adamı hayattan soğutur.
normalde sabahın yedisinde kalkıp duşunu, tıraşını yapıp, ardından sıkı bir kahvaltı ve bir kaç güzel parça dinledikten sonra 8 gibi sokağa çıkarım. ordan otobüs minibüs ne denk gelirse atlayıp işe giderim. fakat bugün maalesef programım alt üst oldu. sebebi gece biraz geç uyumuştum. sabah gözlerimi açtığım vakit saatin 8.30 olduğunu fark ettim.
neyse efendim, bu günlük türlü bakımlarımı erteleyip kahvaltısız vs. evden çıkmak zorunda kaldım. sokağa çıktığım vakit puslu ve ılık bir gün beni karşıladığı için doğaya teşekkür ettim. kötü giden bunca şeyin ardından bu hava gayet iyi gelmişti. normalde bizim ordan arabalar sık sık geçmez. 5-10 dakika beklerim. ama şansa köşeden çıkıverdi. dona kaldım, kala kaldım baka kaldım. niye bu kadar şaşırdıysam. bu ikinci olumlu şeydi. bütün bir kainata teşekkür ettim. günahım kadar sevmediğim şoföre bile neredeyse teşekkür edecektim. (bkz: polyanna)
ücreti uzattım, biraz eksik dedim "kusura bakmayın bu kadar param çıkıştı bir dahaki sefere telafi ederiz" deyince şoför "hiç sorun değil" deyince bi şaşırdım. normalde sopayla kovalarlar adamı. neyse memmleketin bu hali beni epey sevindirdi. derken arabaya bi göz attım, ben ayaktayım baktım tam önümde güzel mi güzel bir kız oturuyor. ben, tepeden kuş bakışı bakıyorum kıza. kız, hani bir dizi vardı (bkz: yaprak dökümü) diye ordaki (bkz: necla)ya benziyor. kendi kendime "ne işi var ulan bu şahaserin sabah, sabah burda" dediydimki kız çantasına davrandı. bavul gibi bir çantası vardı. parmakları kırmızı ojeliydi uzun ve güzellerdi. elleri ak ve kibardı...ben böyle tam şiir yazacak kıvama gelmiştim ki çantasını araladı. aslında bakmamam gerekiyordu ama baktım. bir hayvanlık yaptım ve baktım. bir de ne göreyim.
ya arkadaş bu güzel kızın çantasının içi resmen dış güzelliğinin bir makyaj, bir tesadüf, bir ne bileyim şans eseri olduğunu gösteriyor. elini uzattı bir kablonun ucundan tuttu ve çekiştirdi, kablo uzadıkça çantanın içinden bir şeyleri peşine takıp dışarı çıkarıyor. koblonun sonu gelmeyecek diye düşündüm, neyse ki geldi. hayvan gibi bir şarj aleti. bunu aldı bir yerlere koydu ve başka bir şeyler arama(ğa) (seviyorum bu aksanı) başladı. çantanın içi iyice aydınlandı. bim poşeti mi demezsin. farlar, ojeler, rujlar, taraklar, fırçalar, törpüler, pedler, lifler, denizler, yosunlar, balıklar mı demezsin.
derken bu hanım kızımız (hanım kızımız derken ki ses tonuma dikkat lütfen, zira kolay değildir bir adamın bir kıza şiir yazma noktasından hanım kızımız deme eşiğine gelmesi) aradığı öteki şeyi de buldu ve ucundan tutup dışarıya doğru çekiştirmeye başladı. ve bu da bir kablo. daha ince daha kibar tasarıma sahip bir kablo. evet nihayet sonu geliyor ve bu bir kulaklaklık. çantadan çıkan eşyaları bir geri tıkıştırırken (bakın yerleştirirken demedim) bir an tepesinde duran bana doğru dönüyor ve göz göze geliyoruz. ikimizde suç üstü yakalanmış gibiyiz. evet benim yaptığım terbiyesizlik, ama onun yaptığı da pek hafife alınacak bir durum değil yani. neyse benim güzel gözlerime bakarken asık ve ekşimiz (o an götüm gibi olur) yüzüme dikkat kesiliyor. tabi bu asık surat onun eseri o da bunun farkında. mahçup ve üzgün bir şekilde başını öne eğip uzun ve dalgın düşünceler gark oluyor.
arab durdu. ben indim girdim buz gibi esen neonların içine. şehrimin puslu sokaklarında yolumu adımlar ve aydınlatırken bütün bir yaşamımı ve 18 yaşımı düşündüm. ağladım, kahroldum.
bu hikayeyi niye analttım. aman sevgili kadın yazarlar çantanıza dikkat edin. benden söylemesi.