"En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Ben sokakta rastlasam bile tanımayım diye
en güzel günlerimin bu üç mel'un adamını
yer yer tırnaklarımla kazıdım
hatıralarımın camını...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
biri o,
biri ötekisi...
Düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Yazıyorsun...
Okuyorum...
Kanlı bıçaklı düşmanım bile olsa,
insanın
bu rütbe alçalabilmesinden korkuyorum..
Ne yazık!..
Ne kadar
beraber geçmiş günlerimiz var;
senin
ve benim
en güzel günlerimiz..
Kalbimin kanıyla götüreceğim
ebediyete
ben o günleri...
Sana gelince, sen o günleri -
kendi oğluyla yatan,
kızlarının körpe etini satan
bir ana gibi satıyorsun!..
Satıyorsun:
günde on kaat,
bir çift rugan pabuç,
sıcak bir döşek
ve üç yüz papellik rahat
için...
En güzel günlerimin
üç mel'un adamı var:
Biri sensin,
Biri o,
biri ötekisi...
Kanlı bıçaklı düşmanımdır ikisi...
Sana gelince...
Ne ben Sezarım,
Ne de sen Brütüssün...
Ne ben sana kızarım
ne de zatın zahmet edip bana küssün..
Artık seninle biz,
düşman bile değiliz..."
Bunun gibi iğrenç ve vasat bir şiir yazmışken neden bu kadar büyütüldüğüne anlam veremedeğim, Türkiyeden Rusya'ya kaçınca bizi onlara kötüleyecek kadar Moskof aşığı komunist bir varlıktır kendisi.
Belki hiç görmedik, hiç tanışmadık, hiç konuşmadık ama hep dinledik dizelerini, vermek istediğin mesajları.
Sonra bir vakit sıkıldık politik düşüncelerden sistematik esaretlerden, açtık bu defa da vera'ya olan aşkını dinledik. Hep bir yerlerdeydin hiç gitmemişcesine
Doğum günün kutlu olsun üstad !
sana hain diyenin canı cehenneme.
--spoiler--
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz...
Açtık mıydı hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! çocuklar kim bilir
ne harikûlâdedir
160 kilometre giderken öpüşmesi...
Hani şimdi bize
cumaları, pazarları çiçekli bahçeler vardır,
yalnız cumaları
yalnız pazarları..
Hani şimdi biz
bir peri masalı dinler gibi seyrederiz
ışıklı caddelerde mağazaları,
hani bunlar
77 katlı yekpare camdan mağazalardır.
Hani şimdi biz haykırırız
Cevap:
açılır kara kaplı kitap:
zindan..
Kayış kapar kolumuzu
kırılan kemik
kan.
Hani şimdi bizim soframıza
haftada bir et gelir.
Ve
çocuklarımız işten eve
sapsarı iskelet gelir..
Hani şimdi biz..
inanın:
güzel günler göreceğiz çocuklar
güneşli günler
göre-
-ceğiz.
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
süre-
-ceğiz.....
su başında durmuşuz.
önce kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
sonra ben gideceğim,
kaybolacak suda suretim.
sonra çınar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
sonra su gidecek
güneş kalacak;
sonra o da gidecek...
"Trum trum
makinelesmek istiyorum"
Diyen komunist kisi. Bak bakalim siyasi kimligiyle kayirilip one cikarilmasa zerre kadar sanatcilik var mi?
Ben de yazacam.
"slop slop
ayagima geldi top
gruk gruk
cuk oturdu cuk
zctim zctim
hadi ben kactim."
nâzim hikmet!
nafile çabaliyorsun.
sana kizmiyorum. kizmiyacagim.
hiç bir operatör, ameliyat masasindan kendisini yumrukliyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmakligi içinden kendisine deli diye bagiran çilgina, hiç bir hâkim daragaci önünde küfürler savuran mahkûma kizamaz.
ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyani, ne de agir ceza hâkimi seklinde görmüyorum. fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadigi halde, cigerine nester gibi saplaniyor, seni delilerin parmakligi gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve basinin üstünde ip varmis gibi kudurtuyor. beni, doktor, gardiyan ve hâkim seklinde gören sensin! senin bu halini sezer sezmez artik sana kizmiyorum. merhamet ediyorum.
sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmis bir adamim. insan basiyle fare kafasini birbirinden ayiran tek hassa, bence fikir öfkesidir. bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alingan ve hassas bir mizaç tasidigimi sen de bilirsin. fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir sahsiyeti, bir mesuliyeti kalmis insanlara ve hadiselere karsidir. sen mazursun.
çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin.
o kadar yalnizsin ki, etrafinda bir sürü (nami müstear) dan baska kimse yok. o kadar konusulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (nami müstear) larin bahsediyor. eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete dogrudan dogruya istirak etmeyi greta garbo esrarina aykiri bulurdun. simdi bir yerde anket oldu mu, kiymeti ve seviyesi nedir, hiç düsünmeden, kapisi önünde aç biilâç beklesen yedi sekiz kisinin basina en evvel sen geçiyorsun ve sirani kaybetmemek için kimbilir nelere bas vuruyorsun? fikralarin bas sahifelerden moda sahifelerine atiliyor, gene yaziyorsun. hatirlanmak sarti ile ne hakaretlere razi degilsin? tükürügü bile uzun zaman gida edindin. simdi o da yok. bir zamanlar, siirlerinde (killi ve kalin) oldugunu ilân ettigin sarisin ve pembe ensenden, sunun bunun tokat izleri bile uçmus. zaman seni degil, yüz karalarini bile götürmüs. ne hazin bir manzaran var. aksamlari, beyoglu sokaklarinda, yüzlerinde kalin bir duvak, ayaklarinda bir çift siyah bot, ellerinde köpek basli bir semsiye, agir agir geçen sabik rum asüfteleri bile senin kadar merhamete sayan degildir. artik nefret vermiyorsun. zamanin hainligi önünde insanlari tefekkür ve merhamete çagiriyorsun.
bundan bir kaç ay evvel bâbiâlide, staynburg lokantasinda seninle söyle konusmadik mi:
ben - gazetelere yazdigin bu fikralari nasil yaziyorsun, bu kadar adilesmeye nasil tahammül ediyorsun?
sen - ne yapayim, ekmek parami kazaniyorum. baska ne yapabilirim?
ben - kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlik edecegine niçin potin boyaciligi etmeyi tercih etmiyorsun?
sen - potin boyaciligi etsem, bir sey zannederler de beni bu isten menederler.
kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmiyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. sana selâm verdim. sana acidim. bu kadar düsmene -acisini ben duyuyormusum gibi- razi olmadim.
simdi bana -tam da senden bekliyebilecegim bir tarzda- çatiyorsun. devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perisan halinde sana nasil tenezzül eder? artik sen benim gözümde hiç bir seyi temsil etmiyorsun. ne hokkabaz siirini, ne isporta komünizmani, ne hile ustaligini, ne 24 saatlik reklâm açik gözlülügünü... senin nene mukabele edeyim?
ayni ideoloji içinde vaktiyle sarma dolas oldugun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zit olmama ragmen konusulabilecek insanlar buldugum gruplar, yani sana benden daha yakin zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliginin, dolandiriciliginin prototipi diye gösteriyorlar. bana ne düser?
iste açikça söylüyorum: ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacin, her an yoklugunu hissettiren seytaninim. sana aciyorum. fakat elimden ne gelir?
çektigin yokluk istirabina hürmeten, sana vaktile vermedigim serefi veriyorum. seninle ilk ve son defa olarak konusuyorum. fakat hepsi bu kadar. dedigim gibi sen, bence artik mazursun. seni affediyorum, ve ne yapsan affedecegim. bu vaade güvenerek istedigini yap! sakin bu firsati kullanmamazlik etme!
yalniz bil ki, sönmüs ve pörsümüs hüviyetine, o kadar muhtaç oldugun ve elde etmek için ne yapacagini bilemedigin hayati nefhedemiyecegim.
ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.
benim hakkimda, içinde hapsettigin seylerin hacmini bilmiyorum. rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman...
fakat sana karsi hiçbir taktigi kalmamis adamin, bütün bir samimiyet ve açiklikla içini tasfiye etmesine ragmen söyleyebilecegi her sey ve sirf sana hitap etmekle düsebilecegi bayagilik burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor.
linçlere açık olduğumu belirterek gökbilge nihal atsızın kendisine ithafen yazıp bir cevap alamadığı yazısını paylaşmak isterim.
Komünist Donkişotu Proleter - Burjuva Gospodin Nazım Hikmetof Yoldaşa
11 Mayıs 2010, 04:18
Don Kişotu herkes bilir; kahramanlık martavallarıyla dolu kitapları okuya okuya zayıf sinirleri büsbütün sarsılan ve aklını oynatan bu kahraman taslağı, cihana güya adalet götürmek için sıska bir ata biner ve paslanmış bir mızrakla yola çıkar. Bozuk kafasında yalnız düşman orduları ve devler olduğu için koyun sürülerini asker, yeldeğirmenlerini dev sanarak onlara hücum eder. Sonunda ne olduğu da malumdur.
Son zamanlarda da istanbul’da bir komünist Don Kişotu türedi. O da modası geçmiş paslı bir mızrakla ve kafasında yalnız burjuva - proleter manisi olduğu halde rasgele saldırıyor, haykırıyor, hırslanıyor, tulumbacı ağzıyla şiirler (?!) yazıyor. Gayesi basit, fakat pek yaman: Türkiye`de halk rejimi yani komünizmi kurarak bu çorak memleketi cennet haline getirmek.
işin doğrusunu söylemek icap ederse asıl Don Kişot olanlar bu işin elebaşılarıdır. Onların Türkiyedeki müsveddesi olan Nazım Hikmetof Yoldaş da ancak bir Sanso Pansadir. Fakat Türkiye`de baş komünist kendisi olduğu ve yahut öyle geçindiği için ona, Türkiye komünistlerine de değer biçmek üzere, Don Kişotluk rütbesini çok görmüyorum.
Kara vicdanını Mujik cehenneminde kızartan ve Yahudi Marksın bayat felfesinin altına bir kole gibi yatan, karanlık günlerimizde istanbuldan ve Anadoludan kaçarak Moskovada ense yapan yurt kaçkını Nazım Hikmetof Yoldaşa hiçbir sözüm yoktu. Çünkü türlü türlü maniler ve türlü türlü manyaklar olduğunu biliyordum. Fakat Hikmetof Yoldaş nebbaslığa başlıyarak büyük Namık Kemalin kemiklerine diş uzatınca mesele değişti.
Komünist Nazım Hikmetof ile romancı Peyami Safanın aralarında ne geçtiyse geçti. Düne kadar birbirinin dostu ve bedava reklamcısı olan bu iki edib-i şehir bozuşup cilveleştiler. Itiraf etmeli ki bu münakaşada Peyami Safa daha dürüst hareket etti; münakaşayı münakaşanın çerçevesinden aşırmadı. Fakat, ya Hikmetof Yoldaş? Hayır, o böyle bir fırsatı kaçıramazdı. Ahmet Haşime Hamdullah Suphiye, Yakup Kadriye saldırdığı zaman kimse kendisine cevap vermedi ya, o zavallı gafil bunu kendi kahramanlığından yıldıklarına hamletti; bir saldırış daha yaptı. Nazım Hikmetof Yoldaş bu saldırışını da yalnız Peyami Safanın şahsına yapsaydı tabii yine kimse sesini çıkarmıyacaktı. Çünkü onun fikirleri gibi Polon ve Mison karışık argosu ile, trak tiki taklarla, karamaca beyleriyle karışık edebi soytarılıklarları, iğrenmeden okuyabilenleri eğlendiriyor, onlara hoşca vakit geçiriyordu. Fakat Nazım Hikmetof Yoldaş bu münakaşayı Türk milliyetperverliği üzerinde tepinmeğe yeltenmek için vesile yaptı ve Türkiyenin en büyük adamlarından biri olan Namık Kemal`i arslan postu giymiş olmakla ittiham etti. Öyle sanıyorum ki arslan postu giymiş olmakla kasdettiği mana eşekliktir. Bu, arslan postu giyen ve kendisini arslan diye satan eşeğin hikayesine telmihen yapılmış, komünistlere yaraşır şekilde bayağı, Don Kişotca bir tesbihtir. Bir kere Namık Kemal arslan postu giymiş değildir. Namık Kemal arslanın ta kendisidir.
