new york ta beş minare

entry545 galeri56
    369.
  1. Haluk Bilginer'in devleştiği filmdir...Haluk Bilginer Hoca tiplemesiyle Türk sinemasının en unutulmaz performanslarından bir tanesini ortaya koymuştur...Evet filmde mantık ve senaryo hataları vardır ama sırf o hoca tiplemesi için izlenir..
    0 ...
  2. 368.
  3. 367.
  4. herkesin ön yargıyla gittiği gibi gitmediğimden mi nedir, çok beğendiğim film.

    Ne var adam "sarı sarı" diye dans etmişse. Ne var adam " bu kız beni görmeli, bana kazak örmeli " demişse. Bunlar, onların iyi işler çıkaramayacağı anlamına gelmez. Zaten Haluk Bilginer, filmi izlemek için yeter de artar bile. O nasıl gözyaşı dökmektir. Resmen yüğim dağlandı!
    0 ...
  5. 366.
  6. fetullah gülen ile mahsun kırmızı gül "hepimiz kardeşiz!" diye şarkı söyleseydi filmin sonunda hiç şaşırmazdım. haluk bilginer gibi hem muhetşem bir oyuncu hemde Atatürkçü olan bir adam neden bu filmde rol aldı anlayamıyorum daha doğrusu mantığım almıyor.
    3 ...
  7. 365.
  8. tipik mahsun filmidir. yine doğulu kimliğini ön plana çıkarmış. tamam anladık kimliğinle gurur duyuyorsun zaten lafımız yok buna ama ben film çeksem her filmi egeliyim diye egede mi bitiricem? sen onca para harca amerikalarda film çek hollywood yıldızlarını oynat haluk bilgineri oynat film yine doğuda sonlansın ne farkı var ilk iki filmden.

    ben izledim sadece haluk bilginer'in oyunculuğunu ve baştaki eve yapılan baskın sahnesini beyendim. Ayrıca mahsun'un jön triplerinide anlamadım filmdeki adam kasılmışta kasılmış
    2 ...
  9. 364.
  10. çok önemli bi arkadaştan aldığım habere göre film galiba new york da geçiyormuş.
    1 ...
  11. 363.
  12. deli saçması bir film..ha tamam ön yargılı seyrettim o kabul ama keşke pişman olabilseydim..bana bir hayat dersi verseydi ''görmeden atıp tutmak'' adına..

    mahsun kırmızıgül le ilgili fikrim net zaten uzun uzun yazmicam..bu adam birilerinden destek alıyor.üç filmde de alttan altta aynı şeyi savunuyor.ülke sorunlarını sanki ona kalmış gibi bu saçma filmleriyle didikliyor falan.ayrıca bok gibi de bir oyunculuğu var.

    filme gelince tüm çıkarımlarım haluk bilginer in oyunculuğu dışındadır öncelikle bunu belirtmek isterim.kendisinin önünde saygıyla eğilirim.

    yalnız öyle bir ayrıntı var ki bu film de sanki filmin ilk yarısını başka biri diğer yarsınını da yazıldığı gibi mahsun çekmiş gibi.amatörlük ve profosyonellik arasındaki 7 farkı çok rahat görebiliyorsunuz.başlangıcı ile sonu arasındaki bu alakasız bağlantı sadece güldürüyor..

    ayrıca ve kesinlikle şuna katılıyorum ki fethullah gülen para vermiş çektirmiş bu filmi.
    6 ...
  13. 362.
  14. bilet alırken "orjinal mi yoksa türkçe dublaj mı izleyeceksiniz?" diye sordular. şaşırdım tabi. filim türk yapımı ne de olsa.

    türkçe dublaj seçtiğime pişman oldum. seslendirme kötüydü. filimin son sahnelerinde eni konu ses kaybı vardı. bir ara sansür uygulanmış sandım.
    1 ...
  15. 361.
  16. hayır o tarikatların içine ülkücülüğü neden soktun şeklinde sorulması gerek filmdir. hala anlayabilmiş değilim.
    gerçi bir önceki filmde ülkücülerin tepkisini çektiği için onlara yaranmak adına boyle birşey mı yaptın sen mahsun. yapma boyle senın geçmişini de geleceğini de biliyoruz. hadi anam sen git güneşi görmeye dur.
    2 ...
  17. 360.
  18. ismini 'mahsun emerika'da' olarak değiştirseydi keşke. islamcı kürtlerin pensilvanya ile dirsek temasını apacık ortaya koymuş sevgili mahsun.

    doğrudan mazlum ve mağdur edebiyatı, komik. bollywood gibi adam oldu maşşallah.

    nerde ellerinde ciceklerle dans eden ve 'gülen' danscılar... bu sahneden nicin bizi mahrum ettin mahsuuuun allah belanı versin mahsuuunn..
    7 ...
  19. 359.
  20. çok açsınızdır. önünüze muazzam bir yemek tabağı gelir. yemekler harika gözüküyordur. yemeği yemeye başlarsınız ve iki üç çataldan sonra tabakta hayvan gibi bir sinek olduğunu görürsünüz ve yemek artık o kadar lezzetli değildir sizin için. sinemadan çıktığımda bana bu duyguları yaşatan filmdir.

