susmandan hep nefret ettim ama şimdi burada olsan da dipsiz bir kuyu gibi sussan.
affedemem seni, imkanı yok. boşuna diretme ama şimdi burada olsan da yüzüne baksam.
seni çok özledim ve bundan nefret ettim. keşke burada olsan da ikisini de söyleseydim.
Seni özledim, evet, itiraf ediyorum. Ve bu özlemden öyle bir nefret ediyorum ki, aynaya bakıp kendime “Yeter ulan, toparlan!” diye bağırıyorum. Ama toparlanmıyor, çünkü kalbim seninle dolu bir çöp torbası gibi, patlayacak ama hâlâ taşıyorum. Keşke burada olsan da sana bunları söylesem, sen de muhtemelen “Eee, ne yapayım yani?” derdin. Haklısın, ne yapacaksın? Ben de bilmiyorum.
Biliyor musun, dün gece rüyamda seni gördüm. Bir kafede oturmuş, kahve içiyordun. Bana bakmadın bile, ama fincanın kenarındaki ruj lekesine bile âşık oldum. Absürt, değil mi? Ruj lekesine âşık olan bir adam... Platonik aşk dediğin böyle bir şey galiba, insanın aklına mukayyet olamıyor. Keşke burada olsan da sana “O kahveyi bari dökme, üstüne âşık olurum!” diye dalga geçsem. Ama yok, sen oradasın, ben buradayım, kalbimse bir yerlerde kaybolmuş, muhtemelen senin kapının önünde pinekliyor.
Bazen diyorum ki, ulan bu kadar özlem, bu kadar dram, bir romantik komedi filminde olsak Oscar alırdık. Ama sen başrolü reddederdin, eminim. Figüran bile olmazdın, o derece! Yine de hayal ediyorum, seni bir sokakta görüyorum, havalı havalı yürüyorsun, ben de arkandan “Dur, bi’ şey diyeceğim!” diye bağırıyorum. Sonra ne mi olur? Hiç, muhtemelen yanlışlıkla bir çöp kutusuna çarpıp yere kapaklanırım. Sen de dönüp bakmazsın. Klasik ben.
Keşke burada olsan, sana bu satırları okusam. Muhtemelen gülüp “Deli misiniz siz?” derdin. Evet, deliyim. Senin yüzünden mi? Bilmem, ama suçlu arıyorsak, aynadaki herif de masum sayılmaz. Yine de seni özlüyorum, ve bu özlemle kendime bir tiyatro sahnesi kurdum, başrolde ben, seyirci yok. Keşke sen de olsan, en azından alkışlasan. Ya da sussan, o da yeter.