Evet, Namık Kemal arslandı , sırtlan değil… Çünkü mezarlarda yatan arslanlara değil, kanlı cellat gibi tepemizde yaşıyan kızıl sultanlara saldırıyor, ağız dolusu küfürü onların suratına haykırıyordu.
Fakat bu böyle olmasa bile, Namık Kemalin arslan postu giymesi veya Nazım Hikmetof Yoldaşın kendi postu içinde yaşaması münakaşaya girecek şeyler midir? Madem ki münakaşa ( veya cilveleşme) Peyami Safa ile yapılıyordu ve uzaktan veya yakından Namık Kemal ile ilişikliği bulunmuyordu, o halde Namık Kemali hakaret etmekte mana yoktu.
Peyami Safaya telkin veren Hikmetof Yoldaş, kendi salkım yutmaktadır. Ona “ölüleri mezarında rahat bırak” dediği halde niçin leş arıyan sırtlanlar gibi Namık Kemalin mezarini eşiyor? Görülüyor ki Hikmetof Yoldaş ne dediğini bilmeyen, tezatlar içinde yüzen zavallı bir hastadır.
Hikmetof Yoldaş aynı zamanda megalomaniyle de uğraşmıştır. Bu zavallı büyüklük meraklısının kuruntusuna göre Peyami Safa, Hikmetof Yoldaşın karşısına kendiliğinden çıkmış değilmiş. Onu çıkarmışlar ve Hikmetof Yoldaşın paçasına salıvermişler. Bir büyük ölünün kemiklerine saldırmakla Nazım Hikmetof Yoldaşın paçasına saldırmak arasındaki farkın, yükseklik cihetinden ikincisinin lehinde olduğunu şöyle bir tarafa bırakarak soralım: Peki Hikmetof Yoldaş! Mademki her saldırış bir kışkırtma ile yapılıyor, o halde seni Namık Kemalin kemiklerine saldırtan kim?
Hem de megalomaniye bakın ki herkes, milliyetperverler, hatta hükümet bile Nazım Hikmetof Yoldaşa doğrudan doğruya saldırmaktan çekiniyor da Onun karşısına Peyami Safayı çıkarıyor ve Peyami Safada bu iş için para alıyor. Tabiidir ki dünyada her şeyi iktisadi gözle gören Gospodin Nazım Hikmetof Yoldaş için her hareket iktisadidir. Her hareket iktisadi olduğu için de Peyami Safa, Hikmetof Yoldaşa vereceği cevabın karşılığı olarak milliyetperver kaynaklardan para almıştır. O halde biz de soralım: Her hareket iktisadi olduğuna göre acaba Hikmetof Yoldaşın Namık Kemalin kemiklerine saldırmasında hangi iktisadi amiller rol oynamıştır?
Nazım Hikmetof Yoldaş hülyalı ve manyak muhayyelesiyle kendisini devler arasındaki bir kahraman olarak gördüğü ve Türkiyeyi sözüm ona irsada memur olduğu için , karşısına dikilen herkesi bir kafir ve her kafiri de batıl dinin ulularından yardım gören birisi olarak kabul edebilir. Belki benim için de böyle düşünebilir. Fakat şu hakikatı aklı başında ve namuslu insanlardan hiçbiri inkar edemez ki Hikmetof Yoldaş bu hızını ve cesaretini Moskovanın orak ve çekicinden aldığı halde ben damarlarımdaki Türk kanından başka hiçbir yerden almıyorum.
