Masada unutulmuş bir morg alfabesi,
içinde kaybolmuş bir aşk hikayesi.
Saniyelerin ağırlığı altında ezilen bahar,
Akıp giden her yıl için yakılmış mumlar var.
Sahneye çıkan huzur
Özlemin gölgesinde kalmış.
Yıkılan duvarların kanı boyamış etrafı.
Bir kere kırılmış ya kalemi,
Yazılmış son sözler yakmış zaferi,
Kağıttaki kan lekelerinin hatırası,
Yavaşça işlemiş derine.
Ve eklemiş yazar,
Sol yanın kanı kalır,
işlemiştir içlere
Perdenin soluk izlerinde,
Sarılır kırık yerlere.
bin defâ yenilsen de kalkarsın korkmadan
târihin sayfaları şahittir sana usanmadan
güneş ve ay selâmlar eserlerini yorulmadan
kabil değildir seni anlatmak gururlanmadan.
Karşılıksız olan şeylere tutsağımdır ben
Ama senden alacağım bir karşılık
Ateşle dans ettirir beni
Bana bunu yaşattın aslında
Ateşle etmedim o dansı belki ama
Bir mum ışığında izlemiştim seni
Elimi çeneme dayayıp dalmışım yüzüne
Bir şeyler anlatıyorsun
Ve sadece bana bakıyorsun
insanlar arasında
O an ki
Bakmaların en anlamlısı ateşle buz
Sadece ikimiz biliyoruz
Ayrı dünyaların aynı insanlarıydık
Bir yansımaya aşık oldum ben
Suya düşmüş bir yansıma
Hayaller gibi
Bir gölgeyi sever gibi
En karanlık hallerimi sevdim
Seni sevdim
Farklı boyut aynı an
imkansızdı
Bir o kadar gerçekti
Yaşadım, yaşadım.
Doyasıya değildi belki
Ama yudumladım her iki bardaktan da
Kurumuş boğazım
içimi yeşerten
Bir başka ben, sen
Neydi adın sahiden
Suya düşmüş ben
Şu soluk zihnim, eski bir tozlu sandık,
Kaburgalarım, kalbimi perdeleyen bir pelerin.
Gözyaşlarım! Bilin ki benim atim karanlık,
Siz de parkelerimde bir bir silinin.
Sonbahar bekler, yastığımın altında,
Ve beni ezip geçen yalnızlık karşısında,
Kalp atışlarım! haydi siz de eğilin.
bıraksa aklım savaşı bu sonsuz davayla
zar zor yanan sokak lambam sönse artık,
tıkansa şu soluğum, dursa kalbim sırayla
dünya en fazla kazanır fazladan bir artık.
ah! bir tabutun içinde uykuya dalsam,
tüm kötülüğü içimden toprağa salsam.
Bir kainât akıyor, şu sızlayan körpücüklerimden,
Her kirpiğim ıslak ıslak buna yas tutmakta.
Kalbimdeki ölü kelebek, geçip de gözlerimden,
Kendi mezarımın üzerinde tatlı tatlı uçmakta.
ilkbahar olmaya yeltendim bu kış
Bu yüzdendir bir kenara savrulmuş hallerim
Üşümüş, mosmor olmuş ellerim
Boyumdan büyük işlere kalkışmışım çünkü
Şimdi ise oturmuşum bir kaldırım taşına
Ağlıyorum kar taneleri eşliğinde
Oysa çiçek açmak ne de yakışırdı bana.
Bir kâlp ki göğsümde, hiçliğe vurgun,
Saklar yüzünü usulca, kollarında karanlığın.
Ey odamdaki çiçeklerim! Birer birer solun,
Bir sonraki o beyaz şafağa varmaksızın.
Sanmayın ki içimde bir çocuk sevinçle koşturuyor,
Bilâkis bir tabut var, sessizce uzanıyor,
Saklıyor bedenimi, kollarında karanlığın.
Bu zamana kadar yazılmamış mektuplarımı sana adamak istedim.
Onca zaman gece yatağımıza yatıp aynı yıldıza bakıp iç çekmişliğimiz vardır. Ahmed Arif’in dediği gibi canım benim bilir misin? diye başlasam.
Yok yok bilemezsin ki içimden canımın çıkıp sana koştuğunu.
Sensizken yaşadığım özlemi tarif edecek biz sözüm yok lügatta
Yine kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir yerdeyim.
Dokunmadan, görmeden, sadece yıldızlara bakarak sevdim seni,
Her gece bana göz kırpışlarındı halet-i ruhiyemi okşayan.
Ahmed Arif’in dediği gibi adamım;
Aşık olmak kırmamak, üzmemek belki de zamanı geldiğinde kaybetmektir.
Haberin olmadan seviyorum seni.
Bağırıp çağırmadan, yırtınmadan, usulca..
Belki bilsen seni ne çok sevdiğimi, sevemezdim seni özgürce.
O kadar özgürüm ki yokluğunda çekip alıyorum elimi her uzattığımda…
Ve gözlerin gece bakışlı adam...
Gözlerim gözlerinle buluştuğunda, utangaçlığından sığınacak liman arıyor.
Ben hep yazarım böyle…
Sana, sensizliğime, belki de hiç kesişmeyecek kaderimize. Ahmed Arif’in dediği gibi adamım;
Kendine iyi bak, bir daha hiç bir ana doğuramaz seni…