rüyam da sürekli dayımların evine gidip orada ki bakkala gidip ondan yarım ekmek arası kaşar,salam alıyorum çok ilginçtir geçen gün yine gördüm aynı rüyayı lan diğer sefer sade kaşar almıştım bu sefer karışık yaptırayım dedim.
kafeden içeri girdim. tanıdık birkaç kişi sol tarafta oturuyorlar.. kızların krem rengi, beyaz montları var. tüylü. demek ki hava soğukmuş. hissetmemişim gelene kadar.
"ayy ortamın birden seviyesi düştü çocuklar. kalkalım biz en iyisi" dedi aralarından biri. bana bakarak. "oha lan" dedim, içimden. bu kadar basit... bu kadar bilindik, çocukça bir tepki. saçma değil mi bu normalde?
aynı normun dahilinde, bu lafa gülüp geçmem ve karşı tarafa, son dönemde zorlamayla da olsa "bizim çocuklar" diye kısaltabileceğim arkadaş grubumun yanına yerleşmem gerekiyordu. bir çay söyler keyfime bakardım. çaktırmazdım moralman sarsıldığımı. ama yapamadım. kafede daha fazla ilerleyemeden hemen yanımdaki masaya çöktüm. masa da... masa gibi değil. sıra bildiğin. sınıf sırası gibi. koyu kahve ama. sert. keskin.
öylece durdum. düşündüm. içimden geçen kırk türlü düşüncenin ve duygunun arasından "zayıf karakterimden nefret ediyorum" ibaresini seçtim. şöyle bi üstüme tuttum. beğendim. bırakmadım elimden. sağında solunda fiyatına ve kaç beden olduğuna dair bilgi ararken gözümden yaş geldi.. bir kısım yaş.
daha önce hiç görmediğim, "tanımadık" biri oturdu karşıma aynı esnada. sarı... sarışın. saçları alabildiğine açık. güzel. beyaz tenli. zayıf çok. onun yanında da şapkalı tuhaf burunlu bi çocuk. yanında sarışın olmasa aslında o da çok dikkatimi çekerdi, incelerdim. ben etrafımdaki herkesi incelerim. görürüm. kendimden uzaklaşmak için.. bu çocuk da incelemelerimden kurtulamazdı. ama sarışın.. o kadar güzel ki. kimsenin göremeyeceği kadar güzel.
direkt "sen" diye hitap ediyor bana. pek sevmem aslında:
+ bizi neden sevmiyorlar biliyo musun?
- hayır?
+ çünkü biiiizzzz... so run lu yuuuuz.
şapkalı çocuk kahkalarıyla tam destek veriyor ona.
+ hadi gel.
elimden tutup kafenin daha da içerisinde bir odaya götürüyor beni. itiraz edemiyorum. saçları... muhteşem. dokunmam lazım... en azından hayallerimde. en azından bir kere.
odadaki koltuğa oturtuyor beni. kendisi de yanıma geçiyor. gri gömleğini çıkarıyor. bembeyaz bir teni var. kırmızı kesikler içerisinde. "oha lan" diyorum tekrar. "ucuz gençlik dizilerinden kalma tipler var etrafımda"
normalde bu sıradanlıktan kaçmam gerekir. "manyak mısınız nesiniz siz" diyerek.. "sen sorunlu olabilirsin güzelim ama ben senin gibi değilim.. bu kadar değilim" demem gerekir. ama işte.. normal değil. hiçbir şey normal değil. ne zaman normalin peşinde koştum ki ben en son?
tornavidayla ekmek bıçağı karışımı bir alet gösteriyor bana. metal. hayır daha çok köpeklere, kendilerine nazaran daha vahşi canlılardan korunmaları için takılan dikenli tasmalara benziyor. müthiş komik, müthiş erotizm çağrıştırıyor, müthiş uygunsuz. bi yandan da müthiş korkutuyor beni.
alıp göğsüne batırıyor bıçağı. bıçak gibi şeyi. sadece kesiliyor bastırdığı kısım. kırmızı bir kalemle işaretleniyor gibi. kan akmıyor. hiç bağırmıyor da.. gülerek konuşuyor:
+ sen çok korkuyorsun ama göründüğü gibi değil aslında. acımıyor. canım yanmıyor benim. korkma. gerçekten. korkma artık.
ben cevap veremeden bir kadın giriyor odaya. önce sarışına bakıyor. üzülerek. acıyarak. sonra bana dönüyor. özür diler gibi bakıyor bana da ilk etapta.. sonra bakışları değişiyor. benim için de üzülmeye başlıyor. gözlerine gözyaşı yerleşmiş. belli ki hiç çıkmayacak oradan gözyaşları. seviniyorum bir an kendi adıma. ağlayabildiğim için.
kadın sarışına alışık sarışın da kadına. belli ki idare ediyorlar birbirlerini uzun zamandır.