Nazım Hikmetof Yoldaş Peyami Safaya yüksekten bakıyor. “Okuman lazım evlat” diyor. Peyami Safanin Hikmetof Yoldaştan daha okumuş. yüksek kültürlü olduğu muhakkak olmakla beraber acaba Hikmetof Yoldaş el aleme “okuman lazım” diyecek kadar okumuş mudur? Ben bunu hiç ummuyorum. Eğer Hikmetof Yoldaş biraz okumuç olsaydi Türkmenistanda budizm dininin bulunmadığını ve Simavneli Şeyh Bedreddinnin komünist olmadığını bilecekti. Malum ya, Hikmetof Yoldaş ilmi, siyasi, içtimai, tarihi hakikatlerle (?!) dolu olan şiirlerinin (?!) birinde kendilerinin (yani komünistlerin) vaktiyle Şeyh Bedreddinle beraber ayaklandıklarını söylediği gibi başka bir şiirde de Türkmen kayıkçıyı Türkmenistanlı bir buda heykeline benzetiyor. O halde ben de kendisine şöyle söylüyebilirim: “Okuman lazım Yoldaş!Buda dini Türkmenistana tarihin hiçbir devrinde girmemiştir. Türkmenistanlı Buda heykeli demekle iskoçyalı Safii imami demek arasında fark yoktur ve Şeyh Bedreddin senin sandığın gibi bir komünizm mübessiri değildir. Onun ne olduğunu senin bugünkü ilmin, kafan ve seciyen anlıyamaz. Okuman lazım Yoldaş! Mujikistan cambazhanesinde size bunları elbette öğretemezlerdi. Okuman lazım, okuman!”
Hikmetof Yoldaş, Peyami Safanın babası, ingiliz-Boeer savaşında kazandıkları zaferden dolayı ingilizleri tebrik etti diye çatıyor. Bundan Hikmetof Yoldaşa ne olduğunu anlıyamıyorum. ingilizler bir avuç Boeeri yendi diye sevinmek gerçi doğru bir hareket değildir, fakat ismail Sefanın dinine dahleden Yoldaşın kendisi sanki müslüman mı? Bolşevikler küçük Azerbaycan Cumhuriyetini istila ettikleri zaman Hikmetof Yoldaş acaba kaç defa taklak attı? ingiltereye hulus çakmakla Moskovaya dalkavukluk etmek arasında ne gibi bir fazilet farkı olduğunu anlıyamıyorum.
Nazım Hikmetof Yoldaş hasep, nesep, şeref, kan diye birşeyler tanımadığını söylüyor, bunları söylemeğe lüzum yoktu. Biz zaten komünist taslaklarında böyle şeyler olmadığını biliyorduk. Ataları, bu toprağa kan katanlardan, halis kanlı Türk olanlardan bir komünist çıktığını da zaten şimdiye kadar görmedim. Bunlar daima kanı bozuk, sütü bozuk, yeri yurdu belirsiz, soyu sopu şüpheli ve Türk olmuyan kimselerdir. Nitekim Nazım Hikmekof Yoldaşın kendisi de Türk değildir. Acundaki komünizmin de nasıl bir bozuk kan unsuru olduğunu anlamak için onların önderlerine bakmak kafidir. Biz, kanı Türk olmuyan yurttaşlardan bu yurda ne kadar bağlılık beklenebileceğini birçok acı denemelerle öğrenmiş bulunuyoruz. Onun için Misonlar, Kohenler ve Çerkes Ethemlerle Nazım Hikmetof Yoldaş arasında hiçbir fark görmüyoruz.
