dudaklarında bir çöl rüzgarı esiyordu,
derinlerden gelen bir iç ses kadar
kulak tırmalayıcı ve can yakıcıydı
tuzlu sularda yanan bedeninin alev alması gibi...
gözlerinde gözlerimden akan yaşların
izini arıyordum her geçen günün ardındaki
tan vaktinde yalnızlığa doğan güneş gibi...
ellerinde bir hüzün mevsimi beliriyor
geçmişten kalan bir ihtiras kasırgası kadar
yıkıcı ve silip süpürücü;
bize dair ne varsa ya da ne varmışcasına
sanki hiç olmamış gibi,
sanki hiç görünmeyen bir çıkmaz gibi...****
eylül vurmasın yüzüne
bıçak yaprakları degmesin tenine
yükselmesin ay,batmasın güneş
uzak dursun dokunmasın gözlerine
köşeleri yanmış mektuplarımın
dalları tutuşmuş ağaç sayfalarımın
yağmurlu kaldırımlarında yaşlı bakışlarımın
plak seslerine karışan adımları hiç susmasın
hayalleri can çekişiyor gecenin
nemli duvarlara boyanıyor,yetmiyor
damla damla akıyor beyoğlu sokaklarına
vuruyor kendini,sonu meçhul limanlara
yılıkan her şehir benim
talan olmuş umutlarıyla
birikir avuçlarıma
son kez istiyorum
bir şarap damıt ruhuma...
ince armonilerin arasında
hüzün sızıyor şarkılarıma
kayıp notalarımın arasında
vakitsiz bir ışık var koynumda
gece çıglık çıglıga bagırıyor
gözlerinde melankolik travmaları
melodisel şarkılarında nefesin
rüyalarında eski aşk fotoğrafları
hepsi eylül akşamlrında saklı...
ne desem yetmez ki sözüm
ardında bıraktıgın koca hüzün
ne söylesem boş,kayıp benim özüm
nereye bakayım her yer eylül,göremez gözüm...
Sakla yaralarını kalbim
Şimdi eskiyen bir hayalden geldim
Yine bir teselli istiyorum
Nedir dünyada insan olmanın tesellisi?
Çocukken oyunlar, büyürken hayaller
Şimdi ne olabilir?
Şimdi, çöl yerine bir kıyıda olmak vardı
Güneşin aydınlığı güne düşmemiş,buğulu bir grilikte
Kendimin bile fark edemediği göz yaşlarım.
Sonra bir el,omzumda sıcacık,
Gözlerimi kapadım,içimde cennet kokusu bir daha hiç açmasam
Karların en yükseğindeki dağ evinde,altı basamaklı merdivensiz kapının önünde olmak...
Arkamda bir hayali yakamoz,dolunay gibi yüz dönmek kente
Güneşi batırmak en doğan haliyle
Etraftaki manzara tüm cazibesiyle her yanımda,
Bense denize hasret altı zamanda
Yine ağlasam
Bu kez en farkında olan halimle
Yine bir el, bu kez soğuk, omzumda
içimi titreten...
Bir sabah üşüyerek uyanmak,ama o sabah uyanan BEN olmak...
Bence'ler anlamsızlaşınca beklemekten başka çare kalmıyor
Tam da kiraz mevsimi geçip,elma mevsimi gelmişken
Son bir baharın sarı yaprağı düşmeden yerde kaldı
Geç kaldım,altıncı basamaktan mazgala düşeni tutmak için
Sonbaharın ezgisi kaldı çıplak bir dudakta
Açarım pencereleri altıncı derste,konu intihar
Cevaplar biriktiririm içi boş ceplerime
Dönüşüm olur, ne yazılacak bilinmez bir vakitte
Yüreğimin yanık yaralarında kalan izlerde,uçsuz hayallerdeyim
Sakla eskiyen yaralarını kalbim
Sıfırlamaktayım hayatın tüm sayaçlarını
Kendimi; altı duvarlı odalarında nefes savaşı veren herhangi bir boynu bükük sefil ilan ediyorum
Ellerime iletkenlik komutunu veremedim henüz
Zihnim kilitlendi
Ah şu bedenim atış alanlığından çıksın gayri
Elimde iken kokladığım gülleri
Altıncı basamakta düşürdüm parlak yıldızdan denize
Sahiller de kirlendi şimdi, dolunay dönüş seferinde
Hayallerim çarpıp geri gelen bir damla denizin suyundadır
Gökyüzündeki parlak yıldızlar her yere altı karış uzaklıktadır
Erkekler ağlar mı bilmem ama,hayal ipinin bir ucu da elde olur çoğu zaman...
