insanın tüylerini diken, diken edecek nitelikte çarpıcı dizelere sahip, eksiksiz bir yılmaz erdoğan şiiri.
pencerem
boş bahçesine bakar gri bir lisenin
içimde servislere dağılır çocuklar
ve yürüyerek bitirir okulu
küçük esnafın çilli çocukları
pencerem on yıl öncesine bakar
müfredat dışı sevmeler içindir lise yılları
veya kötü şarkılar
ne zaman ıslak bir aşk düşünsem
içime saçların düşer
bir iç'e bir saç nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
açık konuşma benimle
penceredeyim
ağzında gevele sözcükleri
söz sanatlarından devşir gülmelerini
yalnızım, cenderedeyim
pencerem ağzıma bakar
ne zaman karlı bir akşam düşünsem
içime kırağın düşer
bir iç'e bir kırağı nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
suda yürüyebiliyordum bir aralık
her faninin kendi mucizesi vardır
kendini şaşırtır en azından,
herkes biraz elçisidir tanrının
ne zaman ölümcül bir aşk düşünsem
içime allahın düşer
bir iç'e bir allah nasıl düşer bilmem
bilsem zaten şiir yazmam
aslında hayata baktığımız ikinci göz.
her yerdeler pencereler.
her dört duvarın bir solukluk yeri.
bazen güzel bir kamuflaj, dışarıda olup biteni görmek için.
bazende bir sırdaş , arkadaş ,çıkılamayan dört duvardan hayatla üç beş laflamak için...
Albümün kapağındaki kişiler, albüme emeği geçmiş bazı insanlarla,ilhan irem'in o zamanki dostlarıdır. ilhan irem'in önünde oturan gözlüklü şahıs, "Pencere" albümünün aranjörü Melih Kibar. En sağdaki bordo kazaklı sakallı olan, albümün kayıtlarını ve miksajlarını yapan ihsan Apça. ihsan Apça'nın solunda pipo içen sakallı kişi,albüm arka kapağında (Müneccimbaşı) olarak tanıtılan,albüme herhangi bir katkıda bulunmadığı halde, kompozisyon gereği orada bulunan Engin Noyan. En solda, Engin Noyan'ın eski eşi Eser Noyan. Son olarak onun sağında gülen hanım, Melih Kibar'ın eşi Ethel Kibar'dır. Bence, "Pencere"nin kapağında, yüksekçe bir yerden dostlarına bakan ilhan irem'in yüzündeki ifade,albümün anafikri gibidir.
Unutmadan iki not daha:
1.Pencerenin dışında,sisler arasından camı tıklatan yaratık,albümün o zamanki simgesi olarak, tüm ilhan irem konserlerinde müzisyenlerin yanında sahnede oturan, uzaylı ziyaretçi "Tinkata Tunkata" imiş. Plastik makyaj sanatçısı Corci, kafaya geçirilen bu maskı,"Pencere" albümünün kapak fotoğrafı için iki ayda hazırlamış.
2.Eksi beş derecede,yeşile boyanmış çıplak vücuduna bu maskı takıp,pencerenin dışında bu kapak fotografı için saatlerce poz veren kişi de, ilhan irem'in o yıllardaki asistanı Abdullah Baykal'mış.
"Pencere" Long Play'inin tüm kapak tasarımı ilhan irem tarafından hazırlanmış. "Pencere" albümünün arka kapağındaki fotografta ilhan irem'in yüzü,ölümü çağrıştırması için,özellikle beyazlatılmış ve ilhan irem'in arkasında belli belirsiz görünen siyah nesne, dikine duran bir hıristiyan tabutuymuş!