Karışmamış kan davası yalnız hayvanlar değil, insanlar için de vardir. Hayvanların en asil ve değerlileri halis kanlı olanlar olduğu gibi insanlarin en asilleri en saf kanlı olanlarıdır. Kan ve ırk meselesi kan grupları tetkiki demek olan fizyolojik ve antropolojik bir meseledir. Sonra, Nazım Hikmetof Yoldaşın hatırı için veraseti de inkar edecek değiliz a… Zaten tabii ilimler bakımından insanla hayvana aynı gözle bakılmak gerektiği halde, kuyruğuna motor takmağa kalkacak kadar ilmi zihniyetli geçinen Nazım Hikmetof Yoldaş nedense işine gelmiyen ilmi hakikatlerden tegaful ediyor. Bize gelince: Biz, kuyruğumuz olmadığı için motor takmağa da kalkışmayız. Yalnız tabii değil içtimai bakımdan da insanla hayvan arasında münasebet olduğunu da aramızda yaşayan bazı insanlara bakarak kabul edebiliriz. Fakat insanları yalnız ve sadece mide ve hüsyeden mürekkep bir makine gibi kabul edemeyiz. insanları yaşatan bir de şeref ve haysiyet olduğuna inaniriz ve Nazım Hikmetof Yoldaşa yine ilmi bir hakikat olarak beyan ederiz ki: Göçebe olduğu zamanlarda bile toprak mülkiyetini tanıyan Türk Milleti komünist olamaz. En yoksul Türk köylüsünün bile el evinde el ekmeği yemeğe tahammülü yoktur. Kaldı ki hiçbir şeye sahip olamayan ve esir yaşamağa alışan mujikler bile bir çanaktan yemeğe alışamadılar. Komünizm Rusyada bile hakikat olamadı. Nerede kaldı ki kanı, dili, dini ve dileği bütün olan Türk köylüsü komünist olacak. Onun için Nazım Hikmetof Yoldaş artık yanlış kapı çalmaktan vazgeçsin. Beğenmediği Türkiye cehenneminden çıkarak huri ve gilmani bol olan komünist cennetine gitsin. Hikmetof Yoldaşa şunu da ihtar ederim ki onun gibi kabadayı fedailer daima ateş hattında bulunurlar. Burası kızıl orduların ateş hattı değildir. Burada kalmak ve sözüm ona kahramanlık yaygarasıyla bol bol matbaa mürekkebi harcamak mertliğe yaraşmaz.
Ben Nazım Hikmetof Yoldaşa bu cevabı daha önce verebilirdim. Başkalarının vermesini bekledim. Başkaları verecektir sandım. Bir zamanlar istanbuldaki bir Edebiyatçılar Birliği vardı. istanbulun meşhur ve meçhul bütün şairleri, edipleri oranın azasıydı. Hatta zannedersem Nazım Hikmetof Yoldaş da Bahri Hazer adındaki şiirini Peyami Safanın kılavuzluğu ile ilkönce orada okumuştu. Bir gün, gazetenin birinde “Şekspir büyük şair değildir.” diye bir yazı çıktığı için bu Edebiyatçılar Birliği azaları hep birden şahlanmışlardı. O ne asıl heyecandı öyle !… Şekspire saygısızlık edildi diye o yazıyı yazanı dünyaya geldiğine pişman etmişlerdi. Halbuki Şekspir bizim neyimizdi? Ve acaba hakikaten o kadar da büyük mü idi? Bütün bunlar su götürür şeyler olmakla beraber şimdilik geçelim. Halbuki bu sefer Nazım Hikmetof Yoldaş bizim büyük şair ve büyük vatanperverimiz Namık Kemale sövüyor da o edebiyatçılardan hiçbirisinin kılı kıpırdamıyor. Doğrusu, memleketin edebiyatçılarının kansız insanlar olduğunu biliyordum ama bu kadar kansız olduklarını kestiremiyordum.
