vatanının sovyetler birliği olduğunu söyleyen, beni stalin yarattı diyecek kadar şaşırmış ve atatürk e sayısız hakarette bulunan insan. birde arkasından çok vatanseverdi nidaları atılır. heh. fahişe nasıl bir kere erdemden bahsettiğinde erdemli olmuyorsa nazım hikmetof da bir kere vatandan bahsedince vatansever olmaz, olamaz.
herhangi bir şair olmayıp meseleyi dünya çapında aşmış edebiyatçımız, şairimiz. kendisi modern türk şiirinin başlangıcıdır. ilk basımı 1929 yılında gerçekleştirilen 835 satır isimli şiir kitabı edebiyat dünyasına bomba gibi düşmüş ve eşi az görülür bir etki uyandırmıştır. bu kitapta yer alan salkımsöğüt, makinalaşmak, açların gözbebekleri, bahri hazer gibi şiirler daha önce türk şiirinde rastlanılmamış bir teknikle kaleme alınmıştı. evet insanlar haklıdır türk şiirine bu devinimi getirmesinde kendisinin "komünist" olmasının çok büyük etkisi vardır. neticede konstrüktivizm gibi bir akım eserlerinde etkisini göstermiş ve o dönem halen aruz vezni ve hece ölçüsü ile yazan şairlere karşı çok büyük bir değişimi türk şiirine yansıtmıştır. bu yüzden 'biçimsel' anlamda da edebiyatımızın en büyük devrimcisidir.
sonuç olarak türk edebiyatının tıpkı garip, ikinci yeni akımları gibi dönüştürücü bir noktasında yer aldığından önünde saygıyla eğilesi bir edebiyatçısıdır.
şairin siyasi kimliğine gelince
(bkz: aya gidilecek)
şiirleriyle beni kendine dahil eden, türkiyeli bazı man kafalarca reddedilmesi maarifet sayılan, büyük şair, memleketsever, güzel insan. keşke herkes onun sahihliği ile sevebilse milletini, memleketini.
her şiirinde kalbinin güzelliği tekrar tekrar keşefedilir. ve bu kadar sevdiği memleketinden bu kadar acıyla ayrı bırakılması hep bir damla yaş düşürürür gözden. hapislerde geçen ömrünce sevdiği kadınlara yazdığı özlem, şefkat ve illaki umut dolu şiirlerin kalple temasa geçmemesi imkansız! bu gönül birliğini yakalayamayanlar, bu kör gözlüler, kör gönüllüler işte bizim başımızda yıllardır ve nazım hikmet yıllardır bir vatan haini...
-----------
memleketim:
bedreddin, sinan, yunus emre ve sakarya,
kurşun kubbeler ve fabrika bacaları
benim o kendi kendimden bile gizleyerek
sarkık bitikleri altından gülen halkımın eseridir.
türk insanının başına mustafa kemal atatürk'ten sonra gelen en güzel şey. sıradan bir insanın sayfalarca, kitaplarca anlatacağı konuyu dört mısrada; vurucu bir şekilde anlatan; şiirlerini her okuduğumda boğazımda çözemediğim bir düğüm oluşturan büyük şair. vatan haini denilen lakin onun kadar vatanı seven görülemeyen...
.....
ben, türk şairi komünist nâzım hikmet ben,
tepeden tırnağa iman,
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibâret ben...
....
1902 de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda halep te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda moskova komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine moskova da tseka-parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben hasretlerin
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek
yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum pırağ dan havana ya
lenin i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924 de
961 de ziyaret ettiğim anıt kabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951 de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne
ölümün
52 de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadını deliler gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim şarlo ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği yerlere de ben gitmedim 21 den beri.
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falına baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
türkiyem de türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filan olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün berlin de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kimbilir
(bu otobiyografi 1961 yılı 11 eylül ünde doğu berlin de yazıldı.)
işte bu şekilde hayatını özetleyen, memleketine hasret kalmış, büyük türk şairi...
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden
ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey
kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
fikirlerini onaylamasam da çok büyük bir sanatçıdır. Ayrıca cumhuriyet düşmanı olan onbinlerce insan bu topraklarda gömülmüşken, sisteme karşı olan başka bir muhalifin yurt dışında yatıyor olması ilginçtir. Çünkü kendisi en azından vatanseverdir.
dünya edebiyat otoritelerince goethe ve puskin ile birarada anılan, neruda ve mayakovski'den bir gömlek büyük giydiği belirtilen ama gariptir ki türkiye'de şairliği bile tartışmalı kimselerle kıyaslanan bir mavi gözlü dev dir.
necip fazıl kısakürek ile eskiden iyi dost olan, sonralardan araları bozulan ve yıldızları bir daha barışmayan şairdir. necip fazıl nazım hikmet'e ithafen şu yazıyı yazmıştır;
nazim hikmet'e ilk ve son hitap
nâzım hikmet!
nafile çabalıyorsun.
sana kızmıyorum. kızmıyacağım.
hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklıyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz.
ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. merhamet ediyorum.
sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. insan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. sen mazursun.
çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.
o kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. o kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi greta garbo esrarına aykırı bulurdun. şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kimbilir nelere baş vuruyorsun? fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. şimdi o da yok. bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. ne hazin bir manzaran var. akşamları, beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. artık nefret vermiyorsun. zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun.
bundan bir kaç ay evvel bâbıâlide, ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı:
ben - gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun?
sen - ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. başka ne yapabilirim?
ben - kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun?
sen - potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler.
kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmıyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. sana selâm verdim. sana acıdım. bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım.
şimdi bana -tam da senden bekliyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklâm açık gözlülüğünü... senin nene mukabele edeyim?
aynı ideoloji içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. bana ne düşer?
işte açıkça söylüyorum: ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. sana acıyorum. fakat elimden ne gelir?
çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. fakat hepsi bu kadar. dediğim gibi sen, bence artık mazursun. seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. bu vaade güvenerek istediğini yap! sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme!
yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim.
ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.
benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...
fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
işte görüp göreceğin rahmet!
sabahattin ali ve mehmet ali aybar ile ikinci dereceden -hatta birinci dereceden de olabilir- akrabalık ilişkisi olan değerli şair. kaynak hıfzı topuz'un, sabahattin ali'ye dair kaleme almış olduğu kitap; (bkz: başın öne eğilmesin).
aleyhinde konuşturmak ve birbirlerine düşürmek için bir gazetecinin necip fazıl'a
" hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye sorduğu.necip fazıl'ın da
kısa ve net olarak
;"nazım'ı bir ben anlarım" dediği şahıstır
"dönemlerinin karanlık güçleriyle savaşan ilerici sanatçılara her ülkede ve her çağda raslanır. insanların mutluluğu ve dünyada güzel bir yaşam için savaşa giren bu ilerici sanatçılar her zaman karanlık güçlerce kuşatılmış, kovuşturulmuş, baskıya uğratılmış, hapsedilmiş ve öldürülmüşlerdir. fakat onlar hiçbir baskı ve tehdidin, hiçbir ölümün, hiçbir yalanın; tarihin akışını, iyiye, güzele, haklıya ve mutluluğa yönelişini durduramayacağını bilirler. ve bu yazarların yapıtları ve bütün yaşamları gelecek kuşaklara örnek olur."