--spoiler--
"Seni uzaktan seviyorum... " anlatmadan, anlaşılmadan.... Ben seni beklentisiz seviyorum. Hiçbir şey ummadan, talepte bulunmadan, hayal bile kurmadan.... Kendi içimde taşıdığım sessiz sedasız bir sır bu. Ben belki de senden çok bu sırrı seviyorum.....
--spoiler--
berbat bir duygudur, ancak sokakta karşılaştığınız 3 erkekten 2 si, 3 dişiden ise biri bu duyguyu öyle yada böyle ya yaşamıştır yada o an içinde yaşıyordur.
onu biriyle el ele, mutlu görünceye kadar büyük bir boşluk doldurur. finalindeyse hüzün, kıskançlık, onun mutlu olmasına mutlu olmak birbiriyle çarpışır.
başlarda ne kadar hoş, insanın içini ısıtan, hayatı daha güzel ve yaşanılası bir yer olarak görmenizi sağlayan bir his olsa da bir süre sonra kendinizden nefret etmenize sebep olan hadisedir.şu an için kendimden nefret ediyorum, bir sonraki aşama umarım fazla can yakıcı olmaz be sözlük! çabuk ve acısız olsun mümkünse
onu ilk kez gördüm. öyle yolda, metroda, dershanede, okulda falan da değil. aptal bir videoda. kendi çektiği, o günlerin bir reklamıyla dalga geçen bir videoda. onu gördüğüm an kullandığım ilk cümleyi şu anda rahatlıkla kullanabilirim. o işte 'o'. klasikleşen yapısıyla ifade edebilecek olursam hayatımın kadını. bir gün benimle olsun, duygularıma karşılık versin ya da vermesin. o oydu işte.
lise son sınıf öğrencisiydim, konservatuvar sınavlarına hazırlanıyordum. 1.83 boyunda 111 kiloydum. (bunların hepsi gerekli bilgiler tamamen anlaşılabilmesi için bir şeylerin.) ablasını yakın olmasa da tanıyordum ve o vasıtayla eklemiştim o'nu da.
30 kasım 2009
onun internete yayınladığı videoyu facebook sayfamda yayınladım. bir şekilde iletişime geçer belki benimle diye. bir teşekkür ve gülümse koparabilirim belki diye. farklı şehirlerdeydik ve daha önce bir kez dahi onu canlı canlı görmemiştim.
07 aralık 2009
her zaman bende varolmuş bir özgüvensizlik meselesiydi aşk. yaşadığım tüm ilişkilerde bir erkek olmama rağmen hep karşı tarafın benden hoşlanması üzerine ben de ondan hoşlandığımı itiraf etmiş ve öyle bir ilişkiye başlamışımdır. buna rağmen bir şeyler yapmalıydım, hayatımın tamamını kaplıyordu yavaş yavaş telefonum onun hiç canlı olarak görmediğim mimiklerini içeren fotoğraflarıyla dolmuştu. ilginçti doğrusu, anlatacak bir çok dostum vardı ama hangisi görmediğim sadece fotoğraflar ve videolardan tanıdığım bir kıza aşık olduğuma inanırdı ki? daha doğrusu inanmak bir tarafa bunu sağlıklı bulurdu? yine de şu anki en yakın arkadaşıma duygularımı anlattım. daha önce hiç görmediğim bir kıza hissettiklerimi yadırgamadı ve bir şekilde iletişime geçmemi önerdi. o'na mail attım işte videonu çok beğendim de bik bik diye. karşılığında beklediğimden çok daha sıcak kanlı bir diyalog gelişti. ancak ta ki eski sevgilimin uzaktan bir şekilde arkadaşı olduğunu anlayıp bana bunu sorana dek, normal olarak yapmam gereken ''ya işte evet hedehödöyle şu kadar zaman çıktık ama bitti ee daha daha?'' demek yerine saçmaladım be sözlük. hem de ne saçmalamak öyle böyle değil, yani işte evet çıktık da ben aslında onu sevmiyordum da şimdi o hala mesaj atıyor da ama ben onu hiç sevmedim de falan da filan da. doğal olarak maillerdeki sıcakkanlılık yerini hop hemşerim moduna, yani smileysiz iki cümleden oluşan maillere bıraktı. daha sonra birbirimize hayatımızın geri kalanı boyunca başarı ve mutluluk temenni edip mailleşmeyi kestik.