Aşkı gülen resimlerle yaşardım eskiden
Hayatın koyu şatı hayallerinden gelip geçiyorum
Halbuki benim hiç gülen resmim olmamıştı
Altıncı karesinde bıraktım işte elimdeki kamerayı
Hayata hep erken atıldım
O bana geç kaldı
Hayallerim ise aşka kestirmeden kaçtı
Bütün resimlerim altı delik bir sepette şimdi
Çocukluk masallarımı dinliyorum,gece uyumak için penceresiz odamda
Satın alıyorum hayalimi köşedeki esnaftan
ilerisinden altı gümüş kurşun, altı paraya
Rus ruleti oynuyorum tek başıma, altı patlar bir tabancayla
Eskiyen yaralarını kalbim sakla
Bir akasya okşuyor gözlerimi,geciken sabahlara koşarken kuşlar
Koşuyor ve ıslanmadan geçiyorum sulardan
Hayali aşklardan arta kalan, şehvetsiz bir hece aslında
Islandı gözlerim yine gecenin al yalazında
Hani hepsi hayaldi...
Islak gözlerimle geçiyorum bu sefer
Altı basamaklı bir kulenin kenarından
içi boş ceplerimde kül var artık
Hayali bir aşktan arta kalan...
Ey hayalim!
Bilirim, dirilmek içindir ölümüm..
Kağıttan intihar kuleleri yapıyorum sonra,yine altı basamaklı
ihanet ediyorum tekrardan en canlı hayalime
Kendimi ele veriyorum en kestirme yola giderken
Pus ve dumandan önce bu şehirde
Geceleri göz kırpan ve isimler takılan hayali aşkları vardı duvarlarında..
Hani hepsi hayaldi
Hani hepsini ben uydurmuştum
Hadi saklanalım o zaman yara almadan ey kalbim...
Korkakça yaklaşımlara konu oldu hayallerim
Ama neden şimdi, neden bu kadar çok?
Tek bildiğim
Sen varken hayalimde
Korkaklığa fırsat yok...
Halbuki korkulacak bir şey yoktu ortada
Her şey naylondandı, aksi seda yankısı gibi
Ben ne kadar düzgün davrandımsa,hayallerim o kadar yamuldu
Odam odalar içinde yoğruldu, pencereler kayboldu
Altı duvarımı istiyorum sadece
Altılıdan bir gümüş kurşun,bedenime saplandı saplanalı
Garip bir seyyah oldum işte.
Giydiğim birkaç beden büyük ceketimle
Ve o ceketle şu caddede yürümenin verdiği zorluktan kaynaklandığı
Elimde bir valiz
Hangi hamala yüklesem altı delik heybemi
Taşır mı tüm yükümü, altıdan bir eksilmiş gümüş kurşuna?
Yeter mi bu kadarı?
içimdeki sıkıntıyı hiçbir hayal dağıtmıyor bugün
Bıkmışım, acıkmışım, doymuşum, yeni bir hayale
Sakla eskiyen yaralarını kalbim..
Şimdi yeni bir hayalden geldim..
Kendi bataklığından kaçan bir hayale tutunuyorum yine, en aydınlık yanlarından
Çıkınca dolunay karanlık seferine, güneşten çıkan ışık da solduğunda
Sonra belki yollara acı bir yağmurla birlikte yağarken kaldırımda
Kalırım ben yine buralarda..
Son hecesi yorgun vurgulu
Aşkım deyişin bir iki defa
Sayılı oldukları için mi unutmadım
Yoksa benzersiz oldukları için mi?
idrak edemiyorum.
idrak yolları tıkalının
Bünyesinde barındırdığı dert
Gamzelerine
–hani içine ne duygularım düşmüştür-
işte o uçurum çukurlara
Değecek bir başka adamın
Değecek başka bir dudağının
Kıvrımlarından etkilenip
Ona aşkım dediğinin
Canlandırmasını yapıp durması
Zihnimin
Son hecesi yorgun vurgulu
Aşşşkımm deyişindeki o sessel yolculuğun
Ruhumda bıraktığı tahribat
Ve son gecesi yorgun bırakacak
Her hecesi bol dumanlı sözler içeren
Emir-kavil meselelerinin konuşulduğu
O acı istenen bazı şeylerin
Örneğin
Kahvelerin
işte o son gece
Hislerin çoğu eski evde bırakılır
Yenileri getirir erkek tarafı
Kalpli olacaktır yeni evin
Her tarafı
Geride kalanlara uzun ömürler
Ve baş sağlığı
Ruhta oluşan tahribat
Ruh nakli mümkün olmadığı sürece tıbben
Öyle kalacak
Ve bu adam
Geçmişini arkaya tarayıp
Yaşamaya çalışacak...