"kusura bakmayın. oğlum için" diyor kadın. biraz mantıksız bir cümle. hisseder gibi oluyorum.
"yok önemli değil" diyorum.
yine geniş bir gülüşle bana bakıyor çocuk. bu sefer üzülüyorum kendi adıma. böyle gülemediğim için. "görüşürüz" diyor, yalnız bırakıyor beni koltukta. koltuğun rengi de krem. kızların montunu giymiş üstüne. hava soğuk. fark etmemişim.
şimdi... sadece diyorum ki.. ben senin gibi değilim. beni kendinle bir tutma. senin canını yakmayan şeylere kıyısından köşesinden beni de dahil edip canımı yakma. ben... o kadar cesur değilim. güçlü değilim. senin gibi değilim işte. değilim.
batırma o bıçağı. kanasa da kanamasa da. yapma işte.
yaklaşık 15 dakika önce gördüğüm rüyada, sevgili kişisi ile tiyatro sahnesindeydim. perde kapandıktan sonra aramızda hatırlamadığım bir kaç konuşma geçti, seyircilerin alkış sesleriyle uyandım.
sözlük yazarı uyku halindeyken bilinçaltının dile gelmesinden oluşan ilginçlikler deryasıdır.
--spoiler--
gündüz niyetine yarabbim, amin.
üniversitedeyim, önümde boş kağıt ve bir kalem. bir tane dersim kalmış veremediğim, onun sınavına giriyorum. ben askerliğimi bile yaptım, işime başladım demeye kalmadan askerlik şubesinden arıyorlar. askerlik hizmetinizi 1 gün eksik yapmışsınız, derhal birliğinize katılmanız gerekiyor diye haber geliyor. kan ter içinde uyanıyorum.
oysa bu boktan rüyalar yerine eski sevgilimi görmek istiyorum ben. eski sevgilinizle ilişkinizi 1 gün eksik yaşamışsınız derhal onun kollarına gitmeniz gerekiyor ya da 1 öpücük eksik kalmış tamamlanması gereken deseler ya. demezsiniz değil mi allahsızlar.
--spoiler--
sözlükte bir yarışma varmış. o gün en çok entry giren ödül kazanıyormuş. ödülü unuttum şu an.
son duruma baktım ben 98 entry girmişim, benden sonraki ise 97. saat 00:00'ye 2 var. yani 2 dakika içerisinde ne olursa olacak. ben ipin ucunu kaçırmamak adına sürekli yeni entry girme peşindeyim. yazdıklarım sol frame e gelmesin entry kastığım belli olmasın diye kendimi tematik moda almışım.
sonra uyandım, meğerse rüyaymış.
hayatı yaşanabilir kılan en önemli şeylerden birinin rüya olduğunu varsayarsak, ne görürsek görelim, ne kadar iyi olursa olsun uyandıktan sonra tekrar gerçeğe dönmemizin hüznü rüyada olan her şeyi bir çırpıda silip atar.
mesela neredeyse her gün eski sevgilimi görüyorum rüyamda, yine aynı eski güzel günler derken annemin " kalk itovlit " sözüyle uyanıyorum. mutluluk mu? sadece hayallerde.
en güzeli şahsım tarafından dün gece görülmüştür. şöyle ki;
bi' sirkte, palyaço olmuşum. ve sirk tıklım tıklım küçük çocuklar ile dolu. sonra ben başlıyorum, onları güldürmeye. bi' dünya dolusu kahkaha kulaklarımı, neredeyse sağır edecek cinsten. ama çocukların yüzlerindeki sevinç öyle güzel ki. çok mutlu olduğumu hissediyorum.
ardından onları güldürme şovum bitiyor ve içlerinden küçük bi' kız çocuğu bana koşup, sarılıyor. öyle tatlı gülüyor ki; çok mutlu oluyorum.
the end.
aga bu gece özgü namal ile beraber olduk. ama nasıl eğleniyoruz. ilk bir mekana gittik içtik sıçtık falan hafif yiyişmeler, sonra evin yolunu tuttuk kapıyı açar açmaz ışıkları bile açmadan direk sevişmeye başladık. bir bakmışız yatakta bulduk kendimizi. bütün gece çok ateşli geçti ben yaklaşık 5 e çıktım. özgü ise 3 te kaldı. sabah bir ses yükseldi hadi amına koyem diye. bir baktım ev arkadaşım meğer rüyaymış herşey derse geç kalıyomuşuz.
