefasıyla tek tek kopup gitmeye başladılar dünyadan...
Tennessee Williams, bir türlü vazgeçemediği bunalımları ve yalnızlıklarıyla bir otel odasında yanlışlıkla yuttuğu bir tüp kapağının nefes borusunu tıkaması yüzünden, arasına düştüğü iki koltuk ortasında çırpına çırpına boğularak öldü...
Yaşamadığı acı ve görmediği başarı kalmamışlardandı. Ne yapıtları, ne ünü, ne serveti, mutluluğun m'sini bile tatmasına yetmemişti. Yana yana ışıldamanın şehvetine, iç benliğini olduğu gibi feda etmiş ve iç benliğinin yangını da, ister istemez çağının gözlerini kamaştırmıştı. Yetmiş yıllık bir yaşam kül olup gitti ve o külden artık hiç sönmeyecek beş on yıldız kaldı insanlığa...
* * *
Koestler, dünyayı neden kendisinden daha akılsızların yönettiği sorgusunun çengellerinde, belalardan belalara savrularak, o çengellerdeki soruları çözmek için uğraştı durdu. Nerede neye inandığını, nerede neden aldandığını, politikaya sığınmadan ve politikadan korkmadan söyleyebilecek büyüklükte yazarlardandı. Çağın politika kadrolarından çok daha üst düzeyde bir entelektüel olmasının dramlarını yaşadı ve yetmiş sekiz yaşında, karısıyla birlikte intihar etti. Ölüleri, salonlarında yanyana iki koltuğa uzanmış olarak bulundu. Zaten ikisi de, son zamanlarda acı çekmeden intihar etmeye kalkmanın da, insanlar için bir hak olduğunu savunuyorlardı.
* * *
Bu arada onlardan yirmi otuz yıl daha yaşlı bir ozan da öldü: Paul Geraldy...
Geraldy, ne Tennessee Williams gibi insan yüreğindeki cehennemlerde tepişen zebanilerin yazarıydı; ne Koestler gibi çağ politikasının çöp tenekelerini, altında kalma pahasına, tekmeleyip devirmeye çalışmış bir yazar idi...
O, ilk aşkların ilt pastası üstündeki kremalı çikolata gibi idi...
1885'te doğmuş ve ilk ünlü şiir kitabı "Sen ve Ben"i, Tennessee Williams'ın doğumundan bir yıl önce yayınlamıştı. Ve Hıfzı Topuz'un kalemiyle Türkiye'de yayınlanmış son -aynı zamanda beki de ilk- röportajında belirttiği gibi, doksanı aşkın yaşına kadar da, yaşamını ayakta tutan geliri, o kitapçığından sağlamıştı...
"Sen ve Ben", 1913'ten bu yana üç yüz kezden fazla basılmıştır.
Geraldy'nin şiirlerini dokuzuncu sınıftayken Yüksekkaldırım'da satılan eski kitaplar arasında bulup almıştım. Kapağı kopuk, sayfaları darmadağınıktı. Cilt yapmaya meraklı bir sınıf arkadaşım ciltleyivermişti bana kitabı... Şimdi hâlâ önümde duran nüsha o...
* * *
Ne zaman bir kız sevsem, bir punduna getirir, "Sen ve Ben"den şiirler okumaya çalışırdım ona... Etkisi hiç bir zaman beklediğim kadar büyük olmazdı.
Oysa çağın içinden yetişmiş ne kadar genç aşık, önce o kitabın güzel baskılarından birini armağan etmiştir sevgilisine... Öyle ki, yirminci yüzyılın içinden geçmiş genç kız kuşakları, "Sen ve Ben"in armağan edilmiş olanlarıyla, edilmemiş olanları diye, ikiye ayrılabilirler...
Bir delikanlı düşünün, bir de genç kız... Bir yaş günü yahut bir tanışma yıldönümü armağanı olarak, Geraldy'nin şiirlerinde gülüşmüşler... Bir başka olur, o yaşlarda aşkın böylesi...