istanbulda bir de gazeteler vardır. Hem de hepsi fırkanın gazeteleridir. Balatta bir sarhoş yahudi çıksa, içini dışına dökse, küçük bir şeye küfretse hemen polisler yakalar, gazeteler yazar, divana çekerler. Nazım Hikmet Yoldaş da yetim-i Sefaya çullanırken onu muhalif diye jurnal ediyor ve alt yanında da faşisto-demokrato liberal diye rejime saldırıyor ve alay ediyor. Bunu polisler anlıyamabilir. Fakat o pek anlayışlı ve uyanık gazetecilerimiz nerede? Tanin baş sayfalarında demokratlıkla devletçiliğin evlenme törenini yapan ve bu iki fikri birleştirmeğe çalışan Mahmut Esat Bey nerede? Öyle mi Nazım Hikmetof Yoldaş? Faşisto demokrato-liberal…. Gölgesinde rahat rahat yazı yazabildiğin rejimi böyle mi anlıyorsun?
istanbulda birde “Milli Türk Talebe Birliği” vardir. “Milli Türk” terkibinin saçmalığına ve bunun, Türk olmuyanlar tarafından kendileri hakkındaki şüpheleri bertaraf etmek için yapılmış bir manevra olduğu hakkındaki telakkilere rağmen bu genç arkadaşlar bir zamanlar Cevdet Kerim Beyle vatanperverlik rekorunu kırmak için maç yapmışlardı. Bir yabancı bir Türk memuruna hakaret etti diye camları taslamışlardı. Fakat bu sefer o Türk memurundan namutenahi kere büyük olan bir Türk şairi hakarete uğruyor da bu Türk gençliği sesini çıkarmıyor? Nerde kaldı Namık Kemal için yapılan ihtifaller?… Demek ki onlar gösterişti. Gösteriş olmasaydı bu gençlik bir varlık gosterirdi. Halbuki onlar “Gençlik Var” diye mecmua da çıkarmışlardı. Hazin ve gülünç varlık.
Acaba bu Nazım Hikmetof Yoldaşın san’atta ne değeri var? Bazı budalalar tarafından asrın en yüksek şairi olduğu bile ilan edilen bu Sanso Pansanın şairliği hakikaten 100 numara mıdır? Bana sorarsanız sıfır. Şiirin bir tarifi vardır. Nazım Hikmetof Yoldaşın hezeyanları o tarife sığmaz. San’atta dar bir çerçeve içinde kapalı kalmak taraftarı değilim. Fakat tulumbacı argolarını, zevk fesadına uğramış naraları da san’at diye kabul edemem. Aklı başıda kimse de kabul edemez. Şiir vezinle ve kafiyeyle olur. Böyle olmuyan yazılara nesir derler. Gerçi nesirde de şiir yapılır ama bu, manzum şiirden daha güç, daha san’atkarane birşeydir ve Hikmetof Yoldaşta bunun zerresi yoktur. Nitekim gölgesi Orhan Selimin yazıları da meydandadır. işte Nazım Hikmetofun san’atından parçalar:
Hakikaten, ingiliz tuzunu, Moskof mushili içilerek yazılmış olan bu satırların üzerine içmek daha doğru olur. Sonra trrrrum diye makine taklidi yapmak hangi şiirin ve hangi zevkin kabul edeceği şeydir? Şiir yalnız taklidi lafizlarla mı meydana gelir? Kelimelerin ahengi yok mudur? Hikmetof Yoldaşın ağzındaki teneke düdüğün sesine çelik pistonlu makinelerin iniltisidir diyebilir miyiz? Hikmetof Yoldaş köpek veya sığır başlıklı şiirler yazsa havlıyacak yada böğürecek mi? Bütün bunlar yalnız şunu gösterir: Nazım Hikmetof Yoldaşta zevk fesada uğramış, tereddi etmiştir. Eğer onun şiirleri çok okunuyorsa bu da okuyucu kütlesinin bozuk zevkli olduğunu gösterir. Nitekim bazı edepsizce ve açık saçık kitaplar da el yazılarıyla yazıp dağıtılacak kadar çok rağbet bulmuştu. Nazım Hikmetof Yoldaşın çok mukallitleri çıkıyorsa bu da o tarzın kolay oluşundandır. Çünkü vezin ve kafiyeli ve aynı zamanda manalı şiir yazmanın güçlüğünü anlıyan kabiliyetsiz insanlar için başvurulacak yegane yol vezinsiz, kafiyesiz, manasız, mantıksız yazı yazmaktan ibarettir.