Gidişin dönülmezliğinedir biletler..
Giden gidişe alır biletini, dönüşüne değil..
Yüreğinde izi kalmışsa anıların
Gelişi de geliş yönünde alınacak
Bir daha gitmeler olmasın diye..
Soğuk olur otogarın peronları
Giden sevgilinin yokluğu titretir bedeni
Göz yaşları vardır tekerlek izlerinde..
Binişi vardır ardına bakmadan,
Sanki gidilen yönün gelişine bakılmadığı gibi.
iki kişiliktir de; birini dolduramaz
Anılarla örülen, ızgarasında yudum yudum
içilen sevdaların koltukları..
Otuz dokuz numaralı koltuğun eşi boştur..
Halbu ki; birbirini takip eder sıralar..
Bir birini takip etmeli sevdalar,
Gözlerden inen tanelerin
Diğerini takibi gibi..
Senden ve benden akan sevdaların
Takibi ne kadar zor değil mi sevdiğim? ?
Arkandan takibine billur tanelerimi
Ateşe verdim de, göremedin sevgili;
Vedaların hicrana arkadaşlığını seyre dalarken
Göremezdin, alev topuna dönen inci tanelerimi..
Sela okur gibi acıtır içimi
Muavinin sesi..
Yolcu kalmasın diye seslenirken..
Biliyor musun?
Yüreğimde oturduğun koltukta boş kaldı..
Kimse oturmasın diye yıllarımı
Rezerve yaptım..
Sen dönüşünü bana alana kadar..
Kocaman otobüs küçüldü gözlerimde,
Peronlar sessizleşti, insanlar derinleşti..
Ayrılıklara taşınan yolculardan biriydin..
Başka birleşmelere giden yolcular gibi!
iki oyuklu bir kasaturaydı
Kaptanın direksiyon kavrayan elleri;
Gitmeleri kesmeyecek kadar da kördü..
O kasatura ki; ellerimizi ayırdı,
Vuslat inledi, sevdalar bağırdı..
Bilsen sevgili; gitmeler ne de ağırdı..
Beni deli eden bir uğultu!
Yokluğunun ayak sesleri..
işte gidiyorsun sevgili!
Yarınlarımı da yanına alarak,
Ömür hazneme umutsuzluğunu katarak..
Çözümsüz kalmıştı tüm uğraşlar,
Cevapsız kalmıştı candan haykırışlar..
Sevgili!
Parmaklarımın arasından kayıp giden ellerin
Ellerin değil, mavilerimdi aslında..
Kelimelerin anlamdan ayrıldığı saatlere
Eş düşmüştü gidişin..
Her kelime anlamsız, her anlatım kelimeden yoksun..
Gülüşlerimi yerleştirdin mi bavuluna,
Bakışlarımı aldın mı yanına?
Ya yüreğim! Yüreğimi de sol cebine koydun mu?
Hasretimi mendil edasıyla katlayıp,
Bir nefeslik olsa da içine çektin mi?
Ben, senden sonra adımladım tüm sokakları,
Her yol bir diğerine hasret doğurmak için
Birleşmelerdeydi..
Hepsi sessiz, hepsi mahsundu..
Göremezdin! Sokakları da bıraktın ardında..
Geceleri yalnızlık şarkılarına bıraktığın gibi..
“ Onu benden siz aldınız,
Onu benden siz çaldınız,
Şimdi yalnız bıraktınız,
istanbul Sokakları..”
Haykırışlara döndü şarkılar!
isyanların vuslatı başlamıştı,
Yüreğimden dilimle buluşmalarında..
“Söyleyin sevgilim nerde?
istanbul Sokakları..”
Hasretin her işlenen oyasında bir kumrunun
Acı, içli gözyaşı var sevdiğim..
Bir sabah pencerene konduğunda
Kanadının altında sakladığı damlayı öp..
Kimbilir? O damla dönüş biletindir sevdiğim..
Biletini, katlamadan getir geriye..
Ben onu her gece yastığım altında
Bozulmasın diye özenle sakladım..
Ben kendimi ömrüne sakladım,
Bu yüzden yüreğimi sen gelene kadar
Tüm sevilere yasakladım..
Derdim ne sen ne ben ne başkası
Bence dert etmenin manası da yok
Hayat işte akıp geçecek
Herkes bir yerden vuracak voleyi
Kiminin ki az farkla dışarı
Kiminin ki çataldan içeri.
