okuduklarımdan anladığım kadarıyla idealinde istanbul sosyalist üniversitesi olan büyük insan. büyük komunist,büyük vatansever,büyük türk,her kavramın ötesinde büyük şair,büyük insan.
o'nu anlamayanlar bugün israil'in beslediği yazarları alkışlıyor,özal'ın yeğenlerine helal diyor,hepsine lanet olsun.
''vatan ciftliklerinizse,
kasalarınız we cek defterlerinizin icindekilerse vatan,
vatan, sose boylarında gebermekse aclıktan,
vatan, sogukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı icmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa agalarınızın,
vatan, mızraklı ilmuhalse,vatan, polis copuysa
odeneklerinizse, maaslarınızsa vatan,
vatan, amerikan usleri, amerikan bombası, amerikan donanması topuysa,
vatan kurtulmamaksa kokmus karanlıgımızdan,
ben vatan hainiyim...''
Nazım Hikmet 28.7.1962
Senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
Malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
Belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
Burası benden başka kaç insanın evidir?
Bilmiyorum.
Ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
Bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
Ben de kendi kendimle konuşuyorum.
Fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
Hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
Ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
Yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
Belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
Belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...
Saat beş, karıcığım.
Dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
Bugün de apansız gece olacaktır.
Bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
Ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
Yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
Ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...
2
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
Dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
Ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
Güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
Ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
işte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
Velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...
3
Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda...
Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye! ..
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
-Seni seviyorum,
ama nasıl,
kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
-Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..
Ve ben artık
biliyorum:
Toprağın -
yüzü güneşli bir ana gibi -
en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olan parmaklarına
başımı kurtarmam kabil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak..
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...**
iyi ki vardın mavi gözlü dev ve iyi ki aşık oldun vatanına ve kadınlara, yoksa biz bu güzellikleri hiç bir zaman göremeyecektik. bizden uzakta yaşamak zorunda bırakıldığın için mutsuz olsan da bu topraklarda her zaman yaşadın, yaşatıldın ve yaşatılacaksın.
ben yanmazsam
sen yanmazsan
nasıl çıkar karanlıklar adınlığa.
büyük şair, daha ortaokula giderken bana hayata nasıl bakmam gerektiğini öğretmiş büyük düşünür, dünyanın en güzel, en çileli aşklarını yaşamış büyük aşık.
öptü beni "bunlar kainat gibi gerçek dudaklardır" dedi
"bu ıtır senin icadın değil, saçlarımdan uçan bahardır" dedi
"ister gökyüzünde seyret ister gözlerimde,
körler onları görmese de yıldızlar vardır" dedi.
bir türlü türk vatandaşlığına alınmayan, en büyük türklerden biri .(yasa çıkmazmış çıkarsa bundan faydalanan çok kanunsuz olurmuş, bu kadar büyük bi insan için anayasa tekrar yazılır şahsımca.) (devlet büyüklerimizin kendi menfahatleri için çıkarttığı, hersefirinde oy çokluğu ile kabineden geçen yasalar ya paçalarını bir beladan kurtarmak yada maddi çıkarları için kullanılıyor.)
(bkz: Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.)
(bkz: MUSTAFA KEMAL ATATÜRK)
Kapayın pencereleri sımsıkı,
çocukları sokaklara bırakmayın,
yağmurlar ölüm taşıyor tohumlara,
paslı yağmurlar yağıyor.
Yağmurları temizlemeli,
yine gümüş gibi parlatmalı yağmurları,
yağmurlar yine yalnız güneşi taşısın tohumlara,
çocuklar yine koşabilsin yağmurların içinde,
pencereleri yağmurlara açabilelim yine.
olumunun 43. yılında bile hala kendisini anlayamanlar olması uzucu olan sanatcı
"nazım hikmet memleket
memleket nazım hikmet
kafiye icin yazmadık
hasret sana memleket"
büyük türk nihal atsiz kendisinden nazım hikmetof diye bahseder.. zat-ı muhteremin büyük rus hayranlığını görünce atsiz ata'ya hak vermemekte elde değil..
3 haziran 1963 te vefat eden büyük türk şairi. bugün 43. ölüm yıldönümüdür. anıyoruz..
vefatı üzerine yazılmış bir şarkı ona en büyük hediye olur sanırım.
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüregim
uy anam anam, haziranda ölmek zor
calışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
yorulmuşum, acıkmışım, uykusamışım
anama sövmüs patron
sıkmışım dişlerimi
islıkla söylemişim umutlarımı
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler
cıkmışım bir dalgadan, vurmuşum sokaklara
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla dallarda
insan iskeletleri
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
'uyarına gelirse tepemde bir de çınar' demiştin yıllar önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki manda gözü
demek ki
sile bezi
bir de memedin yüzü
bir de saman sarısı
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran 63u
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
okşar yanan alnını nazim ustanın
bir kırmızı gül dalı egilmiş üstüne
bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
suramda bir kuş ötüyor.
haziranda ölmek zor..
herkezin vatan haini sanmasına rağmen daha çocuk yaşta evden kaçıp kuvayi milliyeye katılan ve vatanı için savaşan büyük şairdir... fikirlerini benimsememekle beraber kimsenin vatanseverliğini sorgulayamayacağı büyük bir insandır. herşey olduğu gibi bu konuda hep saklanır, çarpıtılır... bizi gereksiz kavgalara iterler ve asıl fotoğrafa bakmak yerine bir köşesinde uğraşırız...
Rusların ziyaret için gelenlerden girişte "Giriş ücreti" aldığı mezarlıkta ebedi uykusunda bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti'nın gerek devleti gerekse vatandaşının adam gibi sahiplenemediği yücelik.
bu insancığın dedesi zamanında nufüzlu bir polonyalı yahudinin yanına adi işçi olarak girmiştir. sonrasına nazım hikmetin babası doğmuştur. nazım hikmetin babası da osmanlıda paşa olarak görev yapmıştır, bu yahudinin sayesinde. nazım ın babası ne yapmıştır? vatana hainlik yapmıştır. oğlunun babası...
ayestefanos antlaşmasını osmanlıyı temsilen giden heyette yer alan nazım ın babası bu antlaşma ilerki planda bizim için kârlı diyerek, osmanlıyı bilerek arkadan vurmuştur.
(bkz: ailece vatan hainleri)