şu sıralar hiç özlem duymadığım yer.insanları,davranışları,notlarımı göz önünde bulundurursam kendime hak verdiğim bir durumdur özlem duymamam. mutsuzluğun
adıdır artık.
hayatımın yarısını verdiğim tek yerdir.
birinci sınıfta yavaş yavaş sevmeye,
ikinci sınıta ödevlerimden sıkıldığım,
üçüncü sınıfta bir an önce cuma günü gelsin diye yalvardığım,
dört ve beşinci sınıfta okuldan nefret edip bir bahane bulup gitmemek istediğim,
altı,yedi ve sekizinci sınıflarda ise gezmeye, internete,maça gitmek için derslerden kaçtığım yerdir.
içerisine giren, "öğrenci" denilen malzemenin; içinde bulunan, "öğretmen" denilen makinelerle sistematik olarak ürün haline getirildiği garip bir fabrika.
daha dün annemizin kollarında başlayan, şimdi okullu olduk ile devam eden, bir türlü de bitmek bilmeyen, ineğimsi tiplerin yanında öküzümsü tiplerin de yer aldığı ve belirli bir sürecin ardından koridorda volta atanların çoğalmasıyla daha çok hapisaneyi anımsatan, hücre saatleri 45 er dakikalık zaman dilimlerine bölünmüş, yarı kapalı, ABC tipi cezaokuludur.
etimolojik olarak irdelendiğinde; diller arası kaynaşmaya hoş bir arketiptir. bu sözcük fransızca tabanlı; "ekol" sözcüğünden türemiştir. ekol sözcüğünün anlam olarak; "sanat veya bilim alanında ayrı ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya yolların öğretildiği yer." olduğu düşünülecek olur ise; doğruluk payı yükselmektedir.
okul; sorgulamanı düşünmeni engelleyen sürecin bir aşamasıdır, sana sitoplazmayı, selçuklu hükümdarı alparslanı, nazım hikmeti, türev ve integrali bir anda öğreten aslında ezberden başka bir işe yaramayan eğitiminle kişisel gelişimine zerre katkıda bulunmayan hede.
mark twain'in: ‎"okulun, eğitimimi engellemesine asla izin vermedim." sözündeki gibi kişinin kendi gelişimini engelleyen bir eğitim sistemini de barındırabilen bir kurum olabilir. ki o zaman çok tehlikeli olur.