    keşke sadece yönetseydin be mahsun kırmızıgül dedirtmiştir bu film bana. bir de mustafa sandal ne ayaktır? yazık etmişler canım filme.
    1 ...
  21. 358.
  22. film senaryosundaki kopukluklar olmasa hoş bir film olabilecek yapıda ama olmamış.
    sonuc: benim hosuma gitti, gidin izleyin.
    2 ...
  23. 357.
  24. Bu film o kadar para etmez bana kalırsa.
    3 ...
  25. 356.
  26. yarısında sinema salonundan ayrıldığım ilk film; new york'da 5 minare. artık sinema perdesi de yeşil.
    2 ...
  27. 355.
  28. filmi seğreden biri olarak sözlükteki yorumları okuduğumda gördümki herkez görüntü yönetmeni, senarist, yönetmen ve film eleştirmeni olmuş o değilde aklıma şöyle birşey geliyor siz ne yaptınız demek geliyor. yok böyle olmuş burası öyle olmaması lazımdı. filmi savunduğumdan veya iyi dediğimden değildir fakat bu kadar biliyor gibi davranmak için birşeyler yapmak ve öyle eleştirmek gerekir. milyon dolarlık film bir kalemde beş para etmez durumuna geliyor.

    keşke biri bu yanlışlardan film yapsada bizde çok güzel, kalite bir film izlesek!
    1 ...
  29. 354.
  30. "vasat!"

    sıradan bir senaryo iskeleti üzerine kurulu ve sığ diyaloglardan öteye geçemeyen film tam bir hayal kırıklığıydı...

    çünkü; filmin iskeletini anlamak için birkaç dakika yeterli oluyor.

    film başlar başlamaz ilk sahnedeki arabanın patlayacağını ve masum çocukların öleceğini öngörebiliyorsunuz. daha sonra müslamanların aslında kötü olmadığını, hiçbir teröristin müslümanlıktan bahsedemeyeceğini, amerikalıların tüm müslümanları terörist ilan etmesinin yanlış olduğunu vs...

    evet, bize aşina, biraz da duygusal anlamda kolayca etileyecek, "heh işte ulan" dedirtecek şeyler.

    bu noktadan sonra bunları nasıl anlattığına, nasıl birleştireceğine ve bu konudaki derinliğine (konu hakkında araştırma, çarpıcı bilgiler, vay arkdaş olay aslında tv'lerden duyduğumuzdan daha derinmiş dedirtecek şeyler) odaklanıyorsunuz.

    işte bu noktadan sonra film adeta "yok" oluyor...

    filimdeki diyaloglardaki yavanlık bir "posta haberi" kalitesinde.
    filmin ilk yarısı "hacıyı" yakalamakla geçiyor ve bu yarıda geçen dialoglar 5-6 cümle ile özetlenebilir:
    -kocanızın neden suçlandığını bilmiyoruz... (fbi ajanı tekrarlayıp duruyor)
    -hacı şeçlusun... (ama neden olduğunu adeta bir "sır" gibi hiç söylemiyor, sadece suçluyor fbi ve mahsun)
    -hacı suçsuzdur, o günah işelemez...(sadece bu cevap defalarca tekrarlanıyor)
    -hacı nerde? bu benim kartım, beni 7/24 arayabilirsiniz. (fbi ajanı filmin ilk yarısını oluşturan şüphelilere soru sorma işinde hiç ileri gitmiyor, diğerlerinin verdiği cevaplar bile değişmiyor)
    -hacı sen hizbullahçı mısın, talibancı mısın, el kaideci misim; konuş? (hacı sorgularken bile bunun ötesine geçilmiyor. arkdaş bi extra bişey koy; tv'den duyduklarını aynen yazmış)
    -bu teröristlerin finans kaynağı mutlaka* kesilmeli!(ya dimi dimi!..)

    eğer filmin başında herkes hacıyı suçlarken; "hacı seni şu nedenden dolayı suçluyoruz deseler film bitiyordu.

    özetle film; aşk filmleri kadar kokuşmuş bir iskelet üzerine oturmasa da, artık sıradan bir görünüm kazanmış islam-terörist ayrımı üzerine kurulu. filmi vasat kılan, iskeletinin sıradanlığını etkileyici diyaloglar, yaratıcı cevaplar, daha derin bilgi ve araştırma isteyen karmaşık ilişkileri gün yüzüne çıkaran olayları hiç barındırmamasından kaynaklanıyor...

    -vasat!
    0 ...
  31. 353.
  32. bir mahsun kırmızıgül filmidir.

    bide şu var,
    insanları çok mu kategorize ediyorum bilemedim ama sinemaya 3 "tip" de insan gidiyormuş. Bu arttırabilinir. benim gittiğim salonda durum buydu.

    full aksiyon sahneleri göreyim. Birileri ölsün,bombalar patlasın kan-ceset göreyim filmden çıkınca "wuhahha nasıl öldü lan o"
    insanları. Haklı olarak vakit geçirmeye gelmişlerdir ve görebilecekleri en fazla aksiyonu görmek isterler.

