Bir güneş doğuyor içime. Nasır tutan gönlümün karanlık odaları aydınlanıyor birer birer. Daha ismini bile bilmediğim çetrefilli bir duyguya alıştırmaya çalışıyorum kalbimi. Ruhumun kapılarını yalayan bir deli fırtına, ha doğdu ha doğacak bir günün şafak vakti beliren rengiyle giriyor ömrüme. Sıcak, koyu ve samimi
Nerede koştuğunu bilmeyen bir tazı gibiyim. Aslında nereye gittiğimi de bilmiyorum. Bildiğim bir tek şey var; o da, koşarken yorulmuyor olduğum. Ruhum, bir garip seyyah gibi alabildiğine geziyor gönlümün karışık mahzenlerinde. Demir parmaklıkları yıkıyor teker teker ve seneler ötesine bir ışık yakıyor doğacak güneşin haberini müjdelercesine.
Beyaz bir güvercinin kanadında bakıyorum artık hayata. Mavi, yeşil, biraz da pembe görüyorum siyaha yer olmayan renklerin her tonunda. Rüyalar korkutmuyor artık beni. Kanım alabildiğine hızla koşuyor damarlarımda.
"Ya" ile başlayıp, "keşke" ile biten cümleler kaçacak delik arasın bundan böyle kendine. Keşkelerin olmayacağı bir denizde rotasını hiç kaybetmeyen bir gemi gibi tayfamı taşıyacağım kalbimin derinliklerinde. Rüzgârın nefesini taşıyacak su. Masmavi deniz buharlaşıp bulut olduğunda, saadetli günlerin bağrında biriktirdiği sevgi dolu rahmeti akıtacak sağanak sağanak.
Zamanın pıhtılaşmaya yüz tuttuğu bir anda bir muştuymuşçasına gönül sarayının en ihtişamlı tahtına sultan olmayı başka kim isteyebilirdi ki? Heyhat! Gecelerin sadece uyumak için değil, yıldızlarla konuşmak için olduğunu bundan önce kim bilebilirdi? Uyusam rüyalarda, uyansam yıldızlarda seyrediyorum hislerin en yalın halini. Sorarım sana; çelikten kilitlerle kilitlenmiş gönül odalarını ismi konulmamış hangi duygu açabilirdi?
Artık biliyorum; kalp sadece atmıyor, çarpıyor da... Biraz Sezen, biraz da Candan abla iyi geliyor bu duruma. Duvarlarla konuşmalara da paydos ayrıca; konuşmadan da anlaşabildiğim bir yolu buldum nasılsa... Hem şarkılar neyi söylüyorsa söyleyedursun, anlamı benim neyi anladığımsa, ne ala... Ve anladım ki, yaşamam için bir neden daha oldu aslında!
Siyahın beyaza en çok yakıştığı saatlerde,
Yıldızın pencereme vuran ışığı kadar,
Parlıyorsun gözlerimde
Yazdığın bir iki satır kelime,
Bana seni anlatıyor.
Demlenmişim gecenin siyahında
Saat ikiye koşuyor, ben seni düşünüyorum.
içeriye vuran ayın ışıkları da odamda,
Şimdi gel
Bekliyorum.
Bir kuş olur bütün aşklarım
gidip kaşlarına göç eder,
mevsimlerden habersiz.
Sonra ellerin düşer yeni bir cemre gibi gövdeme,
Tanrı bir ben daha yaratır sana aşık!
Merak etmiyorum...
Aşkın tabiatı ayrılık.
Sende başka birinin kalbinden taşınmıştın zaten...
Başka başka tenlerden sıyrılıp buluşmuştuk kalbimde...
Sen gitmeyi özlemişsin,
bahanesiydi ayrılık.
hepsi bu!
REZALETSiN!