Ne yazık ki eski Levanten istanbul'dan Yüksekkaldırım'a kadar yuvarlanmış olan o kitaptan bende hiç duygusal bir anı yok...
Bizim kendi ozanlarımızın, kendi aşk şiirlerimizin boyutları, Geraldy'ninkilerden çok daha ateşli bir ufuktadır kuşkusuz... O şiirleri de paylaşan binlerce aşık olmuştur.
Benim demek istediğim o değil...
Geraldy aşkın yanında, kadın erkek ilişkilerindeki ufacık tefecik girintilerle çıkıntıları anlatmıştır.
Severiz, birlikte acı çekeriz
ikimiz de...
Aslında birbirimize ne kadar az benzeriz,
ikimiz de...
Yeter de artar bir çekişme,
En anlamsız türünden,
Aramızda boy vermesine,
Uçurumların birden.
Çılgına döndüğümüzü sanırız,
Sevgiden.
Öpüşme okşama dışına düştüğümüzde oysa ki,
Birbirimizi pek yarım
Anlarız.
Şayet erkek olsaydın,
Dost olabilir miydik sanki?..
* * *
Bir şiir kitabının, yetmiş yılda üç yüz baskı yapmasının elbet vardır bir nedeni...
Bizim köy gençleri, ilk yavuklularına böyle bir kitabı henüz hiç armağan etmediler...
Bir çok kişi:
- Haydi canım üstünde durmaya bile değmez, diyecektir...
Bana sorarsanız öyle bir değer ki...
Birbirlerine cilveli bir kitaptan bile yoksun kalarak yaklaşanların çocukları, bir çok şeyi anlamadan yaşamaya da mahkum kalırlar.
en kallavi mfö parçası. sözlerin tamamı şöyledir efenim;
Sen ve ben, aynı şeyleri düşünürken
Aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere sevinirken
Sen ve ben, anlaşamadık gitti, sonunda bitti
Resmin kalsın yeter
Ben hala yalnız ve çılgınlar gibi
Ben hala yalnız ve çılgın
Bu gemi nereye nereye gider
Kimler iner, kimler biner, bilinmez bilinmez
sen adlı ikinci tekliğin, sıralamada* birinci teklik olan "ben"den**, öne geçtiği, sanki "ben"in sebebinin "sen" olduğunu anlatır, birinci çokluk olan "biz"e doğru ilerleyen bağlaçlı*, sözcük grubu....
hatta ve hatta bir ahmet hamdi tanpınar şiiri:
içme, ilk yudumda zehirler seni bahtın kadehime döktüğü şarap.
her akşam koynunda uyutur beni,
her sabah alnımdan öper ısdırap.
sen, yirmi yaşında bir baharsın ki
gölgende neş'enin rüzgârı eser.
düşünen alnımda benim her çizgi
baharı olmayan bir kışa benzer
sana ufuklar "gel"diye bağırır,
ellerinde çiçek haykırarak;
seni gür sesiyle hayat çağırır,
beni de çiğneyip geçtiğin toprak.
"Mutlu an odur ki; bir konakta otururuz ikimiz SEN VE BEN
Bedenle can gibiyiz, ayrılmayız biz ikimiz SEN VE BEN
Mu'cize odur ki; bir köşede kavuşmuşuz ikimiz SEN VE BEN
Ama aynı zamanda binlerce mil uzağız ikimiz SEN VE BEN"
ayrıca bülent ortaçgil de bir şarkısında bu söz öbeğini kullanmıştır.
(bkz: değirmenler) sen ve bendeğirmenlere karşı
bile bile birer yitik savaşçı
akarız dereler gibi denizlere
belki de en güzeli böyle
"biz"i oluşturan iki kelime.
ikili ilişkilerde yarıştırılan ve birbirine düşman yapılan iki bahtsız kelime.
sen onu aldın ben sana alma demiştim
sen şöyle yaptın ama ben böyle yaptım
sen yanlış yaptın ben haklıydım
sen gitmek istedin ben kalıyorum!!!