Neydi aşk?
Tek kişilik yasamak mı güzel olandı ,
yoksa diğer yarına kavuşmuş bir şekilde hayata devam etmek mi?
Aşka yaraşan duygular en-lerde yasanmalıydı.
her an,
her saniye..
Nefretle , engelsiz sevginin bir arada buluşması mı aşktı?
Varlıkla yokluğu bir arada yasamak mı ?
Her şey olabilir ama kusursuzluk olamazdı,
Tek düzelik asla.
Ritimler değişmeliydi her an kalpte,
Bir öyle olmalıydı bir böyle.
Tam olarak bir cevabı yok!
Aşk belirsizlik,bilmezlik,bıkmazlıktı.
Sen güzelsen güzel olandı aşk,huysuz çekilmezsen çekilmez olandı.
Aşkın karşılığı senin adın,
Varlığın değil ruhundu.
Aşk geçmiş zamanlarda ruhumdan ruhuna seslenişti.
Seni gördüğüm an;
Yüreğim aktı yüreğine.
inceden bir güzellik girdi içime.
Dünyama huzur eklendi,
Adı senle başlayan.
Gelecek olan güzelliklerin bir habercisi,başlangıcıydı bu.
Güneş artık daha güzel doğup batacaktı,
Yanımda sen olacaktın.
Baktığımız her şey güzelleşecekti,
Senin beni güzelleştirdiğin gibi.
Nasıl bir boşluk bu..
insansız,hayvansız,hayatsız bir dünya sanki içim.
Sen misin bu kıyameti koparan güç,
Ağlasam yeşerir mi yeniden şu kurumuş ağaç.
Nuh'un gemisine binme vakti geldi,
inancımı yeniden tazeleme vakti.
Sıfırdan başlamak için her şeye,
Arasam bulunur mu yeni bir amaç.
Nisanın ılık rüzgarlarında üşüyorm şimdi,
incecik ellerin izleri hala yüzümde.
Susacağm artk tüm sözlerimi,
Asi bir nisan rüzgarına bıraktm kendmi,kollarını aç. *
korkuların yanında, ellerin cebinde...
saçların hep uçuşsun...
böyle doğal bak bana her zaman.
hissediyorum bakışını...
içim rahatlıyor o zaman.
kızıyorsun... kız!
bazen hak ederim. hakkını vermeyi bilirsin.
sen benim özendiğim adil yönümsün!
heveslenir gibisin beni öldürmeye...
ellerinde kurusun mu çiçeklerin tüm kanları akana kadar?
sen benim içlendiğim gaddar yönümsün!
betimlenemez haldesin...
tadın, kokun değişik senin...
bilmediğim bir şey.
kuralların, çizgilerin nerede?
sen benim hep olmak istediğim özgür yönümsün!
kaşlarının altında bir şelale.
yüzme bilmiyorum!
boğulmak bazen güzel...
pahalıca sahiplenmek...
ve bilmeden şarkısını, bağırmak geldiği gibi...
istersin. çok seversin şarkı söylemeyi.
ama olmaz işte...
sen benim en sevdiğim utanmaz yönümsün!
akşam olunca aramıyorum artık seni.
gözlerim kirli bir teneke parçası gibi
düşmüyor denize ve suya. ki sular
her gün batımı kirletilmiş bir haldedir bilinmeyen
bir eskici tarafından. o yüzdendir denizler bir yere dökülmez.
çöplüktür çünkü o ve eski aşıklar cirit atar kıyılarında,
kıyılarına eski sevdiklerini atar. kurcalar zaman
bırakılmış düşünceleri ve düşündükçe kanar.
denizler hiçbir zaman kan rengini tutmaz.
akşam olunca aramıyorum artık seni.
gözlerim bakmıyor ve görmüyor sonraki
gün gelişini. gelmesin diyorum içimden zaten
belki daha çok unutur zaman sonraki günle geçmişi. ki geçmiş
dediğin üç beş çocuğun ilk okul anı defterinin ilk sayfasındadır
sonraki sayfalar unutkandır, anımsamaz birşeyi.
akşam olunca aramıyorum artık seni.
vazgeçtim senden, önce kendimden. bıraktım ümitlerimi
mahallenin en hayta çocuğunun yatak odasına, kim alırsa alsın
isterse kaybetsin umurumda değil.
