tam kelime anlamını bilmiyorum ama benim için "geçmişe duyulan özlem" olarak özetlenebilecek kelime. şahsımda hastalık derecesinde var bundan. daha yaşlanmadan eski şarkılar, fotoğraflar arasında kaybolup gidiyorum özellikle bu durum en çok geceleri yaşanıyor.
şimdiki hayattan bezmişlikten mi kaynaklanır yoksa başka tıbbi nedenleri var mıdır bilemiyorum ama iyice yaşlanınca nostaljiden öldü dersiniz benim için.
geçmişe dönük olumsal bir duygu olsa, adı özlem olurdu.
bence, nostalji, anlık ya da dönemsel hissedilen bir özlem duygusundan öte, modern olanın hızı ve değişimin yarattığı maddi/manevi tahribat karşısında tarihte olana karşı hissedilen özel bir yakınlıktır. yani, nostalji, daha daimi ve ilkesel bir duruştur.
-gelen geçen saatler
-geçmişler
-geçmişte neyapıldı ne yapılamadı diye bakmalar
-sanatlar-edebiyatlar-kültürler-şarkılar-şiirler
-şu anı nasıl yazacak tarih diye düşünüşler
-her şey***
-yıllar yakan nostaljiler
-90lar, o zamanın gazeteleri
-veya bu zamanın gazeteleri
-hüzünler-geçen kum saatleri
-her şey
-sonrası, 90 lar
-kualisyon hükümeetleri
-veya tartışmaları
-şunlar bunlarıo
her zaman dinlemekten zevk alırım. zeki müren, gülden karaböcek, neşet ertaş ve daha nice gerçek anlamda müzik yapan insanları dinlerken kendimden geçiyorum. bana müziğin ruhunu yaşatıyorlar.
pencereden baktığımda gördüğüm krem rengi dolmuş her seferinde kalbimi uçuruyor. pijamalarım ve kafamdaki kurdele ile yanına koşup fotoğraf çektirmek istiyorum. o kadar güzel ki perdeyi çekmeye kıyamıyorum. küçüklüğüm geliyor aklıma sonra, korkunç bir insandım. pijamalarımın paçalarını çoraplarımın içine sokar, elektrik kesintilerinde insanların müziğe bakış açılarını değiştirirdim. koltuk tepelerinde ve caddelerde. sokağa çıkma yasaklı nüfus sayım günlerinde sokağa çıkınca öldürüleceğim korkusu birkaç gece kabus görmeme yol açmıştı. sonra masada ceviz kabukları vardı, bir de ölümsüzleştirilen anlar. süt, çağla, şapkalı panda dondurma, defile, geyikli kazak. şimdi hiçbiri yok. kakül kestirmek lazım belki de, bilmiyorum ki.
şimdi o günlere ait bir bakışa üç sayfa yazı yazmak vardı. başka bir üç sayfayı okumak vardı ama üç sayfaya bir bakış atasım dahi gelmiyor. bazen de gözlerimi sımsıkı kapatarak uyumaya çalışıyorum. uyumayı da mı öğrenemedim acaba? yok artık, çünkü ben on ikide uyuyup onda uyanabiliyorum. geçelim. bu tamam. ama tamam olmayan çok şey var. düşündükçe beynimin içinde dans eden kırıntılara rastlıyorum. unutayım hepsini desem yok olurum o boşluklarda, hepten kaybolurum. hiçbiri olmuyor, yapamıyorum. durduk yere en hastalıklı düşünce gelip kuruluyor beynimin orta yerine. bir adı var hayli karakter sahibi: vefasızlık. beni en çileden çıkaran. ben de öyleyim diye bir şey de diyemiyorum. göreceli misin acaba sen de demekten başka bir şey gelmiyor elimden. ayda bir arasan beni vefasız olmaz mısın, her gün arasam seni arsız mı dersin bana. şunu hatırlıyorum, yetmese de. sekiz dokuz yaşında falandım, yolda babamın bi arkadaşına denk gelmiştik annemle. babamdan bahsediyorlardı, adam tuttu babama vefasız dedi. kafa göz dalacaktım adama bacak kadar boyumla. o zamanlar vefasızlığı küfür sanıyordum, şimdi biliyorum. o adamı bulacağım!