şu hayatta bana sorarsanız, "kerami, yeryüzündeki en overrated şarkıcı kimdir" diye rahatlıkla nick cave derim. saç kurutma makinası gibi sesi ve çöl mirketi görüntüsüyle televizyonda gördüğüm zaman bırakın değiştirmeyi, o kanala üç gün bakmıyorum. elinden red rit gibi düşürmediği sigarasıyla çocuklarımıza kötü örnek oluyor. sanki marlboroman.
her türlü içkiyle dinlenebilen şahane insan. mükemmel bi yorum değişik bir ses rengi. bayıldığım o kadar çok şarkısı var ki. ama bu günlerde şuna taktım
çocukluğumdan beri hayatım boyunca birçok sanatçıya hayran oldum sevdim. Ama hiçbiriyle tanışmak istemedim aklımın ucundan bile geçmedi. sonuçta onun işi sanat yapmak benim işim dinlemek o kadar! ama bu adam başka be. yıllardan beri dinlerim ve ne zaman dinlesem bir önceki girdimde de bahsettiğim gibi hayranlığım aynı kalıyor. hastalık vs söylentileri var sigara migara yüzünden. iyileşse istanbul'a gelse o arada bir de denk gelse de Nick cave hayranı bir sevgili olsa yanımda Dünyanın en mutlu adamı ben olurum herhalde. 1-2 saatlik performansı boyunca hem mutlu eder hem oynatır hem de eğer ki where do we go now but nowhere'i söylese ağlatabilir bile. Utanmam ağlarım da hani o parçanın anlattıklarında. Ama hayal tabi bunlar. birincisi dava gahan'ı dünya gözüyle göreceğiz diye sevindik adam nalları dikecek kadar oldu dio'yu göreceğiz diye sevindik adam öldü. bizde bu şans varken olmaz. ikincisi ise Damardan nick cave alabilecek hatunu bulmak da zor. bizim kızlar damardan teomanla tatmin ederler kendini ancak. Üçüncüsü ise bu zamana kadar sevdiğim hiçbir sanatçı setlistlerini istediğim gibi hazırlamadı denk gelmedi. Where do we go now bu nowhere'i çalmazlar ki.
Dinlemeyenin, dinleyip sesini, sözlerini içinde hissedemeyenin çok ama çok şey kaybettiği adamdır. Başka bir girdide Tanrı'nın yarattığı en güzel insanlardan olarak tanımlamıştım, o girdinin üzerinden baya geçmiştir hala bu düşüncemi koruyorum. Yıllar geçtikçe insanın hissettiği duygular önceki yıllara göre körelmesine rağmen, bu adam insanı insan yapan yegane şey yani duygusallığı birkaç notasıyla birkaç sözüyle harlı tutar.
ilk olarak metallica aracılığıyla tanıdığım şahane müzisyen, yazar, seneryo yazarıdır. metallica'nın loverman cover'ıyla tanıdım onu. daha sonra hallelujah şarkısını baştan sona defalarca dinledim, dinledim ve dinledim. daha sonraları bluebird, gates of the garden gibi parçalarını dinlemeye başladım. yavaş yavaş nick cave dinleyicisi olma yolunda ilerlemekten gurur duyuyorum.
sesi öldürücü kroşelere sahip adam.
sol yanımı etkisiz hale getiriyor.
şarkı adı, albüm adı falan yalan.
sesi yeterli. şiir ya da marş okusa da olur.
bu bulutlu izmir aylarında daha iyisi yok.
acı kahve, siyah, karanlık, dumanaltı izbe bar köşesi, kasvetli bir havada pis pis yağan yağmur, darmadağın, perdeleri kapalı kafası dumanlı tv'si hep açık, leş gibi bordo kadife koltuğunun yanında günlerdir duran şişelerle dost olmuş adamın evi, döşemeleri yırtık, tekleyerek çalışan 70'li yıllara ait bir amerikan arabası, çıkmaz sokaktaki devrilmiş çöp tenekleri, dolu kül tablaları, boş sigara paketleri. bunları çağrıştırır bana hep. bir kaç tane daha vardır bu adamlardan. tom waits, leonard cohen falan gibi...
duygu adamı. bir o kadar da karizmatik. şu dünyada özendiğim nadir şeylerden biridir o adamın bıyıkları... benim de var bıyıklarım da onunkiler gibi değil. boyatcam siyaha.
ayrıca; (bkz: as i sat sadly by her side)
warren ellis'le beraber the assasination of jesse james by the coward robert ford'un film müziklerini hazırlamış avustralyalı şarkıcı. ayrıca kendisi filmde de kısa bi rol almıştır.