çünkü inançsızım artık, inanmıyorum kimseye, geçmişi inkar ettim ve
baştan yazdım tarihi. inanmıyorsan bak,
çin seddinin sadece ve sadece uzaydan görülmesi için yapıldığına inanmak çok keyifli.
piramitlerin aslında ters yapıldığına ve malzemeden çalındığına inanmak ve
900lü hatların aslında 1900lerden kalma eski bir hastalık olduğuna inanmak çok keyifli.
akşam olunca aramıyorum artık seni.
çünkü gözlerimi kaybettim.
Sormuyorum ben kendimde değilken bu satırlarımın sebebi kim?
Siliyo, yazıyorum.
Bana kalan tek şey gözleriydi,
Düşlerde görüyorum.
Her pişmanlığımda biraz o vardı, keşkelerde onun adı.
Ve bir keşke çektim, zaman ellerimden kayandı.
Dayandım ben kaç zamandır, çok dayandım.
Kaç sayfa tükettim hatırına ve kaç kez yokluğunla uyandım.
Konuşamaz bu dilde duamsın, günahlarım arasında sevapsın.
Bilirdim bana cennet kadar ıraksın.
Bıraksın yakamı keder, semaya uzandı dertler.
Serinlik arama bende, içimi kor misali yakansın.
bulutların üzerinde güneşin
silik dokunuşları hala geziniyor,
gölgelerin üzerinde loş ışığın
umut veren ışıltıları dalgalanıyor,
kalbimin üzerinde sevdanın
deli deli bakışları gözüküyor,
vicdanının üzerinde acının
ufak parçaları kümeleniyor;
ama kıpırdamıyor, sadece
bir kirpinin can acıtması gibi
can yakıyor, yakıyor, yakıyor...
bırak, hep yaksın ki
bırak, hep acıtsın ki
ben de acıtılan yaralarının
bedelini öderim en ağırından...****
değmez mi hayatta uğruna
akıtılan gözyaşlarına?
değmez mi hayatta uğruna
söylenen en içten duyguların
varoluş noktasındaki çılgınlıklara?
değmez mi hayatta uğruna
ilk ve son kez sevip de
sahip olamamaya?
sahip olmak için midir
uğruna verilen tüm bu çabalar?
aşk mıdır uğruna bırakılıp
gidilen yalnızlık sesleri? *****
geziyordum günlük güneşlik bir günde
baktım orada beliriverdi
beyaz atlı prensin beyaz atı gibi
bembeyaz, saf bir zümrüdü anka kuşu;
büyülü bir mehtap gecesindeymişcesine
gündüz karardı geceye, sevdayı aldı
anka kuşu göğe çıkarttı;
çok sevdi sevdayı da,
yapamadı onunla da bıraktı,
sevda bırakamadı gitti anka kuşunu,
anka kuşunun son gülümsemesi
yadigar kaldı sevdanın ağlayan gözlerine,
merhem oldu kaldı gidilen yerlerdeki
görülmemiş güzelliklere... **
zaman durdu sanki geçmek bilmiyor,
en amansız fırtınalar kalbimde esiyor,
biçare yürek, kimse anlamıyor,
ne olur dön geri, kalbim sensizliğinde atmıyor...
geçmesin sensiz geçecekse ömrüm,
sen yarınım, bugünümsün, hem dünüm,
sen yoksun ya hep acı, bitmek bilmiyor zülum,
inan, inan ki başkasını istemiyor gönlüm...
viran olmuş yürek haykırıp dururken,
değil seni görmek, düşünmek bile yeterken,
nasıl böyle oldu herşey o kadar güzelken,
beklerim hep seni,
gelirsin diye belki geç, belki erken!
ben hakeder miyim bunu bilmem,
kimse sevmeyecektir seni, benim gibi inan,
benim, her an gözyaşlarını içine akıtan,
cihan görmemiştir senin gibisini,
ne güzel yaratmış yaradan...
değiştiremeyeceklerinden emin olduğunda pus demişti,
herkes konuşurken söyleyecek sözün yoksa yap sadece,
ya da çoksa, ağzın doluyken çıkmıyorsa sözcükler,
adını söylediğin şeylerin anlamı kalmadığında dene,
"anlamsız" dememek için pus demişti,
bir sabah uyandığında dünyanın yine aynı yöne döndüğünü gördüğünde getir aklına,
gün dönmüş, güneş batmışken pus bir kenara,
yıldızlar kayarken gecenden,
(uzatıp elini yakalamayı) umut etmekten vazgeçtiğinde pus kenara geceden,
uçurtmanı kaçırıp gökyüzüne,
yaşlı gözlerle ardından seni terk edişini izlerken,
herkes büyümeni istiyorken,
sen hala küçüksen,
sus dedi bana,
ve pus bir kenara.