hayatını genellikle kaybederek geçirmiş bi adam sait faik. aradığını hiç bi zaman bulamamış bi adam. - hatta belki de ne istediğini de tam olarak bilememiş- içinde olduğu ve yaptığı şeyin okulu bile beklentilerini karşılamamış mesela. çünkü onun yapmak istediği, kalıplara sığmayan bi'şey. ademoğlu ad koyma merakı içerisinde. ve her şey belli bi sırayla tasnif ediliyor. belki de yaşadığı dönemde, ya da okulda sait faik'in öyküleri o günün edebiyatına göre çok ters öykülerdi. böyle bi adam sürekli arayış içindedir, bağlanacak bi'şeyler arar. en nihayetinde kendini adaya ait hisseder ve öykülerinde bu hissiyatı okuyucusuna da hissettirir.söylendiği gibi gerçekten sait faikle burgaz ada özdeşleşmiştir. yazmayacağını anlatırken bile ne kadar güzel yazmış. bence her insanın "küçük bir insan zerresi hâlinde" yataktan fırlayıp her canlıyı sebepsiz şekilde kucaklamak istediği zamanlar olmuştur. sait faik insanı anlatır aslında, yalnız insan portresini, kaybetmiş insanı çok güzel anlatır. tüm eserlerini okumadım ben de, hatta okuduğum öykülerini de iyi anımsamıyorum şu an. bursa erkek lisesi öğrencisiyim ben ve okulu sevdiren sebeplerden biri sait faik. hatta en büyüğü. yalnızca okulu değil, öyküyü de sevdirdi. yazarın sürreal dünyası, okuyucuya verdiği değerin bi göstergesi bana göre. ben böyle yorumluyorum. edebi eserin bilimselden farkı bu neticede, herkes kendine göre anlamlar çıkarabilmelidir.
kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı. dünya değişiyor dostlarım. günün birinde gök yüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saclarını da göremeyeceksiniz. bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. sizin için kötü olacak. benden hikâyesi
tam bir ege insanı, tam bir yazar. hikayelerde de vardır kendisi hayatın her noktasında da. yani hep söylenildiği gibi bir gülüşünden çalar çocukların onları yazar bir de adalara bakar onları yazar. mütemadiyen yazar.
Çağdaş dünya edebiyatına yaptığı katkıdan dolayı kendisi uluslararası mark twain derneği tarafından 1953 yılında onur üyeliğine seçilmiş öykü anlayışı ile eşine rastlanmayan büyük ustadır.
--spoiler--
(...)
günlerden pazartesi. yine vapurun alt kamarasındayım. yine hava karlı. yine istanbul çirkin. istanbul mu ? istanbul çirkin şehir pis şehir. hele yağmurlu günlerinde. başka günler güzel mi, değil; güzel değil. başka günler de köprüsü balgamlıdır. yan sokakları çamurludur, molozludur. geceleri kusmukludur. evler güneşe sırtını çevirmiştir. sokaklar dardır. esnafı gaddardır. zengini lakayttır. insanlar her yerde böyle. yaldızlı karyolalarda çift yatanlar bile tek.
yalnızlık dünyayı doldurmuş. sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey. burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.
(...)
--spoiler-- *
dostluğun nasıl derinden hissedildiğini yazabilmiştir. ruhu şad olsun.
--spoiler--
(...)
Dörder bira içtik. Ayrıldık. Ertesi akşam ben saat sekiz buçukta tiyatroya gittim. o gelmemişti daha. Perdenin açılma zili çalarken yanıma başka biri gelip oturdu.
Yani usta biletini satmış, tiyatroya gelmemişti.
Yani usta bana son defa bir çocukluk yapmıştı. hoşuma gitti. bir tuhaf oldum. bir yalnızlık duydum. halbuki ben tiyatroları hep yalnız seyreder, zevk alırdım. tenha geceleri seçerdim. paradilere çıkardım. o akşamki temsil kadar kötüsünü galiba bir daha seyretmeyeceğim.
hey gidi yani usta hey! bunda ne var ki yani usta, ha? gelmedin gelmedin. ne çıkar bundan ? sen yine o aynalı sinemada yanıma oturan küçük çocuksun sokakta gördüğüm zaman. ama yüreğimi bir şey bir demirden avuç da sıkmıyor değil hani. ama boş ver! inanma! hadi canım sen de! üzülme be yani usta. beni gördüğün zaman gülümseyiver. aldırma! tiyatro da n'oluyormuş ? dünyada dostluk vardır be! o da ölmedi ya!
--spoiler-- *
''ali, birdenbire zayıflamak, birdenbire saçlarını ağarmış görmek, birdenbire belinde müthiş bir ağrı ile iki kat oluvermek, hemen yüz yaşına girmiş kadar ihtiyarlamak istiyordu. sonra ölüye bir daha baktı. hiç de korkunç değildi."
alışageldiğimiz olay ve görüntülerdeki, göremediğimiz detayları gösterir.
nesela, pastaneden dondurma alma işi, ne çok detay varmış, farkında değilmişiz.
adam o donudrmayı neden satıyor, kaç senedir satıyor, kazanıyor mu, lezzetli mi o dondurma, çırak, neden orada calışıyor, gezse oyun oynasa ya, ya o dondurma almaya gelen aile, baba neci, eşi ne kadar da süslü.
dikkat ettiysen, kin yok nefret yok, ahım şahım bir atraksiyon hiç yok.
sait faik dondurmacı, biz oradan dondurma alan çocuğuz. çırak olsam isterdim.
Alemdağda var bir yılan kitabıyla 50 kuşağı hikayecilerine önderlik yapmıştır. notos edebiyat dergisinin türk edebiyatının en iyi 40 şeyi anketinde 4. sıradadır.
sana koşuyorum bir vapurun içinden
ölmemek, delirmemek için.
yaşamak; bütün adetlerden uzak
yaşamak.
hayır değil, değil sıcak
dudaklarının hatırası
değil saçlarının kokusu
hiçbiri değil.
dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde
ben onsuz edemem.
eli elimin içinde olmalı.
gözlerine bakmalıyım
sesini işitmeliyim
beraber yemek yemeliyiz
ara sıra gülmeliyiz.
yapamam, onsuz edemem
bana su, bana ekmek, bana zehir
bana tad, bana uyku
gibi gelen çirkin kızım
sensiz edemem.
iyi ki de var olmuş, iyi ki de (kısa da olsa) bu ülkede yaşamış dedirten insandır. her öyküsü ayrı bi tat bırakır damakta, o tatta renk duyumsarsınız; biri sarıdır, öteki turuncudur, beriki eflatundur. ama illa ki renktir. öte yanı da şudur ki yazdığı her öykü ayrı renktedir, kırmızı yazmışsa (bkz: semaver) bidaha kırmızı yazmaz sözgelimi. rengarenk yapar insanı, rahmet okutur.