sonbaharın son çiçeği,
eylül'ü sever oluyor sayende insan..
bilmiyor kimseler alıp götürürken yaprakları
müjdelendiğin bir bahar hediyesi oluşunu..
bağırıyorum sessizce tarif edemediğim seni
kurcalıyorum anılarımı
anımsıyorum yaşattığın güzellikleri ..
varlığının kattığı anlamı düşünüyorum..
büyütüyorum içimdeki seni,
iyi ki varsın diyorum..
Hayat kelepçe rolü takındığından beri
Kimseye yardım eli uzatamaz oldum
Parmaklarım, kolumun acizliğine yenildi
işte o zaman çaresizliğin adını koydum
Kalbime verdiğim zahiyatların haddi hesabı yok
Ne işe yaradı bu sarfiyatların ?
Sen çok çalıştın
Fakat önüne geçemedin uçup giden hayatların
Hatıralar kalbinde saklı
Yllar geçtikte, intikam oldu senin içinde bir saplantı
Ama düşünmedin ki ! Kinin seni hangi uçuruma iteceğini
Tam aşağı düşecekken Kimin elinden tutup yukarı çekeceğini..
Gözün karardığı an
Başka birinin alnından akan kan önem teşkil etmediyse de
Zan altında kalırım hesabı
Arkana bakmadan kaçman
Oldumu şimdi ? Söyle lan ?
Hani suçlu onlardı ?
Rahatını bozanlardı ?
Yaptığını beğenip gururlandın mı?
Düzgün giden hayatınının en doruk noktasında
Bu yaptığın, evet bu yaptığın tam bir salaklıktı...
Bencillik en son düş olmalıydı kafanda
Ama sen yenemedin o nefsi ve göreceğin en son yer artık senin kaderin
Yani DÖRT DUVAR ARASI KARANLIKTI...
fuhuş baskınından sonra
terk edilmiş bir otel gibi
yalnızız bu gece...
ağzımızdan çıkan tek bir Hece,
delil olacakmış gibi
suskunuz.
ve iki yüzümüz karanlık,
bilmezsiniz ama
iki yaz önce aşıktık...
yazdıkça yalnızlaşıyorum,
tuhaf,kapalı ve öfkeli
karanlık türküsü içimde.
derin bir öfkeyken her koklayışım,
hasrettir benim buram buram.
kazandıkça keybediyorum,
bir seher vakti gibi çıplağım
her dönüşüm içten ve gerçekçi
yeter ki vurulayım sana
hiç bir kaybetmeyi düşünmeden.
seni sana soruyorum,bir sen düşlüyorum,
alıyorum elime kalemi,seni senden bağımsız çiziyorum.
senin olmadığın bir sen.
olsun böyle de güzelsin
ve ben her seni çizdiğimde
yalnızlaşıyorum...
icimden aglamak geliyor,
burnumdan cikiyor gozyaslarim.
allam ne kadar da yalnizim.
kalabaliklastikca etrafim,
daha da tenhalasiyor ruhum.
saati kurdum sabah sekize,
gene kandirdi beni, gelmedi nefise.
gidecektik oysa denize,
hadi bakalim neyse.
bu siiri sana yazdim sevgilim,
ahh, oyle derin ki gozlerin,
ben o sularda kelebek yuzerim.
cek su perdeyi rontgenci karsidaki gelin.
tepinip durma ben de gelecegim diye,
ben hep yalniz giderim...
sana hayatta mutluluklar dilerim.
siirimi begenmezsen doverim...
*
örümcek ağı kaplamıştı her yanımı.
tek hatırladığım:
bulanık zamanlardan kalan bir yüz;
unutmaya çalıştığım,
aynada gördüğümde,
tanımamazlıktan geldiğim o yüz.
sanırım bana ait...
geldiğin ne iyi oldu.
gel otur şöyle rahat ol lütfen.
kusura bakma heyecanlıyım.
anlatılamaz şeyler şu anda hissettiklerim.
sanki ay'a ayak basmışım da,
benim için küçük;
fakat dünya için çok büyük olan o adımları atıyorum.
ya da ılık ve yağmurlu bir havada,
sıcak bir suya atlıyorum sevdiklerimle.
ormanın derinliklerinde bir yerde.
