Hayat kısa...
Ve bir o kadar da uzun
Sanki gemisi gibi Nuh'un
Her telden var nereden baksan
Her telden, bir avuç insan
Anlamsız bir bütünün parçası hepsi
Olacak, çıkana kadar beşerin son nefesi
Çıkacak, çıkacak ya nasıl bir bilsen!
Ancak geçtikten sonra binbir meşakkatten!
Biri koyar önüne bir rus ruleti
Beş şıklı, sanki kıyamet alameti!
Geçtin diyelim, şanslısın(!) birader
Ancak çok sevinme yakındır keder!
Dört sene daha alırlar o kısacık ömründen
Geriye ne kaldı, az sonra öldün sen!
Kimsenin umurunda mı sana olacaklar
Sen ezil, sen çalış, onlar yine mesutlar!
Sen canını dişine tak, ya ne için?
Bir cübbe, bir kep, bir kuru diploma için!
Ya sonra?
Sonrası meçhul işte
Kalan ömrün ki ne kaldıysa elinde?!
Ya geçecek lanet bir okulda yine
Ya da sürünecek sersefil bir işte
Hayat güzel! Kim demiş?!
Onun yanında Cengizhan halt etmiş!
Güzel olmasına güzel, ama kime?
Ezileni tekrar tekrar ezene!
Garibim, ezilen ne bulmuş ki şu hayatta?!
Kabahatse kemikte değil, dayanan bıçakta!
Küçük bir öksürükle başladı bu illet hastalık...
Daha sonra ateş bastı her yanımı ve sen sandığım sanrılar bırakmaz oldu yakamı.
Doğru, ateşli bir hastalıktı geçirdiğim,
Baksana bitkinlik bile emir verir olmuştu.
Doğruca gidip yatağa bıraktım kendimi
Hadi şimdi getir dudaklarını da ört üzerimi...
seni izliyorum sevgilim,
uzaklarda bir yerden.
üstünde en sevdiğn renk kazağın
iki elinin araasında sımsıkı kavradığın kahve fincanı
yüzündüyse o çocuksu masum ifaden
düşünceli gibisin ama gülümsemen eksik değil dudaklarından
şiirler gibi güzel uzun saçlarını yine açık bırakmışsın
oynamayı sevdiğim seninse o ütopyalar kadar güzel gözlerinle kızgın kızgın baktığın anlar geldi aklıma saçlarını görünce,
sonrasındaysa sımsıkı sarlıp güldüğümüz anlar.
bekliyor gibisin kapı açılacak ve gelecek diye bekliyorsun
gözlerinde bir umut ışığı bekliyorsun...
ve kapı sesi duyulur,
adımlar duyulur ve gözlerin kapıya döner içleri gülerek,
bakarsın kapıya kalbin o ufacık kalbin hızlı hızlı atar.
gelen yüreğin miydi,
gelen kimdi ?
Her sozcuk kendi güzelliğini sunar cumleye. Her gülûş günü ve hayatı renkli yapar. insan hayatına sozcuk tadinda gülûşleri koymalı ve başucundan eksik etmemeli. Bu gülûş senin, sözcüğün adı da sensin benim için.
Kula kulluk etmek değil de benimkisi,
Sevdanın hakkını vermek tabiri caizse!
Şimdilerde gitmek, başıyla sonuyla karşılığı olmayan bir fiil.
Yalnızlığı tanrıyla pay ettiğimiz gecelerde,
Bu sevda denilen hissel müessesede hatıraların tek kutsal emanetimdir.
ismin kutsallıktan ambargo edilmişken hemde!
Aklının ucundan geçmek için girdiğim o yorucu seferlerde
Seyir halindeyken,
Tam da o aramızdaki inançsız köprülerde şarampole yuvarlanışlarım;
Gözüne girmek için bin bir takla atan mahlukatlar arasında mukayese edildiği vakit,
Adalet sadece bir kadın ismiydi.
Ve benim için aşk,
Tanrıya giriş yasağı olan bir ütopyanın örsünde dövülmüş gibiydi.
Evrene son anda yetiştirilmiş illegal bir psikoloji.
Kendimizi ötekileştirdiğimiz bir otobiyografi.
Ruhumuza ruh kattığımız merdiven altı bir otopsi.