    Kimileri film sakin geçsin ailemle, sevgilimle, arkadaşlarımla tatlı vakit geçireyim. Mesela bu filmde gördüğüm 5 aylık bebeğiyle
    sinemaya gelmiş fakat bebek uyumadığından dolayı filmi terk etmek zorunda kalan kadın ve ailesi gibi.

    Birde sinemada sanat namına bir şeyler göreyim diyen bir tayfa var. Onları anlamak bazen zor olabiliyor ama güzel bir dünyaları var.

    "Bu topraklardan besleneceksin evladım"

    New York'da Beş Minare..
    muhtemelen "Mahsun" bu piyasaya girmeden önce böyle bir öğüt aldı. Tüm türkiye'yi beyazperdeye yansıtma ve tüm izleyici kitlesini
    bir arada tutmaya çalıştığından söylüyorum bunu. Daha önceki filmlerine de bakaraktan.

    Muhtemelen de buu yüzden bu kadar iyi oyuncu kadroları çıkarabiliyor karşımıza. Her konuya ayrı bir uzman oyuncu. Fakat "başkomiser rıza"
    burada müdür olarak çıkıyor karşımıza. "Üçkağıtçı Serdar" ise komiser.
    Her neyse filme girişte karşılaştğımız Ali Sürmeli, cemaat, zikir sahneleri, ülkücü gençler, radikal dinciler bunlar arasında ki geçişler,patlayan bombalar

    müthiş bir aksiyon bize filme hoşgeldiniz daha filmin başı diyerekten bizim beklentilerimizi tavan yaptırıyor. Hüseyin Avni'nin çakma sakalıyla
    gidilen bir operasyon sahnesine geçiyoruz ama radikal dinciler anlıyor tabi bunların polis olduğunu.Bir yönetmen olarak
    özünü geçirememiş olmasından dolayı böyle olduğunu düşünüyorum. Sonra operasyon başlıyor. Radikal dinciler ölmek zorunda ama polis kayba uğramazsa
    mantıksızlık olur diyerekten sazanca ölüm planları görüyoruz. Fonda obama'nın konuşması. Başka bir yerde domuz bağıyla bağlanmış insanlar.

    Tüm haber ajansları olay yerinde ama "cihan haber ajansı" yok bu da başka bir detay.

    Amerika'da hocaefendiyi yakalıyorlar. Fakat "Ben altyazıları okuyamıyorum, filmimi takip etcem altyazıyımı" diyen tayfa da filmde kalsın diye, gereksiz bir
    dublaj var. Gina Gershon oyunculuğunu tadamadım..

    Sonra aksiyon düşüyor. Bizim iki cevval oğlanı amerikaya "Deccal"i almaya gönderiyorlar falan. Burada "Güneşi Gördüm" filmindekinin aynısı şehir tanıtım planları var.
    Mahsun kendine ait bir tarz mı oluşturuyor? diye sorduruyor insana.

    acar polisin yavşak yavşak girdiği ajanın odasında kürtçe kelimeler duymaya başlıyoruz. Amerika'nın islami terör paranoyasına bir kez daha tanık oluyoruz.

    ve karşımızda "Hocaefendi" aslen bitlisli ama bir erzurum şivesi duyuyoruz.

    Haluk Bilginer'e tekrar hayran bırakacak bir oyunculuk. Her rolün adamı.

    Bizimkiler türkiye'ye dönecekken havaalanı yolunda çıkan bir iki aksilik hooop "Hocaefendi" araçtan kaçırılıyor. Bizim polisler ayrı, amerikan ajanları ayrı onu aramaya başlıyor.

    Bizim polisler "kendine has" yöntemlerle bir şekilde "hocaefendi" ye ulaşıyor. Hocaefendi de gelin beni tanıyın, "önyargılarınızdan kurtulun" mesajıyla bir süre misafir ediyor bizim polisleri.
    Burada seyirciyi afallatma girişimleriyle karşılaşıyoruz. hocaefendinin hristiyan karısı, açık giyinebilen kızı, silver marketin sevişgen müdürü, ilk bakışda dindar bir adamla işi olmayacak karakterler. "Heeyt uleeeeeyn, önyargılarınızdan kurtulun" mesajları.

    çok not tutmuşum ama üşendim yazmaya gidin izleyin zaten yorumlara bakaraktan hareket etmeyin sakın ha. kendiniz olun.

    islamın iki yüzü çıkıyor filmde karşımıza, heh tamam işte filmin mesajını da aldım "her müslüman terörist değildir taam mı?"
    derken filmin sonunda bir de "kan davası çok ayıp bir şeydir" mesajı alıyoruz. Ne oluyor lan? ne alaka? nereden nereye? oha amk vs.

    beynimizde birsürü mesaj dönüyor. Güzel, kimi anlarda sıkıcı 1 saat 50 dakika kadar süren "vakit geçirebildiğimiz" bir film izliyoruz.

    11 milyon dolar gibi bir bütçe'den bahsediliyor. Fakat bence daha fazla. Sağolsun destek olanlar. ATV'de son zamanlarda reklamlarını gördüğümüz "ukra grup" ve "özyurtlar inşaat" ve daha "nice"leri.