09 aralık 2009
ona tamamen aşık olmuştum, aklımdan başka herhangi bir düşünce geçmiyordu, sadece o vardı. mail yoluyla konuşmayı kesmiştik. yapabileceklerim 2 seçenekten oluşuyordu ilki ondan sonsuza kadar vazgeçip aman işte sadece hoş bir kız işte seni de etkiledi o kadar, boşver takılma diyerek kendimi teskin etmek - ki şu gün bile düşünüyorum acaba bu ilk seçeneği uygulayabilseydim şu an ne yapıyor olurdum nerede olurdum diye. - ikincisi ise o'nun kadar güzel ve ulaşılması zor bir kızın dikkatini çekebilecek bir erkeğe dönüşmek. gözlüklüydüm, sivilceliydim, ve boyum ideal bir uzunlukta olmasına rağmen 111 kilo çok fazlaydı. şimdi böyle de yazınca harbiden çok çirkin bir adam canlandı bak gözümde sözlük. ama gerçek buydu işte bu kadar felakettim. başından beri her şeyin şahidi arkadaşımı aradım ve ağlayarak, (evet 12 günde bu raddeye getirmişti beni platonik aşk) sordum ne yapayım diye, konuşmanın gelişmesini hatırlamıyorum ama kapatırken ikinci yolu seçtiğime yani evrime inanmaya ve başarmaya karar vermiştim. diyete başladım, ertesi gün hastahaneye giderek göz numarası ölçümü ardından lens aldım, kükürtlü sabun ve bir ton sivilce ilacı da benim diğer yardımcılarım olacaktı. şu an nasıl uyguladığıma şaşkınlıkla baktığım bir disiplin modeli benimsedim. günde 3 kez yüzümü kükürtlü sabunla defalarca sabunluyor, lens takmak için yarım saat önce uyanıp eciş bücüş uğraşıp sonunda takıyor, günü 110 kaloriyle yani bir light bisküvit ile bitirdiğim oluyordu. önceden 5000 kalorinin altında tüketmediğimi düşünecek olursak başarılı bir diyetti ama herkesin dediği gibi sağlıksızdı.
31 aralık 2009
yılbaşı günüydü ve ben bir kaç gün önce onun facebookta insanların sıkça yayınlamayı sevdiği @bilmemnere statusunü okumuştum, benim olduğum şehre geliyordu, çok heyecanlanmıştım, o gün yanımda sağlam dostlarımdan biriyle ablasının okulunda saatler geçirdik. ablasında kalmaya gelecekti nitekim ve belki okula beraber uğrarlardı. olabilme ihtimali olan her yere gidecektim, yaşadığım şehirdeki belli başlı alışveriş merkezlerini gezdim, bir umut, bir karşılaşma aradım. ama olmadı. ona kendimi feci kaptırmıştım artık diyetim olumlu devam ediyordu ve kilo kaybetmeye başlamıştım. ''telefonun için tema'' içerikli sitelere giriyor, onun fotoğraflarından onlarca tema yapıyordum. canım sıkıldıkça diğerine geçiyor, takvime koyduğum fotoğraf o an için hoşuma gittiyse dakikalarca takvime bakıyordum. ya da müzik çalara ya da ekran koruyucuya. anlayacağın delirme yolunda emin adımlarla ilerliyordum sözlük.
3 ay sonra
111 kilodan 88 kiloya kadar düştüm. günde 120 dakika bisiklet sürdüğüm oluyordu. kondisyon bisikleti tabiki. ayrıca yediğim kalorinin 400'ü geçmediğini ve hiç acıkmadığımı düşünürsek her şey yolundaydı. insanlar bendeki değişime inanamıyordu, yüzümde tek tük sivilce kalmış gözlüğü çıkarıp atmış ve 7 yaşında bir çocuk kadar zayıflamıştım. o güne kadar adını dahi bilmediğim bir çok alt sınıftan kız benimle tanışıyor muhabbet etmeye çabalıyordu. şu gün sahip olduğum çevrenin önemli bir kısmı bu zayıflamanın sonucuydu sanki ve bu da kaderin bir cilvesiydi işte.