Ah Amata, her şeye rağmen saçların hür olduğum tek özerklikti.
Bitmesin tellerinde banada yer olan bu ileri demokrasi!
Kula kulluk etmek değil de benimkisi,
Sonuna kadar inanmak sadece!
Şimdilerde sevmek, başıyla sonuyla inkar edilen bir yara.
Bedava olan ibadeti pahalı bir imana dönüştürmekti seninki.
Veya gökyüzünü şifreli yayına koymakla eşitti.
Duyguları ağır ödeten kapitalist bir rejimdin.
Konak hücrelerime kadar yerleşen köklü bir inancın eseriydin.
Seni sürsem şimdi kendimden tanrıyla ters düşeceğiz, biliyorum.
Biliyorum, tanrıyla akrabalığın göz ardı edilemezdi.
Aynı zamanda ismin kutsallıktan ambargo edilmişti.
iki devrik inancı bir bedende yaşatmak seninkisi!
Aşk, ölümden devşirilmiş melez bir cesetti birazda.
Birazda yaşardı aslında tüm riyakar tenler pahasına
Ah Amata!
Şimdi serp günahkar bedenimden tüm kalanları ganj nehri dudaklarına
Artık tek amacım ruhunda ruh olmaktır!
doğrusun yalan değil seni jiplerle gezdiremem, ama şunuda bilki kadın omuzlarım senindir!
senden tek isteğimdir biraz olsun gül yeter, o gamzen görüldüğünde tüm dünyalar benimdir!
beyaz şoför
ve aralıkdaki çizgisiz yollarında
karınlık bir odaya biraz fazla geldiniz
yarınız tekerleğin altına
ölmeden heber verin muhattap olmak istiyorum açtığınız çukurlarla.
yargılarını infazlarken üzerimde bir bir
gözlerinle boğduğun okyanusun ölü balıklarını karaya çıkartmakla meşguldüm
bana karşıdan gösterdin ama
arzum orta parmağını öpebilmekti.
Sen oradan öyle gülümseyince
Ben buradan bir koşu Barcelonaya gidip
Zilleri çalıp kaçıyorum.
Çıkmaz bir sokaktan girip, her kapıdan kendime çıkıyorum.
Bir sokak ki rengi gül, tadı kırmızı.
Hani bana kırmızı yakışmazdı?
Sen gülümseyince kendime şaşıyorum.
Al al oluyor yanaklarım
Ben bir dalıp geleyim diyorum
Ortaköy'den kendimi bırakıp
Manş Denizinden çıkıyorum.
Bir deniz ki rengi anemon, tadı mavi.
kaba tavırları,
beğenilmeyen şiirleri vardı.
hiç toplayamamıştı karışık aklını.
ne olsa giyer, yemek seçmezdi.
hiç sevmediği memuriyetin
sonu olacağını düşünürdü.
toplayıp iki parça eşyasını
attı kendini o kadının evine
düzeltip façasını,
terk etti ucuz şarapı.
artık parlak gözleri
cilalı sözleri vardı.
kitabı milyon satmıştı.
terk etti o kadını
bacakları kısa,
göğüsleri küçük diye.
sıçradı terli bedeni
karga seslerini duyunca anladı.
daireye giden tren çoktan kaçmıstı.
Geçmişin bize yaptıklarına inanamazken ben,
biz zamirinin irini akıyor parmaklarımdan.
Ne çok kanatmışız sevda maskesi altında gizlenen yarayı,
Vücudumuzun en görmediğimiz, göremediğimiz yerini.
"gel" desen gelirdim
gittiğin uzakta bendim
dağ gibi bir ihanetten düştüm
bu kendime son gelişim
ölümbaz öpüşler kusuyorum ceplerime
kendimi suçüstü yakalıyorum
ve kentsizliğimin isimsizliğini
Araz'a uyak düşüyorum
gözlerime senden düşler sürüyorum
ıslak bileklerim kan bayramına yatıyor
bana en büyük tehdit yine ben oluyorum
sonra bir durağa yaslanıyorum
sonra bir kente
ve sen gidiyorsun
ben kanıyorum
diyorlar ki; kendini dinleme hiçbir şey söylemiyorsun.
