HiÇBiR AĞAÇ BÖYLE HARiKULADE BiR YEMiŞ VERMEMiŞTiR
Topraktan ateşten ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden...
.......................................
.......................................
....................................... ve insanlar ellerini
korkmadan
düşünmeden
birbirlerinin ellerine bırakarak
yıldızlara bakarak:
- "Yaşamak ne güzel şey!"
diyecekler;
bir insan gözü gibi derin
bir salkım üzüm gibi serin
bir ferah
bir rahat
bir işitilmemiş şarkı söyliyecekler...
Hiçbir ağaç
böyle harikulâde bir yemiş vermemiş
olacaktır
Ve en vadedici
bir yaz gecesi bile
böyle sesler
böyle inanılmaz renklerle
sabaha ermemiş olacaktır.
Topraktan
ateşten
ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden.....................
1902'de doğmuş,
doğduğu şehre dönmemiş bir daha
geriye dönmeyi sevmezmiş
üç yaşında Halep'te paşa torunluğu etmiş
on dokuzunda Moskova komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzunda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördünden beri şairlik edermiş
kimi insanlar otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
o ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
o hasretlerin
hapislerde de yatmış büyük otellerde de
açlık çekmiş açlık grevi de içinde ve tatmadığı yemek yok gibidir
otuzunda asılmasını istediler
kırk sekizinde Barış madalyasının ona verilmesini
verdiler de
otuz altısında yarım yılda geçmiş dört metrekare betonu
elli dokuzunda on sekiz saatte uçmuş Prag'dan Havana'ya
Lenin'i görmemiş nöbetini tutmuş tabutunun başında 924'te
961'de ziyaret etmiş anıt kabri kitaplarıdır
partisinden koparmağa yeltendiler onu
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedi
951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürümüş üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü beklemiş ölümü
sevdiği kadınları deli gibi kıskanmış
şu kadarcık haset etmemiş Şarlo'ya bile
aldatmış kadınlarını
konuşmamış arkasından dostlarının
içmiş ama akşamcı olmamış
hep alnının teriyle çıkarmış ekmek parasını ne mutlu ona
başkasının hesabına utanmış yalan söylemiş
yalan söylemiş başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söylemiş
binmiş tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gitmiş
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de o gitmemiş 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falına baktırdığı olmuş
yazıları otuz kırk dilde basılır
Türkiye'sinde Türkçesiyle yasak
kansere yakalanmamış daha
yakalanması de şart değil
başbakan fakan olacağı da yok
meraklısı da değilmiş bu işin
bir de harbe girmemiş
sığınaklara da inmemiş gece yarıları
yollara da düşmemiş pike yapan uçakların altında
ama sevdalanmış altmışına yakın
sözün kısası yoldaşlar
o gün Berlin'de kederden gebermiş olsa da
insanca yaşamış diyebilirim
ve daha ne kadar yaşar
başından neler geçer daha
kim bilir
istanbul'um Seni Düşünüyorum
Oturmuşsun Denizin Kıyısına
Bakıyorsun Limana Giren Amerikan Zırhlısına
Hastasın, Açsın, Öfkelisin
O da Bakıyor Sana Hemde Nasıl
Efendinmiş, Patronunmuş, Sahibinmiş Gibi itoğlu it...
diyerekten mayakovskiden bir araklama yapmış araklayıcı şair, halbuki bu şiiri mayakovski moskova için yazmıştı!!!!
ulan neyin kafasını yaşıyorsunuz tosunlar, sıçıp sıvama konusundaki yaratıcılığınız bu kadar mı çapsız ve verimsiz.
emeği,aşkı, alınterini en can alıcı cümlelerle ifade etmiş büyük insanoğlu insan. taraf olmamızın sebeplerinden.
iki çeşit ağaç vardır. Birisi ormandaki ağaç, ötekisi açıklık kırda tek başına duran ağaç
Kırdaki tek başına ağaç ilk bakışta göze çarpar. ilk bakışta insanı hayrete düşürür. Fakat bir bakarsınız, iki bakarsınız, gözünüz gitgide alışır ona. Onun yalnızlığındaki kahramanlık gitgide kaybolur, gitgide mahzunlaşır. Biraz daha dikkat ederseniz tek başına kırda duran ağacın bütün basit faciası gözümüzün önünden geçer. O, kirin dümdüz açıklığında komikleşir. Kışın sıska kollarıyla bir başına titreyen, yazın bir avuç gölgesinin başında neyi ve neden beklediğini bilmeden dikilip duran bu tek ağaç zavallıdır.