    "Mahsun Kırmızıgül bir yönetmen olma yolunda ilerliyor". Evet buna katılırım ama artık hedef kitlesini belirlemesi gerekir gibi.
    1 ...
  33. 352.
  34. 351.
  35. mükemmel bir film bekliyorsanız gitmeyebilirsiniz,ama film türk sineması için vasatın üzerindedir,haluk bilgineri ve haluk bilginerin annesini oynayan oyuncuyu googledan araştırdım suna selenmiş çok beğendim,filmi eleştirmek isterseniz çok şey bulunabilir ama 8-10 tl verdiğiniz bir film için bu paraya değecek sahneler de filmde mevcuttur.sadece 2 saat haluk bilgineri izlemek bile o paraya değer.
    1 ...
  36. 350.
  37. ön yargıyla gidip izlediğim film beni yanıltmadı, beğenmedim. hani bi filmin yada kitabın giriş gelişme sonuç bölümü olur ya. film başladı bitti ben hala filmin gelişme bölümlerini bekliyorum. Birde baktım bitti.

    mahsun kırmızıgül'ün oyunculuğu vasat mimikleri hareketleri çok göze batıyor. Bu gittiğim 2. filmi sanırım bir daha gitmeyeceğim filmlerine. halihazırda bir haluk bilginer vardıda izlenilebilir kıldı filmi. Yoksa 2 saat nasıl geçecekti yahu?
    3 ...
  38. 349.
  39. mahsun kırmızıgül'ün son filmi çok yüksek miktarlı proje.
    2 ...
  40. 348.
  41. filme bok atma sevdalısı kişilere verilmiş harika bir ayar yazısı, elbette ali murat güven'den:
    --spoiler--
    yapımcı-yönetmen-senarist-aktör mahsun kırmızıgül ve son filmine yönelik "pisleşme", doğrusunu söylemek gerekirse, olacakları ta iki-üç hafta öncesinden çok net bir biçimde görebilen benim gibi "medya medyumu" bir adamın öngörülerini bile fersah fersah aştı.

    ekmeğini sinema üzerine yazmaktan kazanan gerçek sinema yazarları kırmızıgül'ün son filmini değerlendirirken bu kez büyük ölçüde itidalli bir yol izlediler de sıra "çakma sinema yazarları" ve "yazabilecek başka hiç bir konu bulamadığı için, tıpkı askerlik hatıralarının, çocukken köyünü cinlerin basmasının ya da futbol ligindeki son gelişmelerin muhabbetini yapar gibi bütünüyle entelektüel çaresizlikten ötürü dönüp dolaşıp sinema filmlerine dadananlar" mahsun üzerinden yürüttükleri o sefil jakobenizmi son iki hafta boyunca küstahlık sınırlarının da ötesine taşıdılar.

    tabiî, bu arada, konuyla ilgili görüşleri öteden beri mâlûm biri sıfatıyla, benim de "yeniden topa girmem" için yürek parçalayıcı girişimler oldu sık sık... hayatı boyunca çaktırmadan bu fakirle alttan alta sidik yarıştırmış olan pek meşhur "islâmî kesim sömürgeni"nin neredeyse her iki günde bir mahsun meselesinden yemlenip bana köşesinden inceden inceye göndermeler yapmasını mı istersiniz, yoksa "kardeş" diye nitelendirdiğim kimi yayın organlarından -mahsun'a destek verdiğim için- "yuh"lar gönderenler ve bu "yuh"lara sevinç içinde alkış tutanlar mı...

    mahsun'un sinema mücadelesine yönelik alerjinin etnik/ideolojik kökenlerini deşifre ettiğim 7 kasım pazar günkü yazımdan bu yana, yakın ya da uzak piyasada her türlü sataşmayı gördüm ve halen de görmekteyim. tabiî, bu arada halkımız da bütün o nefret dolu eleştirilerin sahiplerini zerrece iplemeksizin, ülke çapında 500'e yakın sinema salonunda akın akın "lanetli film"e gidiyor. bu yazıyı okuduğunuz an itibarıyla filmin iki haftayı bile bulmayan gişesi 2 milyon izleyici sınırına dayanmış durumda ki daha haftalarca oynayacağı da kesin. tıpkı, meksika'dan avustralya'ya, iran'dan danimarka'ya, malezya'dan ingiltere'ye kadar iki düzineden fazla ülkeye sinema-televizyon-dvd satışlarının kesinleşmiş olduğu gibi... dikkat ediniz, bütün bu uluslararası dağıtıcılar "new york'ta beş minare"yi kare kare izleyerek satın aldılar; yoksa filmin küresel dağıtımından elde edilen milyonlarca dolarlık ek gelir tombala torbasından falan çıkmadı.

    bu yazı, üzerinde durduğumuz önemli mesele hakkında yalnızca bir "girizgâh" olacaktır. çünkü, saha kenarındaki ısınmam henüz tamamlanmadı. ben bu tür büyük maçlara çıktığımda en azından bir "hot-trick" yapmayı severim. heybemde biraz daha malzeme biriksin, o kamuflajlı giydirmelerin sahiplerinin ifadelerini son derece kamuflajsız cümleler eşliğinde alacağım. şimdilik yalnızca hafif bir peşrev çekmekle yetiniyorum.

