Açılmamış bir şarap şişesiydim,
Ki öyle kaldım
Acımı köpürtmedim,
içime sağdım
Gözyaşlarımı göstermedim,
Ki sildim
Özgürlüğüm beni tutsak düşürdü,
Başaramadım
içimde kara kara bulutlar sallandı,
Ki sallandılar
Dışarı yağamadım
Ve gözlerim gelir geçer içimde,
Su içerken,sen sokulurken akşam kızıllığına,
Ekmeği bölerken,
Yalnızsam,yıllar nasıl geçmişse aradan,
unutmak kolay sanmışsa şarkılar
şiirler yalan yazmışsa ayrılığı,
kör olsun öszlerim unuttuysam adını
an gibi aklımdasın...
Gelir geçer gemiler
belki sende geçersin diye
bir kumru konar her sabah pencereye
bir mailadı taşır gece bir yıldız,
Soğuk olur, üşürsün ya adamakıllı,
Hani sarılırsın kendine,
Hani aklın karışır,
Bu bir divaneliktir gönül ah'a alışır,
Ömrüm bitse ne çıkar,
Can gibi aklımdasın...
Gündür bu geçer gider,
Belki bir şey kalmaz sanırsın,
Yani bir sabah uyandığında,
Ne hayatın tortusu, ne kokusu alışmışlığın,
Her şey başka olacaktır,
Başka bir otobüs, başka bir gazete,
Resimlerden silinecek yüzün belki de
Ne adın, ne sanın,
Bir şafak vakti açınca gözlerini,
Bir merhabayla,
Yeniden kurulacak dünya,
Ve sen her şafak,
Nan gibi aklımdasın...
Bazen bir şey geçer içinden insanın,
En ücra yerlerinden, cesaret gibi bir şey,
Ne olacak işte, kömür yanmıyorsa eskisi kadar güzel,
Fasulyenin tadı yoksa,
Şarkılar yakmıyorsa içini,
Sadri Alışık öyle güzel ağlamıyorsa,
Aşık olmayı beceremiyorsa izzet Günay Mahallenin en güzel kızına,
Denizin tuzu, Yalnızlığın bahanesi yoksa,
Bir bıçak saplanınca yüreğinin tam ortasına,
Zannetmeki ölmek zor, ölmek kolay, kolay da!
Kan gibi aklımdasın...
Bu da geçer, her sabah kanayacak değil ya,
Bakarsın taze ekmek çıkarır köşedeki fırın,
Biraz da helvası bizim bakkalın,
Senden ayırdığım üç beş zeytin,
Otururum sofraya,
Her lokmada geçer acısı belki bırakılmışlığın,
Bende unuturum, nasıl unutulursa sana susuzluğum,
Ve nasıl becerdiysem kahrolmayı,
Öyle unuturum,
Ekmek gibi, Nan gibi aklımdasın...
Ve gözlerin gelir geçer içimden,
Su içerken,
Sen sokulurken akşam kızıllığına,
Ekmeği bölerken,
Yalnızsam, yıllar nasıl geçmişse aradan,
Unutmak kolay sanmışsa şarkılar,
Şiirler yalan yazmışsa ayrılığı,
Kör olsun sözlerim, unuttuysam adını,
An gibi aklımdasın...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün..,
Ne ben sana kızarım
Ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz ,
düşman biLe değiliz..
~
NAZIM HiKMET.
--spoiler--
desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
sende tattım yemişlerin cümlesini.
desem ki sen benim için,
hava kadar lazım,
ekmek kadar mübarek,
su gibi aziz bir şeysin;
nimettensin, nimettensin!
desem ki...
inan bana sevgilim inan,
evimde şenliksin, bahçemde bahar;
ve soframda en eski şarap.
ben sende yaşıyorum,
sen bende hüküm sürmektesin.
bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
günlerden sonra bir gün,
şayet sesimi farkedemezsen,
rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
bil ki ölmüşüm.
fakat yine üzülme, müsterih ol;
kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
ve neden sonra
tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
hatırla ki mahşer günüdür
ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
--spoiler--
farkı fark etmeli, fark ettiğini de fark ettirmemeli bazen...
bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını
fark etmeli.
anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını
ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını
fark etmeli.
şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu
fark etmeli.
henüz bebekken 'dünya benim!' dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı
olduğunu, ölürken de aynı avuçların 'her şeyi bırakıp gidiyorum
işte!' dercesine apaçık kaldığını
fark etmeli.
ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli.
baskın yeteneğini
fark etmeli sonra.