Ormandaki ağaç, kırdaki ağacın büsbütün tersidir. ilk bakışta gözünüze çarpmaz. Fakat onun güzelliğini her bakışta biraz daha anlarsınız. Bütün ormanın ahenginde o ahengi tamamlayarak fakat ferdiyetinden kaybetmeyerek yaşamaktadır. Orman onu, o ormanı güzelleştirir; kuvvetleştirir. Kışın, kolları öteki kolların yanında olduğu için onda üşümenin komikliği yoktur. Yazın, gölgesi öteki gölgelerden ayrı, fakat öteki gölgelere karıştığı için bir büyük yeşil serinliğin kaynağı halindedir.
iki çeşit ağaç vardır, dedim. iki çeşidini de yazdım. isterim ki, oğlum ormandaki ağaca benzesin.
zamanında yüzüne tükürülmesi için gazetelerde resimlerini paylaşanlarla, sosyalistlerin aynı karede olduğunu görseydi, sosyalist olmaktan utanırdı. şu anda da kemikleri sızlıyordur.
sovyetler birliği'ne gittikden sonra gerçekleri gören, stalin ve komünizme eleştiriler getiren, azerbaycan türkleri ile yakından ilgilenip onlarla dertleşen ve türkçü bir kimliğe bürünen şairdir.
ne zaman hayattan sıkılmaya başlasam şu dizeleri aklıma düşer.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
Dublin'de bıçaklandı kaçak bir Ermeni kimsenin umrunda değil
Yahut Krakow'a yüksek bir tepeden bakan bir düzlükte tek kurşunla öldürüldü o isimsiz yahudi
Dinle ayrıca yüz bulabilse çok yalancı olduğunu söyleyecekti o hain yürek hani aşığına söylenen aşka dair ne varsa beyaz haliyle aşikar
Hudut köylerindeki kızların yeşil gözlerinde Meryem'i görünce mahlasız şair "Meyrem!"çaresizce merhem olabilme ihtimalini koynuna sokuyordu her gece
Suskunluğu biraz şarap, biraz ekmek ile Eleni'nin eline verdiğinde peder ne düşünür acaba?
Kaba saba halinden her zaman memnun olmasa bile onun da bu dünyadaki yeri köşe ya da kenar olarak benimsenen insan (ismi lazım değil)
Zaman bir kaç dakikaya yaklaştığında uzaklaştığı bir kaç dakikadan sonra aramızdaki o an kadarsın aslında
Evet edepsiz mısraların edepli bid'atta yeri yok; sen onlardan birisin ey ozan kılıklı zat!
Libya çöllerinde italyanca prangaların sesinde bir irkilme, kırlıma, bir esaret duymak ve onu sana anlatmak kolay olmaz Liberta
Zambiya suretinle birazcık gül hele, ayraç içindeki iç halimizi bizden ayıran
"O özlemle dolu mektuplarımda benden ayrı tutulan ülkem"
An be an Stalin'in kara saçlı yazgısında kaybolup gitti bir Nazım Hikmet Ran.
kişiliği bakımından; kadına hiç bir değer yüklemeyen, kendi de bir anadan doğmamış gibi davranıp kadınımıza bir köle bir et bir gereç gibi davranma zihniyetindeki edebiyatımıza bir dönem damgasını vurmus halk şairidir. zamanının siyasi ve memleketin kurtuluş mücadelesinde takdire şayan edebi rol üstlenmiştir.
Nâzım Hikmetin hayatının son yıllarında SSCBde yaşarken senaryolarını yazdığı Hanene Huzur Dolsun ve Sevdalı Bulut filmleri 50 yıl sonra ilk kez Canlandıranlar Festivalinde izleyiciyle buluşuyor. http://www.eskimeyenkitap...n-cizgi-filmleri-bulundu/