    öncelikle, "iri gazete"de "beş maddede, hayatta nelerden çok hoşlanırım", "onbeş maddede, hayatta nelerden hiç hoşlanmam" gibi -zekâ düzeyi 7 yaşındaki çocuklara denk gelen- bol aralıklı yazılarla adam yokluğunda gününü gün eden o mirasyediye "sen hele biraz daha sıranı bekle evladım" demek farz oldu. evet, biraz daha dişini sıkman gerekiyor; çünkü, seninle ilgili yazım aynı zamanda "jübile yazım" olacak. bu mesleği bırakırken sana senin hakkında öyle bir analiz armağan edeceğim ki ben emekliliğimin onuncu yılındayken bile sen o yazının acısını yüreğinden hâlâ söküp atamamış olacaksın. (ki zaten, şimdiki sinsi hırçınlığının da geçen yıl yazdığım "senin iltifatın bile beni hasta ediyor" başlıklı yazıdan kaynaklandığını çok iyi biliyorum.)

    ya biraz daha delikanlı olup kartlarını açık oyna ya da baş edemeyeceğin adamlara hiç bulaşma. benim için seni dağıtmaktan, öteden beri pek kırılgan olan kimyanı tamamen bozmaktan daha kolay bir iş yok bu âlemde; çünkü zaten dört bir tarafın "açık"tan geçilmiyor. kendi kendine "sinemaseverler beni kendilerinin yeni kanaat önderi yapmaya kalkıştılar, fakat ben bu teklifi kabul etmedim, çünkü yalnızca vicdanının sesini dinleyen özgür ruhlu bir yılkı atıyım" tadındaki o örtülü egoizminle, şu meslekte en iyi bildiğin alana, yani ilkokul çocuğu kavrayışı seviyesindeki "her kutusu ayrı ayrı maddelere bölümlenmiş anket defteri yazıları"na geri dön. senin sinema bilgin ve algın üzerine konuşmaya bir başlarsam, bundan üç-beş yıl önce "karşı pencere" adlı filmini kendince eleştirmeye çalıştığın ferzan özpetek'in köşene mesaj gönderip, "hakkında atıp tuttuğun filmimin adını önce doğru düzgün yazmayı bir öğreniver, çünkü sözünü ettiğin o film 'arka pencere' değil 'karşı pencere'dir" diyerek seni madara etmesinden girer, dindarlar karşısında "gözü dönmüş bir kaplan", solcular karşısında ise "süt dökmüş kedi"ye dönüştüğün o meşhur programında "retorik"le "teorik"in tamamen farklı anlamda birer sözcük olduğunu öğrenmenin çok uzun yıllarını almasından çıkarım.

    sana nasıl kızdığımı, seni yok zamanda başına vezir etmiş olan -bütün meslekî varlığını borçlu olduğun- bir câmiâya karşı sergilediğin o aşağılayıcı tavırların karşısında nasıl çıldırdığımı, imkânı yok bilemezsin. o yüzden, seni bir kez daha uyarıyorum; ateşle oynama ve işine bak. film eleştirisi yazmak senin neyine, yaz işte "7 maddede akp'nin büyük günahları / 17 maddede nişantaşlı kadınların hassas noktaları" gibi o bol aralıklı, madde madde bölümlenmiş köşe yazılarını... ya da en azından gazetenin eklerinde müstear isimlerle islâmî kesim ispiyonculuğu yap. seni vaktiyle bu rezil geçim kaynağına müptela eden adam da ekmek yediği yerlere orada burada yıllarca aynı yöntemle sinsi sinsi hakaret yazıları yazdırmadı mı sanki...

    ikinci sözüm de "insan kişiliğine ve emeğine saygı" noktasında peşin bazı hassasiyetlere sahip olduğunu varsaydığımız, ancak o hassasiyetleri omuzlarında kararlılıkla taşımaktan aciz "çakma dindar-çakma sinema yazarı" arkadaşlara...

    canlarım! çeyrek yüzyıldır aranızda bulunan, bu ülkede 28 şubat sürecinin ahlâkî yıkımlarını adım adım müşahede etmiş biri olarak elbette ki büyük ölçüde anlıyorum bazılarınızın hissiyatını... yukarıda sözünü ettiğim o hastalıklı tipe, "yalakalıkla karşı tarafa kapağı atan ve şimdilerde zahiren paçayı kurtarmış gözüken mirasyedi"ye yönelik bilinçaltı bir öykünme pek çoğunuzda şu ya da bu oranda mevcut... sistemin baronlarının beğenip onaylayacağı "beyaz türk'çe" bir eleştiri dili üzerinden piyasa yapmak, böylelikle de merkez medyanın transfer vitrinine çıkmak istiyorsunuz. fakat üzerinizde oldukça iğreti duran, sonradan edinilme bir jakobenlikle, aslında en ayrıcalıklı yönünüz konumundaki müslüman politik kimliğinizi ziyan ettiğinizin farkında bile değilsiniz. hadi, mine kırıkkanat ya da bekir coşkun gibi insanlar mahsun'u bilmem kaç yıl önce sahnede "kırmızı ceket" giydiğinden hareketle tefe koysunlar; onlar için zaten bu ülkenin nüfusunun yüzde 98'i "göbeğini kaşıyan adamlar ve kadınlar"dan oluşuyor.