oysa "gel" desen gelirdim biliyorsun
yorgun Haliç'e biraz inat
biraz ihanet bırakıyorum
ellerinden bir tedirginliği bir tehdidi avuçluyorum
aklıma düşüyorsun
düşüyorum
düşünce
üşüyorum
azgın hüzünlerle körlüğüme göçüyorum
ayrılığın saati kaç geçiyor bilmiyorum
yalanlarımla bir hiçlikteyim
beni içinden kaç
bu kentte her yağmur kendini ağlar
aklıma düşsen yalnızlık oluyorum
ağzımdaki uykudan öpmüyorsun nicedir
nerde kimi üşüyorsun
artık kendini yakan bir ateşim
kendimize birbirimizden düşler yapamıyoruz
şimdi boş duraklara yaslanıyorum
boş kentlere
oysa "gel" desen gelecektim
gün düşlerime dönüşlerimde
bakışın içiyor beni gözlerimden
gövdemi düşürüyorum güz yavrusu duraklara
uzaklığına uzanıyorum
sevdiğin sonbahar geçiyor üstümden
ama artık hiçbir göğü içmiyorsun dudaklarımdan
yıkılıyorum şarkılara
"kimseler biliyor"
yalnızlık dostumdu
şimdi korkum oluyor
oysa "gel" desen gelecektim
artık her şey kımıltısız bir geceye dönüşüyor
güz artığı saçlarımda oynaşan sensizlik
göz karana yenik düşüyor en korkak yanlarımdan
kendimi yitirdikçe sana gidiyorum
göbek çukurumda sobelere karanlık uyutuyorum
düş satıcısı ispiyoncu bir ihtiyarın insafına kalıyorum
uysal yalnızlıklar satın alıyorum
gülüşümle ödeyerek
ve içimde yalancı bir katil taşıyorum
yeni utançlar biriktiriyorum eski günahlarıma
cüzamlı ruhlar cehennemine gidiyorum ben
kirli sözlerimi temize çekme
oysa "gel" desen gelecektim
gözlerim ihanete ihbar taşıyor
kuşkulu bir cinayeti fısıldıyor kaşlarına
sözü namluna sürmelisin şimdi
en yaralı yanımdan vurmalısın beni
çünkü uçmak düşmeyi göze almaktır
avlunda bıraktığım az kullanılmış intiharları deniyorum
ne vakit nikotinli ellerinden yola çıksam
susuşuna kan döküyor gözlerim
sen gözüne çiğ kaçtı sanıyorsun
oysa bilmelisin Araz'ım
kimsenin içi görünmez
ve hiç bulamadıklarını
asla yitiremezsin
bak şimdi aramızda sessiz kalıyor
söylenecek bütün sözler
her sabah akşam oluyorsun
alnından ellerine damlıyorsun
yüzündeki yağmurla iniyorsun kente
içine dert oluyorsun kentin
dışına yağmur
yüreğinde dağılıyor kristal şehirler
duvarların kan öksürüyor
ve sen
başkalarının gözlerini
yüzümde aramamayı öğreniyorsun
beni bir durağa yaslıyorsun
beni bir kente
gidiyorsun
oysa "gel" desen gelecektim
susmak en inatçısı olmaktır yalnızlığın
en susmakta neydi öyle
sen en dinlerken
biliyorum Araz'ım
insan kendini bulmamalı, hep aramalı
gittiğin yerden başlıyorum öyleyse
gece cinnetlerimi de alıp yanıma
denize bakmayı bilmeyenler
bir gün mutlaka boğulur
işte bundandır gözlerinden kaçışlarım
siz hiç yar saçının bir telinden kendinize gurbet
yaptınız mı
ben şimdi gurbetim
içimde taşıyorum
heba olsa da senlerce yılım
oysa "gel" desen gelecektim
ömrümden düşürdüğüm sol anahtarlarına takılıyorum hep
ve hayat yüklü kamyonlar geçiyor üstümden
şairler ölüdür derler
inanmıyorum
en karanlık ceketimi giyiyordum
ışığa kördüm çünkü
şimdi ise güneşe ilerliyorum
dirilmek için
kimliği paslanıyor eski bir anarşistin
gecenin kör gözünden utanıyorum
hadi bana en militan kelimelerle saldır
batır içime cümlelerini