Azrail'in her an sürpriz yapabileceğini,
nasıl yaşarsa öyle öleceğini
fark etmeli insan
ve ölmeden evvel ölebilmeli.
hayvanların yolda kaldırımda çöplükte
ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini
fark etmeli.
eşref-i; mahlukat (yaratılmışların en güzeli) olduğunu
fark etmeli.
ve ona göre yaşamalı.
gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü
fark etmeli.
evinde 4 kedi 2 köpek beslediği halde
çocuk sahibi olmaktan korkmanın mantıksızlığını
fark etmeli.
eşine 'seni çok seviyorum!' demenin mutluluk yolundaki müthiş gücünü
fark etmeli.
dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini, ama arka
sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu
fark etmeli.
zenginliğin ve bereketin, sofradayken önünde biriken ekmek
kırıntılarını yemekte gizlendiğini
fark etmeli.
fark etmeli;.
ömür dediğin üç gündür,
dün geldi geçti yarın meçhuldür,
o halde ömür dediğin bir gündür,
o da bugündür...
bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"o olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
demeyeceksin işte.yaşarsın çünkü.
öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
çok sevmeyeceksin mesela.
o daha az severse kırılırsın.
ve zaten genellikle o daha az sever seni,
senin o'nu sevdiğinden...
çok sevmezsen, çok acımazsın.
çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...
hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
senin değillermiş gibi davranacaksın.
hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
çok eşyan olmayacak mesela evinde.
paldır küldür yürüyebileceksin.
ille de bir şeyleri sahipleneceksen,
çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
gökyüzünü sahipleneceksin,
güneşi, ayı, yıldızları...
mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"o benim." diyeceksin.
mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...
mesela gökkuşağı senin olacak.
ille de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
mesela turuncuya ya da pembeye
ya da cennete ait olacaksın.
çok sahiplenmeden, çok ait olmadan yaşayacaksın.
hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
ilişik yaşayacaksın. ucundan tutarak.
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Yaşamadın Sen
Sensiz geçmiyor bu günler biliyor musun
Yüreğine beni, beni soruyor musun
Öyle yalnız kaldım biliyor musun
Türküler söyledim sana duyuyor musun
Yıllar oldu oralardan çıkamıyorsun
Bağlanmış elin ayağın kaçamıyorsun
Bir kuş oldun gökyüzünde uçamadın sen
Nehir oldun, ırmak oldun taşamadın sen
Çocuk oldun sokaklarda oynamadın sen
Doğdun da büyüdün ama yaşamadın sen
Ahmet KAYA
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya herşeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
Bazen
Yıldızları süpürürsün farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilmezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
...Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın... William Shakespeare
bir ağaç gölgesini istemeden
kimse beni eşkiya saymadan
dağlara büyümesin diye çocuklar
kentler artık yağmurun gözleri olsun diye
matmazel,bu akşam uykunuza düşebilir miyim
bir ağacı kuşlara verip,yaslanıp duvara sigara sarar gibi
küfretmeden ve arkadaşlarım gibi haberlere düşmeden
güneşin yeryüzünden çekilip ateşler içinde gitmesi gibi
matmezel,bu akşam yüzünde dalga gibi kırılabilir miyim
sürgündüm ve cebimde ıslık,
cebimde yaralı su sesleriyle gelmiştim
saatimi yolculuklara kurup elvada demeden
sizde de sürgün düşmemek için
matmazel,en son gurbet ölümse
dünyanın öbür yüzüne gidebilir miyim
yaprakları bile kımıldatmadan
orada,hemen orada elinize bir not tutuşturup
bir devrimci gibi beş dakikadan fazla beklemeden
ama üşümeyesiniz diye yazdan sonra,kıştan evvel,matmazel
herkes sevişirken,bu gece yoksunuz diye ışık gibi sönebilir miyim
sizi sevmek bir intihar saldırısıdır
beyrut'u telaviv'den özlemek gibi
oda dolusu kurumuş gül gül ve rüzgar bırakarak
gözlerinizde mülteci olmamak için yurduma gider gibi
matmazel,bu akşam sabra şatilla'da ölebilir miyim...
camdan süzülen yağmur tanesi gibi hafif
ama taş kadar ağır düşmeden hayatınıza
cama yüzünü yaslamış çocukların nasılsa hüznü
öyle rüzgarımı saklayarak geçiyorsam hayatınızdan
anneme sormadan,babamın ayakkabılarıyla sokağa çıkar gibi
matmazel,yağmur gülüşünüze düşmeden bu akşam ölebilir miyim...
Korkma giderken bir tek "B" yi alıyorum...
Gerisini sana bırakıyorum..
Ne de olsa sen bitirdin "B/iZi".
Öyleyse sende kalmalı "iZi..."
NAZIM HiKMET RAN
Anlayabilirim
çoğu kere burnumla,
yani en karanlığın, en uzaktakinin bile kokusunu alarak
ve döğüşebilirim,
doğru bulduğum, haklı bulduğum, güzel bulduğum herşey için, herkes için,
yaşım başım buna engel değil,
ama gel gör ki çoktan unuttum şaşıp kalmayı.
Şaşkınlık, alabildiğine yuvarlak açık ve alabildiğine genç gözleriyle bırakıp gitti beni.
Yazık. *