    pekiyi, son beş yıldır kendini aşabilmek için ölesiye çırpınan bir sanatçıya alabildiğine tepeden bakan böylesine ahlâksız bir eleştiri tekniğini sizler kendinize nasıl olup da yakıştırıyorsunuz?

    mahsun kırmızıgül, aşağıladığınız o eski günlerinde bile gittiği her yerde yeri göğü inleten, konservatuar mezunu bir şarkıcıydı, kendi kulvarında yine büyük bir yıldızdı, yine çok başarılıydı. kaldı ki sahne sanatçılarının sahnede rengarenk kostümler giymelerinin dünyanın hiç bir yerinde garip bir yönü de yoktur. buna karşılık, sormazlar mı böylesine hoyrat bir tepkiden sonra adama, mahsun o kırmızı ceketi giyip klip çekerken, sizler tam olarak neredeydiniz? ne yapıyordunuz? hayatta ne türlü bir başarı elde etmiştiniz? başarıyı bırak, sütten kesilmiş miydiniz?

    velhasıl, hâlâ inatla "yoldaşım" dediğim kimi adamlar ve kadınlar, bilinçaltlarında biriken (gerekçesini hâlâ çözemediğim) o garip hasetleriyle bu olay karşısındaki insanî duruşuma "yuh" çekerken, yıllarca saçının tek teline zarar gelmesinden çekindiğim diğerleri de "oh be, bizden birileri bizim ali murat güven'e ne güzel giydirdi" diyerek zevkten beş köşe oluyorlar.

    halbuki, mahsun'in sistem içinde tutunma hikâyesi, ne bir eksik ne bir fazla, aslında bire bir bu gafillerin hikâyesidir. o yüzden de bizim câmiâdaki (karşı tarafa bile rahmet okutan) mahsun kırmızıgül nefreti artık tam anlamıyla "at sırtına kelebek konmuş" gibi duruyor. hayatları boyunca jakobenizmden muzdarip olup sistem tarafından en zalimâne yöntemlerle başları ezilenler, son üç yıldır hiç ehil olmadığı bir alanda kayda değer bir başarı elde ettiği hâlde bu başarısı yok sayılmaya çalışılan türdeşlerini inatla ezmeye çalışıyorlar. arenaya sürülmüş bir gladyatör-kölenin diğer bir gladyatör-köleye dönük öfkesi gibi bir şey bu; olup bitene en çok sevinen ise tribünde oturup manzarayı zevkle izleyen sadist imparator ve soylu yakınları...

    böylesi durumlarda en çok ihtiyaç hissedilen şey, sayıca az da olsalar mangal gibi yüreğe sahip bir miktar "spartacus ruhlu" adam ve kadın; ancak bu kadar derin bir kimlik bunalımı ve yozlaşma içinde bul bulabilirsen o çağdaş spartacus'leri...

    öte yanda, bizim bu zalimliğe özenen kölelerin argüman olarak dört elle sarıldıkları hususlara bakıyorsunuz; yeryüzünde çekilen istisnasız her filmde rahatlıkla düzinelerce benzerini bulabileceğiniz irili ufaklı bir kaç senaryo ve oyunculuk hatası... tabiî, bir tek bu arkadaşlar akıllı, biz aynı filmi izlerken ana karakter hacı gümüş'ün (bindiği cezaevi aracının new york sokaklarında bombayla durdurulup takla attırılması gibi) son derece tehlikeli bir yöntemle kurtarılmasındaki "reel hayat mantıksızlığı"nı görebilecek çapa sahip değiliz. aynı şekilde fbi ajanlarının hacı'yı new york limanındaki sığınakta bir türlü yakalayamamasındaki sakilliği görmekten de aciz durumdayız. filmin bu gibi aksayan yönlerini hiç mi hiç fark edemedik, aynı filmi çuvalla para verip satın alan 30 küsur yabancı dağıtıcı da fark edemedi, bir tek bu zehir hafiyeler her karedeki hataları tek tek yakaladılar.

    bir gün rahat bir zamanımızda sinema tarihinin en yüksek beğeniyi toplamış yapımları arasında yer alan "avatar"ı, "esaretin bedeli"ni, "solaris"i, "terminator"ü hep birlikte izleyip, bütün bu "büyük" filmlerdeki mantık hatalarının toplu bir çetelesini tutalım mı, ne dersiniz?