Sıkılabilirsin benden
Ben de senden sıkıldım zaten
Ukala tavırlarından
Beni peşinden sürüklemenden
Uykularımı kaçırmandan
Benden kaçmandan
'Ben mükemmelim' havalarından sıkıldım
Evet mükemmelsin,
Aşkımı savurmakta,
Kendini beğenmekte,
başkalarını üzmekte,
Ve beni darmaduman etmekte mükemmelsin,
Ama insan olup da
insanları üzmemekte tam bir rezaletsin!
Aldım başımı gittim,
o semt senin bu diyar benim
Dolandım durdum bütün kenti
Bir an canım sıkıldı
Gökyüzünün maviliği gözlerini hatırlattı bana
Ağladım senin için.
not:lisedeyken sevgilime yazmıştım.
bisiklete binmeye benzemiyo bu, bu yaşam,
düştüm mü kanaması durmuyo yaram,
yine bir yaram var kanayan.
düşünsün kalbimden bal çalamayan.
ne diyeyim, yaşasın yirmiüçnisan.
olmuyo ulan işte. yazamıyorum şiir falan. nasıl aşağıladıysa edebiyat hocam artık.
her şey ya yirmi üç nisan' a bağlanıyor, ya yerli malı haftası. lanet olsun.
Boğukluğu sesimin duyulmuyor sanırım
açın yeryüzünün kulaklarını
şimdi koşuyorum hakkaniyetiyle
sonbahara
geliyor ardı ardına
siniyor çehreme güneş
lisanım bu cehennemden uyandı da
ben mi anlayamadım bir?
ey gafletle çehremi döken yıldız
ey dönenceler etrafında beliren
kayıp kızıllık
ve akşam
ve gökkuşağı
ve ateş
ve su
ve ilkbahar
yalnızlığıma sefer eyleyin
gidecekseniz de söyleyin bileyim
sanırım bütün lodoslar çattı
ben en iyisi mi öleyim..
ah keşke kuşku sadece şu masmavi denizde olsa
bilsem yılların vereceği şu acıyı
görmezden gelmeye dünden razı yüreğim
yaprakların kokusunu alamamak
hissedememek ayaz soğukluğunu
garip gelmez mi insana..
ellerim nacizane kurumuş topraktan
hoyratça serpilen güneş vurur bana
şimdi söyle bana!
hangi ses kaybederdi şuurunu
hangi güneş tekrar ısıtırdı içimizi
hangi rüzgar eserdi tenimizde
hangi şiir yaşama ayak bağı
hangi göz canlı tutar bizi
ne söylesek boş ey şimdi
birimiz yalpalanıyor
yerin tam üç metre
altına
diğerinin gözyaşlarını
toprak dahi almaktan korkar
bağrına..
bir bilsen kaybolup giden gemilerin nereye demirlediğini
bilsen nisan ortası yalnızlıkları
baykuş gürültüsüzlüğündeki yalnızlıkları
sevmek yalnızlığın habercisidir bir bilsen
üşüyorum, biraz hastayım
soğuk battaniye-kış sonları
bilirsin
üşümek yalnızlara mahsustur
üşüyorum, biraz hastayım
soğuk duvar-bitmeyen akşam ezanları
işte şurda bulutsuz gökyüzü
önünde kocaman bir duvar
çentik atmak istesem
gözlerin dikiliyor karşımda
gözlerini okşamak istesem
önümde kocaman bir duvar
duvarda umutsuzluk yazıları
rahatsız etiysem giderim
öyle bir gidiş olur ki bu
sen avrupalı olursun ben simsiyah zenci
sana uzaktan hizmet ederim
ah afrikanın simsiyah aşkları...
Tekrar tekrar asik oluyorum sana.
Baktigim her yerde seni gormeyi,
Konustugum herkeste seni bulmayi umuyorum.
Hic duymadigim sesini duymak,
Icime hic cekemedigim kokunla sarhos olmak,
Hayatimin her saniyesinde gozlerinde kaybolmayi istiyorum.