Nazım Hikmetof Yoldaş burjuva düşmanıdır. Fakat bu düşmanlıkta müteassıp softalardan daha müteassıptır. Bu softalarca nasıl namaz kılmayan, oruç yiyen kimseler kafirse, asılması sevapsa, Hikmetof Yoldaş için de burjuvaların asılması elzemdir. Fakat bir yazısında Piyer Loti`ye “domuz burjuva” diyen Hikmetof Yoldaş “domuzuna proleterlik” sattığı halde bayağı burjuvadır. Başka bir yazısında da ayda 60 papallle geçindiğini söylemek istiyor. Galiba Gospodin Yoldaş cenapları 60 liranın Türk köylüsünün rüyasında bile görmediği bir servet olduğunu unutuyor. Bu taslağa şunu söylerim ki: Mert adam, sözünün eri adam proleterlik sattığı halde burjuva geçinmez. Nazım Hikmetof Yoldaş mütareke yıllarında, yüz elliliklerden Refi Cevadin Alemdar gazetesi idarehanesinde ayı oynattığı günden bugüne hep burjuva olarak geçinmiştir ve…. Kurtuluş savaşında düşman karşısına çıkacak yüreği olmadığı için Rusyaya kaçarak savaşın bitmesini beklemiş ve savaş bittikten sonra buraya bir kahraman(?) olarak dönmüştür. Bir iki defa hapse girmek ve ağız dolusu argo savunmakla kahramanlığın kazanıldığı bir zamanda bu da çok görülmez. Fakat unutmamalıdır ki argonun da soylusu ve soysuzu vardır. Eski Çeşme meydanında saldırma çeken kabadayı argosuyla Beyoğlu sokaklarında dolaşan Palikarya oğlanlarının argosu arasında dağlar kadar fark vardır. Tıpkı aç midesine yumruğu basarak ıztırap içinde didinen bir emekçinin iniltisi ile Nazım Hikmetof Yoldaşın 60 papale haykıran naraları arasında fark olduğu gibi.
Bu küfürler, bu palavralar, bu düzgünlü yaveler, bu Babıali sokaklarında don kişotca kişnemeler sözde hep Türk işcisi için değil mi?
Türk işcisi bu deli saçmaları, bu gerdan kırmalar, nara atmalarla mı kurtulacak; bolluğa tokluğa, sağlığa kavuşacak? Hayır Nazım Hikmetof Yoldaş! Aç adamlar maskaralık istemiyorlar. Aç adamlar ne yetim-i Sefanın kırık mızraplı udu, nede Namık Kemalin ölüsüyle ve kemikleriyle beslenmek istemiyorlar. Aç adamlar bol bol papel getiren naralı şiirler, mahkemelerde dile gelen tezler ve sokaklarda kişniyen ülkülerle avunmak ve aldanmak istemiyorlar. Aç adamlar iş ve refah istiyor. Aç adamlar açık sözlü, açık özlü, ak alınlı kahramanlar istiyor. Açık gözlü taslaklar değil….
Nazım Hikmetof Yoldaş! Sarı suratlı afyonkeş Çinlilerle kara suratlı yamyam Habeşlerin davasını güdüyorsan, haydi oraya… Yolun açık olsun. Babiali caddesinde Habeş davası müdafaa olunamaz. Senin beğenmediğin burjuvalardan yüzlerce kişi Habeş davasını kanlarıyla korumak için kızgın kum çöllerine koştular. Sende o yürek nerede? Şimdiye kadar ki susuşumuzu sakın güçsüzlüğümüze ve çekindiğimize verme. Deli-Petro gibi bayrak açıp gelseniz bile bizi karşınızda Baltacı`lardan mürekkep bir ordu halinde bulursunuz. Hem bu sefer her biriniz için Katerin gelse de elimizden kurtulamazsınız.