ona bir defter hediye etmeye karar verdim, en azından onu göreceğim gün ona bu defteri verecektim. defterin içeriğini ise şöyle düşündüm ve işe koyuldum; onun, bugüne kadar bilgisayarıma depoladığım bütün fotoğraflarını, evet hem de hepsini teker teker gözden geçirdim. en beğendiğim 100 tanesini belirledim ve bunları çıkartmak için fotoğrafcıya götürdüm. en beğendiğim fotoğrafları demişken yanlış anlaşılmasın lütfen. insanlara çok çirkin ve abidik gubidik gözükecek fotoğraflarını da çok beğenirim o'nun. fotoğrafcı dijital ortamda fotoğrafları çıkarırken yanında ben de vardım, adam tepki vermedi yani bir kızın 100 adet fotoğrafları. hatta babacan bir edayla yaklaşıp ''sevgiliye süpriz ha?'' falan demesini bekledim, demedi duygusuz dallama. iyi ki de demedi çünkü ben orada sıçıp ''yok abi ne sevgilisi platonik aşka süpriz ehe ehe'' derdim ve o bu durumda duygusallık değil belli oranda sapıklık sezerdi. her neyse kocaman simsiyah çizgisiz bir defter aldım, her bir fotoğrafı sayfalara yapıştırıp altına da yorumlarımı ekledim. o fotoğrafa her baktığımda ne hissettiğimi, ne düşündüğümü yazdım. altına da hep aynı cümleyi yazdım ''seviyorum seni çok'' bunu tam 100 kez yazdım sözlük, her fotoğrafın altına bıkmadan usanmadan. bu defteri ona ne zaman vereceğimi bilmiyordum ki hayat karşıma hoş bir süpriz çıkardı.
20 mayıs 2010
bir çok lisenin uyguladığı gibi 19 mayıs haftası genelde öğrenciler belli tatil yerlerine okul gezisi düzenlerler. hayatımın hiç bir döneminde bu gezilere katılmadım, ya o günlerdeki bir çok arkadaşım gitmiyordu ya da benim param yoktu. ama lise son sınıfa geçtiğimde artık sağlam arkadaşlarım belli olmuş çürük çıkanlarla da yapmacık bir samimiyet sürdürüyordum. bu sağlam arkadaşlarımdan bir tanesi bu tatil fırsatını anlattı bana.18 mayısta yola çıkılacak 22 mayısta dönülecekti, ücrette bana belli bir yardım da bulunacaktı. gitmeye karar vermemi sağlayan etmen ise o'nun yaşadığı şehre gitme imkanıydı. orada yaşıyordu ve onunla en azından aynı havayı soluma imkanım vardı. hikayenin buraya kadar olan kısmını okulumun müzik öğretmenine yani geziyi düzenleyen genç ve sempatik bir kadın olan hocama anlattım. çok duygulandı, bizlerle arkadaş gibiydi o. beni oraya gittiğimiz gün idare edeceğini, benim bir kaç saat vaktim olacağını gidip onu canlı canlı görebileceğimi söyledi. görünce ne yapacağımı sorduğunda ona hazırladığım defteri vereceğimi söyledim. ama ona o an buna cesaretim olmadığını, ona 100 metre kadar bile yaklaşmanın onu uzaktan görmenin, arkadaşlarıyla şakalaşırken izlemenin benim için ne kadar değerli olduğunu ve sırf bunun için gideceğimi söyleyemezdim. amaçsız gözükürdüm ve belki bana yaratacağı bu bir kaç saatlik özgürlük elimden kaçmış olurdu. her şey hazırdı, gezi paramı yatırdım gitmeye gün saymaya başladım. ta ki yine onu facebookta takip etmem sayesinde öğrendiğim bir bilgi beni durduruna kadar. tam bizim okul olarak onun şehrine tatile gideceğimiz günlerde o da benim şehrime geliyordu. sebebi ise liseler arası müzik yarışmasının onun şehrinde yapılan ayağında finale yani benim şehrimde olacak olan final yarışmasına gelecek olmasıydı. hemen tüm tatil hazırlığımı iptal ettim, güç bela okula verdiğim parayı geri aldım. onu görmek için gittiğim bir geziye o benim olduğum şehre gelirken yine de gitmek aptallığın daniskası olurdu.
