"Kadın bir erkeğe varmaz, kadın bir erkeğe verilmez ve bir erkek bir kızı almaz, (almak, vermek) bu tabirler kadını kıymetten düşüren, ona ahkar (en hakir) mahiyeti veren şeylerdir ve her şeyden evvel bu zihniyeti kadınlarımız kafalarından çıkartmalıdır..
Bilmelidirler ki iki cins birbirleriyle hayatlarını birleştirirken yuvaya getirdikleri aynı kıymette şeylerdir ve koca mal sahibi değil, ortak, hayat ortağı demektir.
Bu hukuk müsavatı kadınlarımızın şuurunda yer ettikten sonra onların kuvvetli ve hakiki bir insan olmak için dimaği ve fikri sahada da yükselmek isteyecekleri tabiidir.
Memleketimizin kadın ve erkeklerini, biri diğerini sürükleyen ve taşıyan değil, el ele ve aynı tempoda yürüyen iki mahluk olarak göreceğimiz günün uzak olmamasını dilerim. bu kadar efendim."
özellikle yeni neslin "kürk mantolu madonna" romanı ile tanıdığı; ancak "kuyucaklı yusuf" isimli romanının daha güzel olduğunu düşündüğüm şaibeli bir şekilde ölmüş olan (bu bilgiyi gençlerimiz araştırsın. benim bu konuda söyleyeceklerim yönlendirme olabilir) edebiyatçımız.
Bir zamanlar okumanın hükümete darbe halkı galyana getirmek hatta başvekile suikast düzenleme gibi suçları sayılan yazar. Nerden nereye gelmiş ülke. Evet.
Nihal atsız ile arasındaki dava pek konuşulagelmiştir. Davayı bu kadar öne çıkaran şey Ali'nin içimizdeki şeytan romanında Atsızvari bir karakteri yeren ithamlarda bulunmasıdır. Bu romanın çıkışıyla atsız içimizdeki şeytanlar isimli bir uzunca yazıyla cevap vermiş ve ali'yi peyami safa'ya haraket ettiği, dönek ve vasıfsız olduğu kabilinde ifadelerin ardından açık açık ölümüne bir süngü düellosuna davet etmiştir. Davaya icabet olunmamış ve atsız dava edilmiştir.
Konu öyle gariptir ki atsız, Ali'yi ta ilk şiirlerini yazdığı dönemlerden beri tanımaktadır, hatta farketmişsinidir, ali'nin Tüm şiirlerinin toplandığı kitapta Atsız mecmua'da yayınlanmış şiirler bulunmaktadır. Böyle bir yakınlık söz konusuyken atsız'ın yazısındaki ifadeye göre ali ilk zamanlar atatürkçü-milliyetçi iken almanya'ya okumaya gittiğinde fikirleri sola eğilmiştir.
Yazı epey uzundur, teferruatını bir bir eklemeyeyim, okuyunuz, ali'yi yalnızca solculardan okumak yerine onu yakından takip etmiş davasından dönmeyen bir milliyetçi tarafından da okuyun. inanmak istemeyeceğiniz ayrıntılarla dahi karşılaşabilirsiniz.
Şöyle bir dip not da ekliyeyim; pantürkizm veya turan deyin, ikinci dünya harbi ile canlanmış bir fikir değildir. Fransız ihtilaliyle, 1789, zaten her taraftan vatan millet, bağımsızlık kavramları konuşulmaktadır. Anadolu'da ise milliyetçilik ittihatçılarla güçlenmiş, kurtuluş savaşı ve atatürk cumhuriyeti döneminde türkçülük adıyla alenen işlenmeye başlamıştır. Atsız da işte böyle bir dönemin Türkçüsüdür. Onu hitler'den gaz almış gibi göstermek düpedüz iftiradır ki kendisi de bunu açıkça reddetmiştir.
Şimdi bu konuya neden değindim, onu söyleyeyim, sabahattin ali bab-ı ali ocağı çıkışlıdır. Atsız ile tanışıklığı da buradandır. Kendisi o dönem milletçi geçinmiş, almanya sonrası sosyalizme evrilmiş, milliyetçiliği karalamış, siyasileti gözüne batınca yeniden milliyetçi kaleme dönmüş, daha sonra tekrar sola çark etmiştir. ölünün ardından fazla konuşmak iyi değildir, durum budur ki kaynak yukarıda belirtilendir, yazarın henüz hayattayken hakkında yazılmış beyanatın yorumlanmasıdır.
milliyetçilerin ve faşistlerin düşünce babaları tarafından kafası taşla ezilerek öldürülmüş bu toprakların gördüğü en güzel insanlardan biridir. o pis ağızlarınız böyle güzel insanların ismini anmaya cüret etmesin.
öte yandan biraz dangalak, biraz dönektir. dangalaklığını geçelim; ortamlarda atatürk'e saydırdıktan sonra hapse düşmüş, daha sonraları ise sırf memuriyet alabilmek için atatürk'ü öven bir şiir yazmıştır. bu şekil bir adamdır yani.
ama okuyun, eserler sanatçılarından bağımsız olmalı, öyle düşünülmelidir. yoksa nihal atsız da okuyamazsın, nazım hikmet de.
bana hep eski sevgilimi hatırlatan yazar. bana kürk mantolu madonnayı oku en beğendiğin cümlenin altını çiz demişti soluksuz okuduğum belki tek kitaptı ve tozlu raflara eski sevgilimle birlikte kaldırdığım yazar kişisidir.
eski kelimeleri yer yer araya sıkıştırıyor. hani ilk başta okuyunca geçip gidiyorsunuz cümlenin sonunda bir afallıyorsunuz. başa dönünce kelimeler duygularla fikirlerle nasıl dans ediyor onu görüyorsunuz. yazmak başka bir yetenek. yoksa çok kişiden dökülmez böylesine cümleler:
'Bitmiyor, sadece bazen belki güneşli bir günde veya kalabalık bir gecede geçtiğini sanıyorsun ama geçmiyor esasında. Alışıyorsun zamanla. Asla bitmiyor…”- kürk mantolu madonna
'çünkü nedense hepimizde, maddi olsun manevi olsun bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapmazsak çılgına döneriz. mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi'- içimizdeki şeytan
henüz ikinci kitabındayken sanki bu yazar bana hem doğal hem derin yazıyor gibi geldi.
Sabahattin Ali, Aydın Ortaokulu’nda Almanca öğretmenliği yapmaktadır. istanbul’a dönüşünde trenden iner. Bir bakar istasyonda sivil polis kendisini izliyor. Hava sıcaktır.
Sabahattin Ali elinde iki valizi ile biraz yürür ve sonra durup polis memuruna;
- Nasıl olsa eve kadar peşimden geleceksin. Hava da sıcak. Bari şu valizlerden birini de sen taşıyıver.
Polis memuru bir an şaşırır ve sonra;
“insanlık öldü mü?” diyerek valizlerden birini alır.
Sabahattin Ali ve polis memuru iki dost gibi eve beraber yürüyerek gider.
NOT: Bu olay Hıfzı Topuz’un “Eski Dostlar” kitabında yer almaktadır.
günümüzde bile ironinin tam olarak anlaşılmadığı zamanda, sen git 80 yıl önce bir şeyler karala seni tutup atsınlar içeri sonra salya sümük ağla millet sana bilmem neresiyle gülsün. alim alim gül alim, gül dibine gel alim nokta nokta.