sen o şımarık kızı sevdin,
sen senden kaçanı kovalamayı sevdin,
sen seni ağlatan kızı sevdin,
sen senin kalbini her defasında kırıp kırıp
ertesi gün sanki hiçbir şey olmamış gibi
pişkin pişkin özür dileyen kızı sevdin,
sen sevgisini gösteremeyen acemi bir kızı sevdin,
sen daha önce hiçkimsenin sevmediği bir kızı sevdin,
sen bu kızı belki de böyle olduğu için sevdin,
sen laftan sözden anlamayan bir kızı sevdin,
sen en ufak birşeyde ağlayıp zırlayan bir kızı sevdin,
sen bu kızın yükünü taşıyamadın
ve sen seninle gitmeyi seçtin...
sen bu kızın sevgisine inanmadın
ya da inanmamayı tercih ettin,
sen bu kızı hep aynı haliyle
beyin kıvrımlarının içine kadar kazıdın,
sen bu kızın büyümüş olabileceğine inanmadın,
sen bu kızın büyüse bile değiştiğine inanmadın,
sen bu kızın değişse bile artık umrunda olmadığını söyledin,
sen bu kıza son bir şans daha vermedin,
sen çok şans verdiğini inatla vurguladın durdun hep,
sen aşka ve sevgiye şans veremedin ki,
bu kıza şans vermişsin ne yazar?
sen bu kızı unutmadığın halde
unutmuş edasında hayatına devam ettin;
ama sen hayatında sadece sana yer verdin,
sen seninsin ve sen hep senin olacaksın...
beyaz güvercinlere bak,
ne kadar çok sahip çıkıyorlar sevgilerine.
ben sahip çıkamadım sevgimize,
oysa sen nasıl da sahiplenmiştin beni
ve benimle olmayı.
taşlar yıkılıyor sanki üzerime,
inan ki ben de çok sevmiştim seni
ve senin yanında olmayı.
bitti ve gitti sende
bize dair her ne varsa.
sana karşı içim buruk,
sana karşı kalbim kırık,
senin kalbinin kırıklığı
kabuk tutmuş olsa gerek;
çünkü o kadar çok kırılmıştı ki zamanında...
oysa ben bencilce hala devam ediyordum
aynı acıları, aynı kederleri yaşatmaya sana.
yanlış örülmüş bir kazağın
sökük parçaları gibiyim,
sen olmadan ben var olamadan
bir toz bulutu halinde uçuyorum...
yanan bir şöminenin
son külleri gibi siyah çökerken üzerime
son bir kez veda busesi konduruyorum
senin resmine ve gidiyorum son yolculuğuma...
Kalbinin götürdüğü yere git
kalbinin götürdüğü yere git,
çünkü ben orada olacağım.
konuşma, sorma neden ordayım,
tek bildiğim şey seni sevdiğim,
bir gün öleceğimi öğrensem,
tek üzüleceğim şey,
cennette seni beklerken,
sensiz geçecek olan günlerim olur.
Unutma,
Kalbim dursa da durmadan seveceğim seni
Sen de beni sevsen nolur. *
gönlümden kopuyor bir parca, seni görünce gözlerimle,
kalbim duruyor bazen, sesini işitip titreyince,
duramıyorum, durduramıyorum kendimi bu ıssız bende,
iciyorum her aksam, seni dusunerek iciyorum,
ve kafam bir dunya, içtikten sonra,
diliyorum sadece, ölmeyi ve seni öbür tarafta görmeyi,
biliyorum imkansız çünkü sen tertemiz bir yüz, kalp...