böylece geldik o meşhur güne, 16 yıl önce, daha 3 yaşındayken beraber büyümeye başladığım arkadaşım ve bütün lise hayatımı beraber geçirdiğim arkadaşım o gün yanımda olmak istedi. dünya üzerindeki herkesden bana daha yakın bu iki kişinin böyle bir günde beni yalnız bırakmak istememesi beni ne kadar duygulandırdı tarif etmeme gerek yoktur herhalde. o gün geldi çattı, şehirdeki gösteri merkezine gittik bir çok şehirden (bulunduğum şehir de dahil) onlarca okuldan gelen müzik grubu vardı. ben ise onu görmeyi umuyordum. uzaktan görmek ama, karşılaşmak için çaba harcamamak, bir kaza eseri karşılaşırsak da işte bilmem ne okulundan arkadaşlarım var sen de mi buradaydın diyecektim. tabi ki beni hatırlaması mümkün değildi bir hayaldi sadece bu. hadi ben ona delicesine aşıktım fotoğraflarına bakmaktan yüzünün her hattını her kıvrımını ezberlemiştim de böyleydim. daha önce hiç görmediği nınının nınısının nınısı sıfatıyla internet üzerinden bir kaç konuşma ve yorumlaşmadan ibaret olan birini hatırlamazdı. hele ki öyle bir kız. ama ben onu görecektim, hayatımın merkezindeki bu insanla aynı havayı soluyacak, onu canlı olarak görebilecektim. bu ilk ve son görüşüm oldu onu, ha yok başına bir şey gelmedi ama hali hazırda tekrar aynı şehirde olduğumuz bir gün olmadı. o gün onu görünce neler hissetiğimle ilgili fazla şey konuşmaya gerek yok herhalde. o gün onu şarkı söylerken görmek, yarışma boyunca (-8 saat kadar sürdü tüm okulların performansı verilen aralar teknik arızalar oylamalar şovlarla beraber-) onu görmek, yemek yemesini seyretmek, ablasıyla diyalogları, arkadaşlarının yanındaki hal ve hareketleri. bunları görmek rüya gibiydi. özellikle de çok sevdiğini bildiğim şeyi yaparken onu izlemek, onu sahnede şarkı söylerken izlemek hayatımın unutulmaz anıları arasına çoktan girdi. giderken onları taşıyan aracın arkasından bakmak günün bütün dolmuşluğunu üzerimden attığım, an oldu. dakikalarca göz yaşı döktüm.
eylül ayı dönemi
ben konservatuvar sınavlarını kaybettim ve depresyonda geçirdiğim 4 hafta içerisinde verdiğim 23 kilonun 18ini geri aldım. hayata dair bir çok umudum yok olmuştu vesaire vesaire.
11 mart 2011
bir buçuk yıla yaklaştı onu tanımam, ona hala ilk gün ki gibi aşığım, ama aramızdaki mesafe hala aynı. hala aldığım kiloları veremedim, konservatuvar sınavlarını kaybetmeme sebep olan özgüvensizliği yenmenin tek yolu bu ama ben hala kilo veremedim. o'na ulaşma yolunda hiç adım alamadım. neden bilmiyorum. sanırım bir çok yönden psikolojik yıkıma uğradım. ve artık hiç bir şeye eskisi gibi bakamıyorum.
bunların üstüne bir hafta önce bir kızdan gerçek anlamda hoşlanmaya başladım. o'nu hala seviyorum ama şu hayatıma giren yeni kız beni çok şaşırttı. hiç bir kusur bulamıyorum (bkz: başak burcu erkeği) kusursuz bir kız ve çok güzel. bugüne kadar yaşadığım beş ilişkide de hep hislerini açık eden taraf karşı taraf olmuş. ben de bunu handikaplarımdan bir başkası diye düşündüm ve hoşlandığım şu kıza bir hafta kadar önce ondan hoşlandığımı söyledim. bir buçuk aylık tanışmamızda çok iyi tanımıştık birbirimizi bir çok arkadaş grubu görüşmesinde bir arada vakti geçirdik. bunların vermiş olduğu güvenle ve hislerle sonunda tabumu yıktım ve ona ondan hoşlandığımı söylemeyi başardım. beni kibarca reddetmeye çalışacakken tamam önemi yok diye geçiştirdim. ya o'na ulaşma yolunda bana özgüven depolar diye çıkmak istedim ya da gerçekten bu kadar kırılmışlığın üzerine bir ilaç olur beni mutlu eder diye bunu yaptım. ama sonucu olumsuz oldu, ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi hayatımıza devam ettik ve şuanda öyle.
