emir kulları olarak suçlanması gereksiz bireylerdir. canlarını ortaya koyarak gece gündüz demeden çalışan, bazı dolandırıcıları hariç dürüst insanlardır. gezi parkıyla polis öcü gösterilmiş ancak onların emir kulu oldukları unutulmuştur.
herkesin polisi kendi vicdanıdır. polis vicdanı olmayanların karşısındadır.(M.Kemal Atatürk)
ah atam keşke dediğin gibi olsaydı. polis kendi gençlerini döver,söver hale geldi. vicdanlarını kaybetmiş emir kulu olduğunu söyleyen hükümetin paralı askerleri.
kahvelerde sessizce oturup konusmayan bir ya da iki kisi gorurseniz bu arkadaslar polistir. huzur timi mi ne diyorlar kendilerine. telsizleri sessiz moddadir. cagri gelince kalkar genelde cay icmezler.
Gözlerinin içine nefretle bakmamıza rağmen hala sırıtabilen yüzüne küfür etmemize rağmen hiç kızarmadan durabilen,ellerini tuz ruhu ile yıkasa bile öldürülen gençlerin kanı temizlenmeyecek olan duygusuz vicdansız ve en önemlisi acımasız ve onursuz olan sapık sapkın bir meslek erbabı kişiler.
hiç bir bok yemeden bakın açık konuşuyorum, aöf ü zar zor bitirip, kpss'den ite kaka 60 puan alıp beleşten mesleğe geçen onlarca sığırın mesleğidir polislik. hepsi boş oturur, hele de anadolu'da küçük ilçelerde görev yapanları ara sıra şehir gezisine çıkar sabaha kadar boş caddede dolanırlar, ayda 2300 küsur lirayı cebe indirirler, bunların çoğu açık öğretim fakültesi mezunu olup kpss sınavından anca 60 puan alıp mesleğe girmişlerdir ama hayat bu ya sınavdan 500 puan alıp odtü'ye giren öğrencilere "akıllı olun" diyebilecek yetki verilmiştir onlara. odtü, boğaziçi, hacettepe, siyasal bitirip ancak 1500-2000 tl arası maaş alan onlarca süper zeka insanın olduğu bir ülkede aöf'ü zar zor bitirip kpss'den 60 puan alıp ayda iki buçuk milyar alan beleşçilerin mesleğidir polislik. özetle adaletini s.......im dünya.
--spoiler--
haluk bilginer ve özgü namal'ın cafedeki ilk buluşmalarının geçtiği sahnede haluk'un ağzından kan geliyor, içini hiç gocunmadan masaya döküyor. özgü namal da karşısında dayanamıyor ve o da masaya kusuyor, hiç sakınmadan içini tümüyle masaya akıtıyor. her şey tüm temizliğiyle o masada ve kenarda tüm duyguları, tüm temizliğiyle iki insan. derin bir sessizlik oluyor masada zira musa(haluk bilginer) öleceğini ilk o anda söylüyor kendine yakıştıramadığı ölümün basamaklarında hızla ilerlediğini, henüz kendine itiraf edemezken funda'ya (özgü namal) itiraf ediyor yine o masada. her şey bir bir masaya dökülüyor, her şey bir bir konuşuluyor, konuşulmasa da her şey bir bir anlaşılıyor o masada.
musa'nın kızının camdan düştüğü ve tam o sırada musa'nın torununa söz verdiği sahne. "hep birlikte pikniğe gideceğiz ve annen iyileşecek kızım" derken küçük kızın annesinin ölümüne şahit oluşu. zaman herkes için aynı akmıyor. bir bakmışsın 9 yaşında girmişsin yatağa, uyandığında 79'sun. sadece bir sahne, sadece bir kesit hayatındaki seni saniyenin onda biri kadar sürede büyütebiliyor. işte musa'nın torunu ecenin çocukluğunun yittiği andı annesinin ölümüne o yüce dedesinin dahi engel olamadığı sahne.
filmin genelinde mafya siyah giyinmişti ama mafyanın ele başı beyaz takım elbiseliydi, polis ise beyaz takım elbiseliydi ama ele başı musa ise siyah takım elbise giymişti. filmde bize iyi ile kötünün birbiri içinde harmanlandığını, hayatta aslında iyi ve kötü diye bir şeyin olmadığını bu ayrımı yapamayacağımızı vurguluyordu. bir gün siyah olan öteki gün beyaz olabilir yahut beyazın ardı bir başkasına göre siyahtır. bunları bilemeyeceğimiz gibi iyi ve kötü için nesnel yargılar belirleyemeyiz.
"intihar gibi bir eylemi kutsallaştırmak için yapılan basit ritüellerdendir en sevilen kıyafeti giyerek ölüme yürümek"
son sahnede musa en sevdiğini giydi üzerine, polis üniformasını. saatli bomba ile süsledi çok sevdiği takımını. yürüdü sevdiğine, yürüdü yaşanmışlıklarını, ailesini ardında bırakarak.. evinin bir duvarında asılı olan kocaman "sonbahar" temalı tabloya inat dökümden çok güneşli günler umarak yürüdü musa.