benimkiler rüya değilde çoğunlukla karabasan. yattığım anda başlıyor birden. böyle garip bir yerlere gidiyorum, ordan kaçmaya çalışıyorum, kaçamıyorum. bunun kabus olduğunun da farkındayım. hareket etmek istiyorum uyanmak istiyorum ama hareket ettiğimi sansam da aslında hareket etmemiş oluyorum. mesela kabustan uyanıp annemin yanına gittiğimi sanıyorum ama hayır oraya gene varamamışım. bir de kabuslarım çoğunlukla öbürünün devamı niteliğinde. ama konusuz yani gördüklerimin hiç bir anlamı yok. hatta işin garip kısmı duvara dönük biçimde yatmam gerekiyor. odanın içine bakarak uyuyunca paranoyak bir şekilde orada birisi var sanıyorum ve birden gene karabasan şiddetli bir biçimde başlıyor. beni aralarında en çok korkutan karabasanım da şöyleydi;
kocaman akvaryumdan yapılma bir labirentin içindeyim. ama akvaryumun içindeki berrak su değil yani arkasını göremiyorum.bunun kabus olduğunun farkındayım fakat her an bir şey çıkıcak ve ben korkucam diye korkuyorum. çünkü ne kadar korkarsam uyanmam da bir o kadar zor oluyor. labirentte ilerlemeye başlıyorum. ilerledikçe ileride bi masa olduğunu fark ediyorum. bir de küçük bir dolap dolabın üzerlerine oyuncaklar konulmuş. ama hepsi ne biliyim garipler, şirin değiller. ilerleyip oyuncakların yanlarına geliyorum. dikkatlice onlara baktıktan sonra arkamı dönüyorum ve çok şirin küçük kızla oyuncak karışımı bir şey karşımda duruyor. burdan nasıl çıkabilirim diye sorduğumdaysa bana cevap vermiyor. karşımda sus pus duruyor. sonra yan tarafta bir hareketlenme seziyorum ve bakıyorum. gördüğüm şeyse dolabın üzerindeki oyuncaklardan birinin üzerime yürüdüğüydü. en çok da suratındaki sırıtış beni korkutuyor. yardım için küçük kıza dönüyorum. fakat onun da suratı öbür oyuncaklar gibi çirkinleşmiş ve o iğrenç sırıtış belirmiş. bir şeyler söylediyse de en son hatırlamıyorum çünkü iğrenç ağızını açarak beni yanındaki oyuncakla beraber parçalıyor. bazı kabuslarımda parçalandığımı kuş bakışı izlesemde de bu rüyada parçalandığımı göremiyorum. ama buna rağmen nedense aralarında beni en çok korkutan bu olmuştur.
bu rüyaların başlangıcı da ben ilkokul 4 deyken falan başladı sanırım tam emin değilim. bazen kesildi diyorum bazen hiç bitmicek diyorum. halbuki o kadar da çok korku filmi izlemezdim küçükken. bilemiyorum niye böyle paranoyakça şeyler gördüğümü. elbet geçicektir buda.
şimdiden söylüyorum birinci rüyada kopmak, ikinci rüyada küfretmek garanti.
rüya 1:
şimdi sir alex ferguson yanına giggs i de almış türkiye ye gelmiş. tahmin edin hangi takıma? konyaspor. evet. bildiğin konyaspora gelmiş. ama konyaspor öyle böyle değil. inanılmaz top oynuyorlar. 7 de 7 yapmışlar ligde. ilk üç hafta galatasaray, fenerbahçe ve beşiktaşı yenmişler. ben o sırada tribündeydim. sir alex ferguson yine kulübede sakız çiğniyor, yardımcısı taktik veriyordu.
rüya 2:
amerikalılar türkiyeyi işgal ediyor. sokaklar hep amerikan askeri. her eve giriyorlar. bizim de kapıyı çaldılar. kapıyı açtım. 'biz tesisatçıyız' dediler. dünyanın neresinde takım elbise giyen, çelik yelek takan, elinde akrep olan tesisatçı var. suyla ilgileniyolarmış gibi yapıp bizim evin planını çiziyorlar. sonra annem temizlikçi kadın çağırmış eve. kadın yanında bir tane takım elbiseli, çelik yelekli, akrepli bir adamı getirip 'bu benim kocam' o da çalışacak diyor. adam bildiğin temizlik yapıyor. o sırada ben sinirlenip küfrediyorum amerikaya. adam diyor 'bana mı dedin?' bende 'yok sana değil televizyondaki şu futbolculara diyorum' dedim.
sözlük yazarlarının gördüğü rüyalardır.