    mahsun'u destekleyip desteklememe olayında, 2007'den bu yana süregelen temel meselemiz "alelâde bir film eleştirisi yapmak" değil, "ülkenin hastalıklı sosyolojisindeki büyük resmi görmek/göstermek"tir. ancak, ne yazık ki şimdilerde o büyük resim üzerinden kolektif bir karşı duruş stratejisi geliştirecek "has yoldaşlar" bulabilmek çok zor... çünkü, has yoldaşlarımızın büyük bir bölümünün öncelikli derdi, önce "sistemin diliyle konuşan uslu çocuk" olup siyad'a kapağı atmak, ardından da merkez medyanın basın-yayın organlarında 75 santim boyunda bir ikea masasına sahip olmak...

    eleştirilerin seviyesi, "mahsun bizim hafta sonu ekimiz için yaptığımız röportaj teklifini reddetti, o hâlde bu herife gücümüz yettiğince bindirelim, ondan intikamımızı böyle alalım" noktasına kadar düşünce, sinemayı "sanat" boyutunun yanı sıra "çağdaş ideolojik/ahlâkî mücadelelerin en etkili enstrümanı" olarak gören benim gibilerin de nutku tutuluyor doğal olarak... eğer ki eleştiride benzer bir yöntemi benimsemiş olsaydım, 2008 yılı kışında "güneşi gördüm"ün kars'taki setine akla hayâle gelebilecek herkesi davet edip beni davet etmeyi unuttuğunda (hayatım boyunca toplam 3 dakikalığına ve o da son filminin galasında yan yana geldiğim) mahsun kırmızıgül'ü sayfamda yerle yeksân etmem gerekirdi. oysa, o dönemde yazdığım gayet mutedil "güneşi gördüm" eleştirisi hâlâ internet arşivimizde duruyor.

    7 kasım pazar günkü internet edisyonumuz için "new york'ta beş minare" üzerine son derece geniş kapsamlı bir film eleştirisi hazırlamama karşılık, "mâlûm film ve yönetmenine ilişkin önyargıların aldığı genel görünüm, bu saatten sonra sıradan bir film eleştirisiyle cevaplandırılma sürecini çoktan aşmıştır" kanısına vararak, o yazıyı son anda internet edisyonumuzdan çekmiştim. hâlâ da anılan filme ilişkin olarak herhangi bir yerde teknik ağırlıklı bir eleştiri yazım yayımlanmış değildir. çünkü "mahsun olayı"nın gitgide almakta olduğu "sinema dışı kıvam" karşısında anlamsızca debelenip duracak böyle bir metne hiç gerek kalmadı. soru sorarken ve sorusunun cevabını dinlerken yüzünde önyargısız bir merak, samimi bir anlama çabası gözlemlediğim bütün sinemasever dostlarıma, "insanlık tarihinin görüp görebileceği en kötü film" seviyesine indirilmeye çalışılan "new york'ta beş minare"ye ilişkin alabildiğine nesnel gözlemlerimi (ki bunlar hem olumlu, hem de olumsuz yönde gözlemler) uygun ortamlarda uzun uzadıya anlatmaktayım zaten... dahası, benzer türden, yani mahsun kırmızıgül'ün sinemasal zaaflarına ilişkin kimi eleştirel yaklaşımlarımı da geçtiğimiz günlerde tv net'te katıldığım "tutanak" programında ve ardından da habertürk ana haber bülteni'nde geniş bir biçimde ortaya koydum. ancak dediğim gibi, yazı yazacak bir sayfa ya da konuşacak bir mikrofon bulduğunda "ne güzel, bardağın yarısı dolu" yerine "ne berbat, bardağın yarısı boş" deyip çiçeği burnunda bir sinemacıya kesintisiz b..k atan bir sinema yazarı olmak beni pek de heyecanlandırmıyor; uygulanması gayet kolay olan bu yöntemle kendimi "başı göğe ermiş biri" gibi hissetmiyorum.

    velhasıl, sağır sultan bile iyice duysun ki mahsun kırmızıgül'ün tıpkı önceki iki yapıtı gibi "new york'ta beş minare"sini de -izlerken her türlü günahı ve sevabını tek tek not etmiş biri olarak- bütün sinema sevgim ve bilgimle desteklemekteyim. şimdiye kadar, aralarında genç-yaşlı "beyaz sinema"cıların, çağan irmak'ın, biray dalkıran'ın, hasan karacadağ'ın da yer aldığı geniş bir sinemacılar topluluğunu sektördeki varlık mücadelelerinde en yalnız bırakıldıkları zamanlarda nasıl samimiyetle desteklediysem, aynı şekilde "bingöllü zaza"nın sinemasına da benzer yönde geniş bir hoşgörüm var. çünkü, ısrarla tekrarlıyorum ki benim bu (gitgide çirkinleşen) süreçte gözlemlediğim gerçek artık kesinlikle bir "iyi sinema-kötü sinema tartışması" değildir. buradaki tartışmanın asıl kaynağı, mahsun'un etnik kimliğinin anadolu yarımadasının özellikle batı taraflarında simgelediği her ne varsa, bunların toplamıdır.