.. bense seni sevmekten başka güzel hiçbir şey yapmamış,
senin umudunla yasamis biri. seni dusleyerek,
ve ölüyorum. sessizce.
gözlerinin içine bakıyorum, anlamsızca
o masum yüzüne, o güzel yüzünü süsleyen saçlarına bakıyorum
göz göze geliyoruz, cesaretim yok... gözlerimi kaçırıyorum
ama sen biliyorsun... beni... tanımıyorsun belki tam anlamıyla
bilmiyorsun ismimi, belki de seni sevdigimi bilmiyorsun
ama sen gözlerimin içine bakınca, o güzel gözlerinin bana baktığını anlayınca
yine.. yeniden kalbim hızlanıyor. ve bir anda duruyor..!
ve ölüyorum. sessizce.
köklerinden koparcasına çekiliyor
saçlarım
gözlerim kısık, hissiz, sessiz
şehvet diyorlar buna
unutmak diyorum ben
benliğim
ne kadar kandırabilirim
sen
arkamda karanlıkta
nefesini nasıl unutabilirim
kesik kesik ama sürekli
hep öyle olacak sandığımdan
şimdi ardımda bir nefes
unutulan cam kırıklarının üstüne basar
bastığı anda hisseder tenim
ve çok daha içerdeki ben im,
bir tek senin olduğun yer içim.
sendin biliyorum
nefesin
nasıl unutabilirim
kesik ve kanlı ve sürekli ve çığlık çığlığa.
doğalgaz yoksa fındık yiyin diyor bakan
kanalizasyonu işgal etme kriz var gelmesin kakan
tüm bunları es geçip, görmezden geliyor
gidip bulup konuyor yine ergenekonan
ben uuser diğilim bebegim, sadece yazarım
eksi oylar beni benden alırsa, şaşarım
bu sözlükde ben de taze bir kaşarım
mevzu şiir yazma ise, işte orada coşarım
şiirlerimde kendim gibi, spontane
eksi versende aldırmıyorum, daha ne
ben boyleyim begensende begenmesende
ben uuser değilim bebeğim, basit bir yazarım sadece
Gözler
O gözler ki ağlayınca zehirler akıtacak,
O gözler ki bir güldüler mi çiçekler açtıracak...
O gözler ki suçlayan bakışlar atan,
O gözler ki şehvetli ve ölgün!
Ve nereye baktıkları hiç anlaşılmayan...
bekarların boşandığı an,
suskunluk çökünce geceye
yalnızlığın koktuğu çiçekler
birer birer açarken
doğmanın verdiği o tatla
alıcaksın eline kış yaprağını.
sonra sorucaksın
hey bee bende mi diye
içnden o garip ses ile
evet bende
ve
evet sende
evet hepimiz
bu oyunun neresinden tutarsak tutalım
eveh hepimiz de.
sonra yaşlınıcaksın
artık söylicek ne bir söz ne bir umut
bütün umutları teperken
kendinle oynadığın gelicek aklına
bedenin çıplak
sen çıplaksın
ben çıplağım.
ürpericeksin cebinden çıkardığın anıların
tokat gibi yüzüne inerken
özlemeyi öğreniceksin
o yaşta
o yaş ki
senin tek varlığın
bir yaş ki varlık olsun.
özlemeyi öğrenirken
sevdiğini anlıcaksın ikinci tokatı yediğinde
gözlerinde ki ifadeyi
görücem.
sonra benim de aslında
olmadığımı hatırlayıp,
susucağım.
gel zaman git zaman,
köye bir troll dadandı*
ağıllardan, ahırlardan
koyun-kuzu çalardı
bir gün tak etti canına muhtar emmi'nin
kaybediyordu davarları birin birin
dedi "canavar dadanmış köye,
bakacak kimse yok mu bunun çaresine"
bizim karı mahmut aldığı gibi eline
babasının oduncu baltasını
bir de sırtına çifte kırmalısını
"ben varım mıhtaremi!"
diye daldı köy odasına "vurup gelem gavatı!"
birden köy odasında bir kahkaha patladı
"la süt, sen nası vuracan canavarı"
"vırıcam mıhtaremi! emma gızını da verecen bağa!"
muhtar birden duraksadı, gülmesi kesildi
başından aşağı kaynar sular indi
ama sonra tekrar bir kahkaha aldı muhtarı
dalga geçen bir ses tonuyla "tamam la mahmut karısı
gebert canavarı al kızımı"