hayatımdaki her sorunun başlıca kaynağı o gibi gözükse de ben ona aşık olmayı çok seviyorum. işte böyledir platonik aşk, ona aşık olmayı sevmektir, ve yeri geldiğinde mutlu olacağına inandığın insanlarla beraber olmak istemektir. belki bahsettiğim şu kız, bana aynı hisleri beslese çok daha kötü olacaktı her şey. o daima içimdeyken birini mutlu edebileceğimi sanmıyorum.
platonik aşk en güzelidir arkadaş. şimdi birine aşık oldun gittin çıktın, aradan 2 ay geçti, modern çağ aşkları olarak tanımlanan günümüz ilişkilerinin süresinin uzun olmadığı malum bundan dolayı ayrıldın. ama birine aşık oldun, çıkmak ne kelime dile bile getiremedin, işte o aşk kirlenmeden, tertemiz sadece hayallerinde kalacak, ne güzel değil mi?
Sevdiğin kişinin seni sevmemesi, başkasını sevmesi yada senin sevginden haberi olmaması durumudur. genellikle platonik aşık olduğunuz kişi sizi görmezden gelir.
aşk değil aslında sadece bir beğeni.
yani birine aşık olduğunu sanma hali. kafanda bir resim çiziyorsun ve onu bir bedenle bütünlüyorsun sonra da o kendi yarattığına aşık olduğunu sanıyorsun.
zamanında yaşamamış olsam böyle beylik laflar etmezdim.
bundan dört sene önce falandı sanırım, daha üniversiteye yeni başlamıştım. bir sınıf üstümde bir çocuk vardı aynı zamanda bizim semtte oturuyormuş ama ben bunu sonradan öğrendim tabi. çocuk basketçi falan acayip bir karizması var, bende safın tekiyim tabi birden tutuluverdim. ama ne tutulma... balkonda elmacıyla yoğurtçuyu bekleyen adile naşit modlarına girmeler, çocuğu takip etmeler, sırf o oynuyor diye baskebola özenip küçücük boyumla basket oynamaya çalışmalar... ve hatta hatırlıyorum bir keresinde temmuzun sıcağında geçtiğim dersin bütünlemesine girdim sırf ona kopya verebilmek için. okuldan atılmayı göze alıp kopyayı verdim ama o salak dersten geçemedi, neyse konumuz bu değil.
bu leyla modum üç sene falan sürdü. soranlara "çok aşığım lan, kara sevda oldum ben" diyorum ama ortada bir şey yok. kendi kendine bir gelinlik hali yani, gitsem söylesem(aslında cesaretliyimdir düşünmedim değil) babam babasını tanıyo. al başına belayı ondan sonra uğraş dur yediğin naneyi açıklamak için. kafamdan sürekli felaket senaryoları yazıyorum:
"-ya baba tamam seviyorum dedim ama abim gibi seviyorum valla.
+hadi len gitmiş ilan ı aşk etmişsin çocuğa, ne abisi.
-evet yaptım, taş kalpli adam ne anlarsın aşktan gidiyorum ben."
ben böyle senaryolar yazıp durayım, aşık olduğumu sandığım adamın ne kadar odun bir herif olduğunu anladım. allah mı gösterdi bana gerçekleri bilemiyorum.
bir gün otobüste karşılaştık biz bunla, selamımız var eskiye dayanan sonuçta aynı okuldayız e bir de aynı semtte oturuyoruz üstüne üstlük babalar da kanka. neyse efenim konuşurken konuşurken konu gelecek planlarımıza geldi:
"platonik çocuk:ben yurtdışına gitcem ya, amerika falan düşünüyorum seneye falan. masteri da özelde yapacağım hiç kasamam kendimi devlette.
ay ne hos: ya bende istiyorum amerikaya gitmek ama ben daha çok arap medeniyetini merak ediyorum, eskiden kalma bilmiyorum neden vikivivikiviki.
platonik çocuk:hacca git o zaman!
şokkkkk!!!
o bunu dediğinde ben kendimden utandım lan resmen. nasıl yüzeysel bir adama aşık olmuştum ben. lan üç sene az mı?