beyhude bir dehşet bırak
hak ediyorum
gizlilikten ölmek üzere olan bir akrep sızıyor içime
can kaybından ölüyorum
cenazemde namaz kılacağım
zan altındayım
yalanıma inanıyorum
yorgun söylentiler kanıyor solgun yaralarımdan
kırılır mı bilmem hüznümde taşıdığım kin
kinim kendime
susuşum sana
küsüşüm tüm dünyaya
üstü kalsın ihanetimin
"gel" desen gelecektim
yine bir tren geçiyor içimden
sen kesiliyorum gülüşümün karşılığı
saçların bir rüzgarın öyküsünü taşıyor
görmüyorum söylemiyorsun kırılıyorum
hiçliğimin etleri yolunuyor şizofrenik bir gecede
sana bir öykü çıkarıyorum ağzımdan
süsle beni ey aşk
geçtiğin yerleri öpüyorum
yarısı yanık bir aşkın küllerini taşıyorum
dişlerindeki nikotin tadı terkimde
sirenler ve ateş hatları içip
sesini peydahlıyorum kendimden ve kentimden
ıslak ceplerimi buluyorum el yordamıyla
yasadışıyım
tutukla beni gözlerimden
kalemim bitti yitirdi şiirini şuur
öldü kanımdaki mürekkep balığı
solumdaki sise intihar etti intiharlar
bir aşkı kaça katlayabilirdi ki ezik bir yürek
yaşamak için geç bir zaman
ölmek için ise erken
çok davullu bir senfoni sürçüyor
dikiş tutmaz ayrılığımda
kirpiğinden yapılma bir darağacına
geceyi asıyorum
yoksun
bu yağmurlar ıslatmıyor beni
bir durağa yaslanıyorum sensiz
gidişinin en sessiz harfinden yırtılıyorum
"gel" desen gelecektim oysa
kulaklarımdan bordo denizler dökülüyor
şimdi herkes biraz sen biraz acı
göğsümde bir vagon
gizli sözler batıyor
fırtınalar çıkıyor üstüme
şakağımda
intihar acemisi bir şairin
delilik provaları
arkandan uluyan kapılardan
söküyorum kokunu
yokluğunu kokluyorum
yokluğunu yokluyorum
çöz gözlerimi senden hadi
ücranda yak bakışımı
gözlerine bekçi sevdam
dünden ve senden kalmayım
içine her düşen
kendi keşfi sanıyor seni
oysa sen
melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin
ve kendini acıtmak istiyorsun
ama güller kendine batamaz
bilmiyor musun
"gel" mi diyorsun
herkes kendi gördüğüne bakar
peki hayatın rüzgarında kime yelkeniz
kıpırdamadan duramayız bir aşk boyu
hadi en kanadığımız yerden susalım
"gel" desen gelirdim
"git" dedin ve gittin
Bu siiri sana yazdim
al bak hala sicacik
oysa sobam sonuyor, isiklar karardi
gecenin ayazi coktu yuregime.
bu siiri seninle isittim
gecenin birinde aramiza bir
sevda cakmagi olsun bu siir.
bu siir benden sana
kotu klavyemle
ucuz telefonumla yazildi.
gel yelken acalim pahali sevdalara...
kendimi satsam kac para ederim ki?
kendimi satsam tirnagin olmam.
en iyisi sen kendini bana birak
ben seni hak edemeyecegim...
Bugün daha iyiyim gözlerim kapalı,
Ve sözlerin unutulmayan aşk şarkıları gibi dilimde,
Sonbaharda dökülen yapraklar gibi solgun ve cansız,
Döküldü bugun gözyaşlarım aynı ahenkte.
Gelseydin o gün yanlızlığımın bahçesine,
Ve yudumlasaydın sensizliğimin çayını,
izleseydik beraber 1 damlayla sağnak olan yağmuru,
Görebilseydik içimizdeki kaybolan baharı.
Belkide dile gelirdi ağlardı sıcaktan kavrulan kırlangıçlar,
Gökyüzü kararırdı adeta mahzen gibi gözlerimin ışığı boyunca,
Kimbilir suçsuz aşkımızda darbelere maruz kalırdı,
Ve söylerdi dara ağacında son sözünü aşk.