    ne kadar haklı olduğumu kendi gözlerinizle görmek istiyorsanız, türk sinema tarihine şöyle bir geri dönün ve metin erksan, lütfi akad, ömer kavur, zeki ökten, şerif gören, yılmaz güney, süreyya duru, osman f. seden, halit refiğ gibi, adlarının önüne hiç çekincesizce "usta" sıfatı eklenen istisnasız bütün önemli yönetmenlerimizin kariyerlerindeki ikinci, üçüncü filmlerini tozlu raflardan indirip yeni baştan izleyin. garantisini veriyorum, hiç bir sanatçının ilk üç-dört işinde birer "başyapıt"la karşılaşmayacaksınız. türk sinema tarihi üzerine biraz daha derinlemesine bir araştırma yaptığınızda göreceksiniz ki bütün bu sinemacılar "usta yönetmen" unvanını tırnaklarıyla kazıya kazıya ve en az birer düzine dolayında film çektikten sonra elde ettiler.

    mahsun kırmızıgül ile adlarını saydığım ve sayamadığım onca yönetmen arasındaki yegâne fark ise diğerlerine "sinemada pişmek" için fazlasıyla zaman tanınması, mahsun'a ise bu alanda (kendi parasıyla bile) bir tek dakikanın lâyık görülmemesidir. çünkü o (tıpkı mesut uçakan, yücel çakmaklı ya da ismail güneş gibi) sistemin yücelttiği değerlerle örtüşmekten oldukça uzak bir siyasal/etnik/ahlâkî kişiliktir.

    başta kardeş yayın kuruluşumuz tv net olmak üzere, ülkemizde ulusal yayın yapan bütün televizyonlara buradan açık bir çağrım var...

    en kısa zamanda, 'mahsun kırmızıgül sineması' ve 'new york'ta beş minare' filmi hakkında, canlı olarak yayımlanacak bir tartışma programı düzenleyin. karşıma da bu film ve yönetmeni hakkında köşelerinden allah ne verdiyse atıp tutanların hepsini yan yana dizin. ekrana ise (bir tele-anket şirketiyle anlaşarak) 'ali murat güven haklı'' ve 'diğerleri haklı' şeklinde iki ayrı ölçüm barı yansıtın. programın sonunda 'diğerleri haklı' diyenlerin oranı benden bir puan daha fazla çıkarsa, namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum, ertesi gün yeni şafak'taki sinema editörlüğü görevimden kendi irademle istifa edeceğim.

    "new york'ta beş minare" çevresinde dönen, kâh aktör ali sürmeli'nin filmde giydiği cübbenin ya da yönettiği zikirin islâmî usûllere (!) uygun bulunmaması, kâh mahsun kırmızıgül'ün 15 yıl önceki sahne ceketinin kırmızı olması gibi "müthiş" giydirmelerden destek alan tamamen zıvanadan çıkmış bir eleştiri anlayışının mutlaka bir "haşere servisi" tarafından ilaçlanması gerekiyor.

    ben notlarımla birlikte buradayım, bildiklerimi canlı yayında söylemeye hazırım ve çağırdığınızda da hemen geleceğim.

    sözüm sözdür.

    * * *

    "yalnızca mahsun'un saç stili nedeniyle bile izlemeye gerek görmediğim film..."

    "bırakın sinemada izlemeyi, yarın öbür gün korsan kopyası çıksa, biri de bunu benim makineme yüklese, başlar başlamaz yine kapat tuşuna basacağım film... çünkü, sonuç olarak bir mahsun kırmızıgül filmi..."

    ekşi sözlük adlı internet forumundan "new york'ta beş minare"ye ilişkin iki "yorum"
    --spoiler--
    1 ...
  42. 347.
  43. senaryo hatalarından dolayı senaryonun gerçektende mahsuna ait olduğuna inandığım film. bir yerden açık çıkacağı kesindi ama üzüldüğümü belirtmeliyim çok iyi gidiyordu.çekimlerde hatalar telafi olur ama senaryoda hatalar varsa buna yapılacak hiç bir şey yoktur.keşke biraz daha çalışsalarmış.üzücü bir durum.
    3 ...
  44. 346.
  45. genel olarak baktığımızda çok sığ bir filmdi..çoğu sahnesi askıda kalan..neden veya niçin gösterildiğini anlamadığımız görüntü zenginliği olsun diye koyulmuş sahneler mevcuttu.
    --spoiler--
    derinlemesine bi analiz yapıldığında:bi kere hacının karısının ecnebi olması hiç inandırıcı gelmedi bana..biraz gerçekçi olun.musti de nedense bir türk polisinden çok fbi tiripleri vardı.hacıyı başta bize öyle şüpheli,suçlu gösterdilerki nasıl bi anda ermiş olduğuna inandılar anlamadım.hacıyı kaçırdıkları sahnede mahsunla musti hemen bayılmaya hazır heralde..hacı cin gibi çıktı araçtan...bide mahsun başlarda çok kibar konuşuodu..bi an dublajlı sandım valla..
    --spoiler--
    3 ...
  46. 345.
  47. mustafa sandal ın oyunculuk yeteneği ile yurtdışına açılmasını ve türk sinemasına bir daha dönmemesini dilediğim filmdir .
    sadece o mu tabiki değil .
    ustalara da yazık oluyor böyle filmlerle .
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük