üstat. üstadım diyebilene helal olsun ki, öyle bir insanın müridi olabilmek de çok büyük bir onur olmalıdır eminim..
"döndükten" evvelki şiirleri pek bilinmez, bir kaldırımları ünlüdür pek. halbuki henüz 19 yaşında yazdığı şiirler, onun yeteneğinin birer canlı örneğiydi.
"elimde, sükutun nabzını dinle
dinle de gönlümü alıver gitsin..
saçlarından tutup kor gözlerinle
yaşlı gözlerime dalıver gitsin..
yürü, gölgen seni uğurlamakta
küçülüp küçülüp kaybol ırakta
yolu tam dönerken arkana bak da köşede bir lahza kalıver gitsin ..
ümidim yılların seline düştü
saçının en titrek teline düştü
kuru yaprak gibi eline düştü istersen rüzgara salıver gitsin .."
necip fazıl..
1923..
19 yaşında !..
ayrıca, çok ama çok geç tanıdığım şairdir. kendisiyle tanışmamı fem dersanesinin deneme sınavlarının türkçe bölümlerine borçluyum, sorularda veya şıklarda şiirlerinden parça parça kullanan hocalar sayesinde ben müsvedde kağıdıma şiiri yazıyordum. birkaç tane çok beğendiğim dizeyi böyle yazıp sonra araştırıp bulduğumda necip fazıl çıkmıştı..
ikinci halinden önce**** devletin bursuyla eğitim almak üzere gittiği yutdışında bohem*** hayatına düşmüş ve bu sebepten eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmış şair. o günlerini hatırlatan "hayal" şiiri şöyledir.
bu akşam bir sızı duyup etimde
kadın, kadın diye içimi oydum
ruhuma bir serin yer istedim de
alnımı mermerin üstüne koydum
birden karanlıklar sökülüverdi
odama bir hayal dökülüverdi
karşımda kıvrıldı,bükülüverdi
onu gözlerimle çırçıplak soydum
artık ben ne günah olsa işlerim
yumuşak yastığa geçti dişlerim
bir an kadar sürdü can verişlerim
ey kadın bu akşam sana da doydum
bu ülkenin özgün düşünebilen, kendine özgü düşünceleri olan aydınlarındandır.
sol yıllarca ıhhh yapmıştır, fakat şiirlerindeki muhteşemliği görmemek imkansızdır. aynı şeyi sağ nazım hikmet için yapmıştır.
ideolocya örgüsü kitabı enteresandır.
roman, tiyatro, inceleme, deneme vb. türlerde yazmışsa da illa ki şairdir.
hayatı iki devre futbol maçı gibidir. ilk devre hayattan devamlı surette gol yemiştir. ikinci devrede ise kendi ifadesi ile tek kale hayata saldırmıştır. şimdi bir ölü. yaptıklarının veya yapmadıklarının hesabını kendi inancı ile vermekte.
bohem hayatı yaşamıştır. hem de hem tipine hem fiziğine inat epeyce yüksek dereceden bir bohem hayatı yaşamıştır. hapishane yıllarında hücre arkadaşlarının anlattıklarına göre en çok korktuğu şey etrafındakilere muhannet etmekmiş. parasız kalıp da elaleme avuç açmaktan yana korkusu vardır.
bunlar anlatılanlar.
ama şu başlığa bakıyorum da asli yönü olan edebi kimliğine doğru düzgün bir eleştiri getirilememiş. varsa yoksa becerdiği karılar içtiği içkiler ve toz duman ettiği gençliği.
adam inkar da etmemiş; ben bu haltların hiçbirisini yemedim dememiş. mazi mazide kaldı demiş atiye dönmüş. hepsi bu. sanki ahirette hesabını sözlük yazarları kesecek. sanki cennet diye adlandırılan olgu tek kişilik. ya necip fazıl girecek ya nazım. sanki nazım övülünce cennete girecek, necip fazıl'a hakaret edince nazım'ın mezarı genişleyecek.
evet bu adamın gençliği elit hatta jakoben bir tarz. ama onu sevenler onu hayattan ayrıldığı sıradaki haline hayran. sormak lazım;
nazım'ın hayatındaki kadınlar kadar ünlenmiş midir necip fazıl'ın yatağa attıkları? nazım hikmet başlığında en az kadınlardan bahsedilir, necip fazıl başlığında en çok maçının ilk devresinden.
bunu yazan gidiyor nazım hikmet başlığına bir övgü bir övgü...halâ anlayamadınız değil mi? necip fazıl siz nazım'a hayran olduğunuz için kötü bir adam olmayacak. aslında bu haliniz de güzel sizin.
en azından meselenin üzüm yemek değil bağcı dövmek olduğu anlaşılmakta.
edit: hmmm. mezarından kalktı geldi üstadınız. çok kızmış, çok!
aynı zamanda garip bir insandır. en iyi örneklerini verdiği Türkçe'yi etkisiz ve yetersiz bulan bir insandır. Gariptir, lakin dönemin islamcılarından bir farkı yoktur. Yetiştirdiği adamlar şimdi milyon dolarlık gemileriyle, şeriat adına necip fazıl şiirleri okuyarak içi su dolu kadehler kaldırmaktadır.
Nâzım Hikmet!
Nafile çabalıyorsun.
Sana kızmıyorum. Kızmıyacağım.
Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklıyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.
Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.
Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. insan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.
Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.
O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kimbilir nelere baş vuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.
Bundan bir kaç ay evvel Bâbıâlide, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:
Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim?
Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.
Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmıyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.
Şimdi bana -tam da senden bekliyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim?
Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer?
işte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir?
Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!
Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim.
Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.
Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...
Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
işte görüp göreceğin rahmet!
"inönü, zamanın Adalet Bakanını çağırıp şu emri vermiş "Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!.." Temyiz mahkemesince bozulan fakat yine mahkemenin üzerinde ısrar ettiği Türklüğe Hakaret Davası'ndaki beraat hükmünü, Temyize bu sefer nihai olarak bozdurmak için 1 yıldır sarfedilen gayreti birdenbire hızlandırdılar. Vaziyet emindi. Doğrudan doğruya politikadan emir almak vaziyetinde kalan o zamanki Temyiz Mahkemesi bu hükmü nasılsa bozacaktı. Fakat hemen bertaraf edilmem için bir tevkif bahanesi bulmak lazımdı. Derhal buldular. Doğrudan doğruya partiye yönelttiğim bir hücumu hükümetin manevi şahsiyetine yönelmiş saydılar ve beni tevkif ettiler. Bu davadan hakimin huzuruna çıkar çıkmaz beraat ettiğim ve salıverilmeyi beklediğim gün, o anda yetiştirdikleri Temyiz'in bozma kararı üzerine beni bir mahkemeden diğer mahkemeye aktardılar. Temyiz'in bozma ve mahkemenin uyma kararı üzerine, beraat eden adamı, bu defa zevcesiyle birlikte tekrar hapse gönderdiler. Sırf taraflar teşekkül etsin de Temyiz'e hemen uyulabilsin diye, hamile ve hasta zevcemi, vahşice bir üslupla, yatağından kaldırıp öğleden evvelki mahkemeyi öğleden sonraya kadar bekletmek;
ve -ben zevcemi yatağından kaldıramazlar, beni de mecburen salıverirler diye düşünürken- birdenbire hasta kadını mahkeme salonundan içeri itmek suretiyle, cihanda emsalsiz bir hak ve adalet hıyaneti tertiplediler. Halk Partisi idaresinin savcısına ve mahkemesine baskı derecesini gösteren bu misali, içindeki hak ve adalet hıyanetiyle birlikte, bu ve öbür dünyanın hesap günlerine havale ediyorum.
bir donemde ezilenlerin sozcusu olmus bayraktarligini yapmis yuce sahsiyet. paristen dondukten sonra herkes ona sirt cevirmesine ragmen hep dogru bildigi yolda yurudu. omru mahpuslarda gecti. mekani cennet olsun.
surda bir gedik actik mukaddes mi mukaddes
ey kahpe ruzgar artik ne yonden esersen es
yufka yürekli, sözünü kimseden sakinmayan, türkce ustasi, hayatini sahibi oldugu ideolojisi ugruna adamis, yaninda bir cok genc yetistirmis muazzam sair, yazar, üstad. (bkz: cile) adli siir kitabi onlarca defa okunulmasi gereken zat-i muhterem.
annesinin "senin sair olmani istiyorum" sözleriyle sairlige ilk adimini atmis, daha sonra kendisinin zaten sair ruhlu yaratildigi anlsilan üstadim.
paris e üniveriste okumaya gitmis, yasadigi cilginliklar onu bu hayattan usandirmis ve tekrar türkiyeye istanbul a gelmistir. hocam diye adlandirdigi (bkz: Abdulhakim Arvasi)hazretleriyle tanistiktan sonra hayatinda muazzam bir degisme olmus ve asil siirlerini bundan sonra yazmaya baslamis dava adami.ayrica adasim.
$iirden nefret eden bir insana, bana, $iiri sevdiren,ama üstad' ı okuduktan sonra gelmi$ geçmi$ diğer $airlerin üstad' ın yanına yakla$abilecek kapasitede olmadıklarını anladığım dava adamı.kelime mühendisi..üstad.
şairliğine edecek laf yoktur. ancak kendisi çok iyi bir şair olmasının yanı sıra çok iyi bir atatürk ve türkiye cumhuriyeti düşmanıdır aynı zamanda. ancak okuduğunu algılayamayan arkadaşlar için tekrar ediyorum. şairliği tartışma konusu bile edilemez.
her zaman rakibi diye gösterilenleri canından bezdirmiş eşsiz değerdir. ben merak ediyorum bu adamın hayatıyla alakalı çalışmalar yapılmayacak mı? yoksa biz türkler çok şanslıyız nazım hikmeti dünyaya sunduk ancak necip fazil 'ı bizden başka kimse tatmasın mı diyor bazıları. kanaatimce nazım hikmet efendi ülkeyi onunla aynı ülkenin yazarı olmamak sebebiyle terk etmiştir. belki klasikçilere kafa tutarım da necip fazıl 'dan ayrı bir çetelede ilaç niyetine yazılırım diye de düşünmüş olabilir. tabi bunlar sadece pietro kişiliğinde görebildiklerim. aynı kişilik nazım 'ın mevlana ile aynı kefeye konmasına da bir hayli şaşırmaktadır. onlara göre nazımcılık aydınlıktır, necip keşin teki...
nazım hikmet'e dersler vermiş üstad.
Bir edebiyat toplantısı sırasında Nazım sahnede şiir okur ve akabinde oturan topluluk içinde bulunan Üstad'ı sahneye davet eder. Üstad sahneye çıkar.Üstad'a şöyle bir teklifte bulunur;
- Birtane ben kendi şiirimden okuyayım, bir tane de sen kendi şiirinden oku.
Üstad kendi şiirini okumayı pek doğru bulmadığını söyler ve şöyle der;
- Ben senin şiirinden bir tane okuyayım sen de benimkilerden bi tane oku.
Nazım bu teklifi kabul eder ve başlar Üstad'ın 'Ölünün Odası' şiirini okumaya. Şiir biter salonda bir alkış patlar. Sıra Üstad'a gelmiştir. Üstad da nazımın sonu 'in-çık, çık-in" şeklinde biten bi şiirini düz bir şekilde okur. Üstad şiiri bitirir. Salonda derin sessizlik.
Üstad nükteyi patlatır, noktayı koyar;
-Bak nazım! Benim gibi adam senin şiirini okuyor yine de bişey olmuyor.
kendisine ödül verilen bir törenden sonra aziz nesin'in kendisine " üstadım size bu ödülü layık gören jüride bulunmak benim için şeref idi." dediği söylenen, şiirleri dikkatle okunduğu zaman çok şey öğrenilen ve kendisine verilen ünvanı sonuna kadar hakeden şair.