Selamlaşmak günlük hayatta en çok gereksiz anlam yüklenen birey-toplum ritüellerindendir. Sabahları ayrı, öğlenleri ayrı, akşamları hatta geceleri ayrı selamlaşır insanlar. Her biri ezberlenmiş cümlelerle, birbirlerine, orada olduklarını göstermeleri öğretilmiştir çünkü onlara. Bu ritüele alışmışlardır, hatta zorlanmışlardır. Bozulmasından imtina eder rahatsızlık duyarlar.
Bazen bu imtinanın düzeyi öyle bir noktaya kadar ulaşır ki, insanlar karşılarındaki insanın bir birey olduğunu unutup onun kişisel haklarını ihlal etmeye kadar gidebilir. işte bireyin toplumla çatışması tam da bu noktada başlar.
Karşısındakine anlatamadığı, onun kurallarıyla, onun ahlak anlayışıyla, ya da saygı görüşüyle bağlı olmak durumunda olmadığıdır. Ne verilen selamın alınması bir zorunluluktur, ne karşıdaki bunu saygısızlık olarak görüyor diye bir insan yapmak istemediği bir şeyi yapmaya zorlanabilir. Bireyin kişisel alanına böyle bir müdahale hiçbir yoldan izah edilemez.
Toplum baskısının ve kolektif bir ahlağın bireye dayatılmasının belki de günümüz toplumundaki en bariz yansımalarındandır bu. Neden müzik dinlemeye devam etmek istediği için, sizin onaylamaz bakışlarınıza tahammül etmek zorundadır birey, neden nasıl olsa kulaklığı var, duymaz imalı fısıldaşmalarla bin bir tülü laf geydirilmektedir, arkasından konuşulmaktadır, ne hakla kendisinden böyle bir ikiyüzlülüğe tahammül etmesi beklenmektedir?
Bu kadar mı bencilce, bu kadar mı empatiden, anlayıştan, saygıdan uzak, karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan bir toplum yapımız var?
Madem selamlaşmaya inanıyoruz, onun temeli olan saygıya da bir o kadar inanalım ki karşımızdaki iyi niyetimizden şüpheye düşmesin.