"mutluluk" orasının adı.
sensiz boş bir otel odası kadar sahipsiz,
ve altı delik bir ayakkabı gibi aldatıcıydım insanlara karşı.
dışarıdan gözüktüğü gibi değildi hiçbir şey.
kuşatılmıştı ruhum.
yastığıma sığınıyordum
ve ağlıyordum geceleri.
"böyle olmayacak" dedim sonra.
günlerden neydi,
saat kaçtı bilmiyorum.
zaten önemi yok bunların.
hala gözlerine uzun uzun bakamıyorum.
niye bu kadar güzel kokuyorsun ki sen?
ellerin,
yüzümde gezen ve mis kokan ellerin,
aynılar işte, bıraktığım gibi...
önemli olan bu!
önemli olan:
şu anda burada birlikte olmamız;
önemli olan gözlerinin içinin gülmesi...
öp beni o zaman,
merak etme!
küçücük bir öpücük halledecek her şeyi...
* biz görüşmeme kararı aldık ya;
sonra ben,
hala senin için bir şeyler yapmak istediğimi fark ettim.
unutamamak diyor insanlar bu duyguya...
beslemeye başladığım yavru kediye verdim ismini.
sırf gözleri sana benziyor diye...
seni öptüğüm gibi,
ıslak burnundan öpüyorum onu.
senin için sadece bu geliyor elimden.
çünkü aşmak imkansız,
çektiğimiz çin seddi'ni.
kedim;
bana gelip sırnaşıyor,
yüzümü yalıyor,
bacaklarıma sürünüyor.
sevmeye korkuyorum onu.
karşıma alıp soruyorum:
bir gün sen de gidecek misin?
zamanı geldiğinde,
büyüdüğünde,
artık bana ihtiyacın kalmadığında,
sıkmış bir oyuncağı bırakan çocuk gibi,
daha güzel oyuncaklar için
sen de beni terk edecek misin?
söyle güzel kedim...
bir an sensiz
kalsam yine çaresiz
var git, git geldiğin yere
tutuştum yetmedi, kül oldum değmedi
koştum görmedi,konuştum duymadı
kal orda usulca, dönme artık
bu sevdaya yeter bu yalan gerçek
ben susuz, sen suskun
yollar bitti, türküler yandı
şairler sustu, kalemler tükendi
ne ben yettim sana
ne sen yettin vicdanına
gittin kal orda leyli
istemesem de kal orda
çıksam baksam yollarına
çağırsam yüz bin defa
inanma bu yalan sözlere
senin kadar suçlu bu yürek
varlığı da yokluğu da gereksiz
sen mutlusun gittiğin diyarda
gerisini boşver kalan kalır yerinde
zaman zamansızdı her zaman
mekan yetmedi bizi saklamaya
ne dicle ne munzur
ne rüzgar ne toprak
ne sen ne ben
olamadık muhteşem ikili
farkettim de bugün girmişim yine uluya,
elalem tartışıyor, ben karışmıyorum tatlıya tuzluya.
artı versem bilinmez, eksi versem sevilmez bir haldeyim.
razı olalım kavgaya gürültüye biz he söyle neyleyim?
farklı olmaya çalışırken farkımızın kimseden farkı kalmamış..
uğraşıp durmuşuz, onca entry kasmışız,
lazım bize bir taktir, bir teşekkür... her şey çok güzel sanmışız.
leblebi dediğimde bile beni anlamadığın için
menzile varan yolumu engelli koşuya çevirdiğin için
dünyanın tüm dillerinde küfürleri bellettiğin için
öte dünyaya varamadan ebemi ayağıma getirdiğin için
ve başıma gelecek diğer başka belalar için
her şeye rağmen
teşekkürü bir borç olarak hesabıma yazdığın için
sanma ki sana, küfrederim
hayat sana kibarca teessüf ederim...