ilhan irem'in 1983'te çıkardığı ve 2000'de uçuk mavi pencere adıyla ve yeni bir kapakla yeniden basılan albümü. bu uzunçaların iç kapağı, supertramp'in 1974'te çıkardığı Crime of the Century uzunçalarının kapağından esinlenmiştir. bu da ispatları:
boş başlı saatler ve uyku nereye gitti geceleri için iyiki var olandır. halini muhal bulanların ve bekleyiş sahiplerinin uğrak yeridir civarı. dört duvar kaçkınlarının ufka firar tünelidir ki insan gözünün baktığı aklının uzandığı yerde yaşar biraz. * duvarlar konuşmaz pencereler konuşur her lisanı. her bakanın gözüne ilişecek bir şey bulunur pencereden ya da gönlüne ilişmişlere diker gözlerini bakanlar. buluşma yerine kalkan otobüs gibidir pencereler ki her bakış kesişir ufukta. yalnızlık hissedenler kendini ıssızlıkta görenlerin ona sokuldukça geçer bu halleri nebze nebze. umutların en yoğunlaştığı yer olur pencereler. fikirler belirir akıllarda çıkmaz yolların çıkışı görülür. kainatı gösterir pancereler. kainatta her yolun bir çıkışı vardır. beklenenlerin ilk belirdiği yerdir pencere...
gördüm. -penceredeki iki kişilik loşluk- göründü bize, evet. sadeceydi ve bizeydi.
gördü
k.
çünkü
sabaha yaklaşırken yeşillenen
umudu
susarken cevaplayan
gözleri vardı
benimse dededen yadigar
bir saatim, köstekli
o kadar
yolculuklar yapardık zamanda
durur duraklar
aşklaşır tazelenir
dolaşırdık yine
yorulur susar
sevişir gençleşir
doğardık yine
gel zaman
git zaman
bir odamız vardı
doğa'l manzaralı
penceresi yok tek kapılı
pencereler çizerdi
silerdi boyardı
içine hayalini
hayalimizi koyardı
yüzüne bulaştırdığı renkleri
ayırt etmeye çalışırken ben
kırmızıya hınzırlaşırdı aklım
sonrası,
dedim ya
bir yaş daha genciz.
akşam olur kararırdı
soluğumun benzini boyardı
asık suratımı boyardı
severdim sonra kendimi
hiç sevmediğim kadar
'kendimi yeniden sevdirdiği için sevdim onu'
bir tek allahın aşıkını görmedim
bunu itiraf eden.
evet
ona tutulan tutkum
tam da bu yüzdendi
konumuz çoktu komşumuz hiç yoktu
aslında iyi de oldu
şehrin ortasında yaratmıştık
ıssız kargaşasız bir ada
denizimiz vardı sonra sapsarı
masmavi bazen mor
sabah olur uyanırdık
ilk işimizdi sevişmek
hayata onun göğüslerinde uyanmak
dudaklarına ilk, merhaba demek
gamzelerine düşerken paldır küldür
saçlarının kumralına tutunmak
ve günün ilk yolculuğu
en keyifli gidişler
en sarsıntılı gelişler
kahvaltı hazırlanırdı sonra
kütük değilim çok şükür
yardım ederdim ona
kahvaltı kahvaltı kahvaltı...
tazelenmeye yeni başlamış
yorgun ve zehirli zihinlerin
rafadan hali
biraz peynir üç beş zeytin
domates, zeytinyağlı kekikli
mutluluktan kızarmış birkaç dilim ekmek
ve çay
ve çayı bardağı koyarken bıraktığı
dudaklarımızın payı
c'isimleri değiştirmeyi seviyordum.
apayrı bir dil yaratıp
ayrı bir alfabe kullanmak
uzak ama şirin bir fanteziydi.
yalnız değildim artık.
çünkü sabaha yaklaşırken yeşillenen
umudu
susarken cevaplayan
gözleri vardı...
kimseler yoktu başka
kimseler.
o vardı.
yokken de varmış aslında.
'bugün pencereyi nereye çizsek
neresine baksak hayatın?'
fonda tatlı bir gülücük.
ve başlardı
bir başka yolculuk