ışık hızıyla bitmişti aşk sandığım beğeni duygusu.
sonra gerçekten aşık oldum başka birine, anladım aşkın nasıl bir şey olduğunu o'nu unuttum. o sadece bir yanılsamaydı benim için, ötesi yok.
geçenlerde onu yolda görünce hatırladım aslında bunların hepsini. ben onun gözlerine dik dik bakarken, gözlerime bile bakmaya cesareti olmayan bir adama aşık olduğumu sanmışım ben. kaldı ki o zamanda çok isteseydim olurdu, ama hissettiklerimden emin olmadığımı bildiğim için istemedim ve ben istemediğim için olmadı. (tabi babaların durumu da unutmamak lazım)
işte o yüzden diyorum ya "platonik aşk" denilen şey sadece bir sanma halidir. sen o aşk denilen şeyi yaşamak istediğin için kalbine hissettirirsin bu duyguyu. esas oğlan da esas kızda sensindir, aşık olduğun insan ise bu olayda etkisiz elamandır hepsi bu.
liseye başlar başlamaz sınıf arkadaşıma aşık oldum. öyle böyle değil. onu düşünmekten başka hiç bir şey yapmıyordum. ama söyleyemedim.daha sonra unuttum gibi. yani aşkım geçmiş gibiydi. lise bitti. ben istanbula geldim. o adanaya gitti. 2 yıl hiç görüşmedik. sonra o yatay geçişle bizim üniversiteye geçti. şimdi böyle arada bir buluşuyoruz. lise arkadaşlarımızla beraber. yanındayken öyle pek bişey olmuyor. eve geliyorum günlerce aklımdan çıkmıyor. bu aşk mı sözlük? yada aşk değilse ne?
gerçek aşkın ilk belirtisidir. Sevdiğinizi kaybetme korkusu bu aşkın en önemli belirtisidir. Bir yandan sevinçlisinizdir, bir yandan ızdıraplı. Sevinçlisinizdir çünkü sevdiğiniz insanı hayal etmek en büyük zevkinizdir, ızdırabınız vardır çünkü onu sevdiğinizi söyleyememişsinizdir. Her an onu kaybetme korkusu her an benliğinizi sarmıştır. Zannedersiniz ki dünyanın en çok seveni sizsinizdir. Sevdiğinizin uğruna ölümü bile göze almışsınızdır. Onu gördüğünüzde otomatik olarak kalp atışlarınız hızlanır, ellerinizin içi terler, kendinizi dünyanın en mutlu insanı hissedersiniz. Zamanın nasıl aktığını bilemezsiniz. Zaman öyle hızlı akıp giderki saatlerin nasıl akıp gittiğini farkedemezsiniz. Ayrılık vakti gelince bir hüzün peydah olur aniden. Ölümle eş değer bulursunuz ondan ayrılmayı. Ayrıldıktan sonra hemen beş dakika öncesini hayal etmeye başlarsınız. Sonra yine onu görmeyi hayal edersiniz. Gözleri aklınızı baştan alıverir. Adım attığı yerleri eğilip öpmek istersiniz. Onun varlığı sizi mutlu eder bu yüzden biraz şairlik yeteneğiniz varsa onun için şiirler yazmayı kendinize görev edinirsiniz. Sayfalar dolusu şiirler bu aşkın en hüzünlü yanıdır. En samimi duygular o defterde gizlidir. Onunla geçirdiğiniz anlar, dakikalar, saatler hatta saniyeler sizin ilham kaynağınızdır. Bazen günlük tutarsınız onunla geçirdiğiniz günleri. O günler tarihe yazılmıştır artık. Beyninizin içinde sizi kavurur o tarihler. O tarihlerin yıldönümü geldiğinde kutlamak istersiniz. Hüzünlendirir sizi. Yine de takdire şayandır yaptığınız. Seviyorsunuzdur karşınızdaki sizin onu sevdiğini bilmese de. Platoniktir işte aşkınız ta ki ona sevdiğinizi söyleyene kadar. Kabul etmesede söylemek gerekir isterse kabul etmesin. Onun sizin onu sevdiğini bildiği düşüncesi, sizin onu düşündüğünü düşünmesi sizi mutlu eder. Varsın aşkınız platonik olmaktan çıksın. Sizin onu sevdiğinizi bilsin yeter. Siz onu düşünene kadar o sizi düşünsün...