Oysa bilemedim bu yaralı kalbin tek çaresinin kendinde olduğunu
Her gelenle bir umut besledim
bilemedim
Eline almadan kırılan bir kalbin sönmüş kalıntılarıyla
Kaç uykusuz gece ödeyebilirdi bunca kalp kırıklığının diyetini?
dünyayı sevdim
dönen aldırmadan
zamana giden
yağana yağmur
ayları adınla biten
o dünyayı
karartırlar her gece
güneş battığında
halbuse hepsi hepsinin dostu
çevresinde dönen
iyi günde kötü günde
hastalıkta ve sağlıkta
yalanda ve dolanda
öyle veya böyle dönebilen her şeye rağmen.
dünyayı sevdim
tüm galaksinin içinde birtek.
halbuse mars da fena değildi
ama o dünya yok mu
içinde karıncaları
arasıra salak bi gemiyle tepeye çıkmaya çalışan bazıları
o sevdiğim dünyanın dışında başka dünyalar arayan salak karıncaları
tümden sevdim
sevmeye çalışmadan kendimle çatışmadan hemencecik
komut yok, nokta yok
galaksi büyük
dünya küçük
ama işlevsel
hem önemli olan iç güzellik.
deyip avundum
kendimi kandırmadan
dayandım daha yorulmadan
varmadım koşmadan
düşmedim ağlamadan
dünyayı sevdim
içindeki karıncaları
ve içindeki o karıncalardan birini
gülen, hatta sanki gözlerinin içinde dudak ve dişleri olan
öyle sırıtan
dünya bu dedim.
uzayda hayat yok
dünya,
o karıncanın gözlerinin içindeki dudaklarda daha çok.
sefa geldin yalnizligim,
sen icimin mahzenlerinde mayalanirlen,
benim yok saydigim.
hep en kalabalik zamanlarimda,
en uzaklarda sandigim.
seni unutmak isterken,
kendimi unuttugum,
sonra da zokayi yuttugum.
yalnizligimmm,
ahhhhh, yalnizligim!
gel otur iki gozum.
sokulayim koynuna,
kiprasma gireyim karanlik dehlizlerine,
kayboldugumuzu bilmesinler,
hem ne kadar kaybolursak,
o kadar iyi.
yeme dedim hepsini,
bana da birak mercimegi!
hadi gel artık şımarık
yeter gel artık
süresi uzadı, uzadı bu ayrılık
yatağımda boş bir yer var
bir de boş bir yastık
yeter artık şımarık, yeter gel artık
çerez olduk çocuklara
sen çekirdek
ben fıstık
yeter artık şımarık..
gecelerce göklerden yıldızları topladık
saksılara diktik
yıldızlar çiçeklensin diye
yıldızlar çiçek açtı şımarık
yeter gel artık..
güneş doğuyordu
çiçekler açıyordu
sonra arılar gelip çiçekleri buluyordu
sonra insanlar gelip arıların balını buluyordu
sonra toprak gelip insanı buluyordu
sonra toprak yeniden çiçek açıyordu
herşey olması gerektiği gibiydi.
etrafımızda bunlar olurken bizler ne yapıyorduk ?
o yuvarlağın üzerinde durmadan sınırlar çiziyorduk
benim toprağım seninkinden daha kutsal diyorduk utanmadan
bunu gerekçe göstererek savaşı icat ediyorduk
halbu ki kuşlar uçarken veya
çiçekler açarken yer ayırt etmiyorlardı
ortak bir payda da buluşabilmeyi başarmışlardı akılsız canlılar
ya bizler yani her defasında oksijen alıp karbondioksit salanlar?