dün gece gördüğüm rüya da buna dahildir. ölen akrabalarım beni evimden aldılar ve bir sirke gittik. sirkte yaşlı bir palyaço beni yanına çağırdı. insanlar fırtına yüzünden sirki terk ediyorlardı. ihtiyarın yanına ölen akrabalarımın zoruyla gittim. adam iki tane küçük vidayı alt ön dişlerimin arasına koydu ve vidaları sıkmaya başladı, benimde dişlerim döküldü. bunu neden yazıyorum bilmiyorum sözlük ama sabahtan beri rüyanın etkisindeyim, tırsıyorum galiba sanırsam herhalde. yedi numara güzel diziydi be.
bu akşamda mezarlıkta uyuduğumu gördüm neye delalet bilemiyorum ama acaip güzeldi. yeşillikler içinde beyaz çiçeler etrafımda.
bir rüyamı daha yazayımda tam olsun
şimdikşne bir akşam yine uyuyorum ama uçuyorum ben ruyada uçarım zaten. gide gide bir sete gittim burdada korku filmi çekiliyormuş benim görevimde kalrnet çalmakmış dinozorların arasında klarnet çalmıştım işte bir gece de.
antik yunanlılara dair hafızamın derinliklerinde çok çarpıcı hatıralar olduğunu farketmeme neden olan güzelim ve bir o kadar da uluslararası bir rüyamı paylaşmak isterim. öyle bu iyiliği de herkese yapmam, rüya tabirleri lal oluyor karşımda da azizim.
yunan topraklarına görünmez adam kılığında girip, mini mini feylesofların bebeklik hallerinden tutun da, gönül ilişkilerini nasıl yürüttüklerine tanık oldum. başrollerde bir adet antik yunan teyzesi, 2 oğlu (büyüyünce feylesof olacaklar) ve birkaç tane de yunan dilberi gördüm.
her şey bu teyzemizin evlatlarına evlenilecek kız bulmasıyla başlıyordu. kapı kapı gezip resmen kız bakıyordu lan! nerde o ince düşünce, aşık olsun da evlensin diye bekleyeni tez zamanda vuruyorlarmış oralarda. "evleniyorum, öyleyse varım." yazılı afişler felan var hatta sokaklarında. teyzemiz kapı kapı gezip oğullarına uygun kız aradı felan ama kimse de bütün gün düşünmekten başka bi'şey yapmayan insanatlara kız vermedi tabi. bu duruma çok içerleyen teyze de en sonunda hamama gitmekte buldu çareyi. hamamdan da umduğunu bulamayan teyze mesai saati de bittiği için evine doğru yol almaya başladı.
kardeşler pide salonu'nun önünden geçerken tam oğullarından avurtları çökmüş ve uzun boyluca olanı sevinçli bir şekilde koşarak annesine doğru gelmeye başladı. ohannes dedim içimden, antiksiniz lan siz, yunansınız büyük düşünün şeklinde sözler savurdum ama tabi onlar beni görmediği için yapmıştım bunu. "anne, anne gerek kalmadı artık kız aramana. biz bulduk abimle. bi'tanesi 1 lira, tanesi 75 kuruştan hem de." bu cümledeki inanılmaz mantık hatasını bulmaya çalıştım rüyada bile. sonra bi'uyandım yalovada'yız.
sahura kalkıp tekrar yattıktan sonra ruya gorulur. ruyada birsey yedim aneeey orucum gitti diye ruyamda lavoboda agzımı yıkıyordum gerçekte ise tükürmüşüm tükürmüşüm bu telaşlada uyandım tabi ki...
gazın allahıydım. verin lan şu topu dedim. halı sahadayız ama bildiğin binlerce kişi bizi izliyor. bir hesapladım son penaltıydı mınakoyim. top penaltı noktasında duruyordu. dediğim gibi, neyin gazını yaşıyorsam "ben atıcam abi çıkın" dedim. kaleye baktım, julio cesar kalede. hasiktir demeden topa koşmaya başladım. kalecinin sol altına plase bıraksam gol olur diyordum ve öyle de yaptım. ancak ben tam topa vururken brezilyalının da aynı köşeye atladığını gördüm. yapacak bir şey yoktu. ondan hızlı olmalıydım. vurdum. ondan hızlıydım. ancak direkten dışarı çıktı top. bildiğin yere çöktüm etrafımda sevinçten koşan adamlara bakıyordum.
uyandım işte sonra. ama sola atsam net golü. ters köşe lan, hem de cesar'a.
(bkz: 26 ağustos 2010 trabzonspor liverpool fc maçı) ile ilgili gördüğüm rüyadır sözlük. trabzonspor'umuz liverpool keferelerini eze eze 5-0 gibi bir skorla elemiştir. hatta 5ini de umut bulut atmıştır ki asıl ilginç olan nokta odur.