esasen arapça hurma ağacı manasına gelen 'nahl' (suresi de var) sözcüğünden türkçeye bu biçimde geçmiştir. arama beni sürekli otomatik olarak 'nahil' başlığına yönlendiriyor ama bu yanlış.
anlam olarak da genelde çelik ve tahta iskelet üzerine balmumu süsler ve tellerle yapılan yapay kutlama ağaçlarını ifade eder.
bu geleneği özellikle osmanlılar çok sevmiş ve düğün dernekte bunları yaptırıp sokaklarda gezdirmiştir. nahıl yapma geleneği hala iç anadolunun bazı yerlerinde yaşatılmaya devam etmektedir. ancak buralardaki düğün nahılları çok daha küçük ve farklıdır.
araştırdığım kadarı ile köken olarak ağaç dalı süsleyip gezdirmeyi sümerlere kadar dayandırıyorlar, ama ağaç biçiminin servi ağacı biçiminde olması bence bir türk dokunuşu gibi. bir araştırmam ya da delilim yok tabii ki, işkembem bana öyle söylüyor xd.
şahsen bu geleneği çok hoş buluyor ve bunun yaşatılması gerektiğini düşünüyorum. bu yüzden ben de geçen yılbaşına doğru kendi imkanlarımla evde bir nahıl yaptım ve çam süslemek yerine bunu süsledik, altına hediye bile koyduk *
bir tahta sopa aldık, çöpe dayalı dolap kapağı bulmuştuk onları aldık, evde testereyle kesip matkapla deldik ve iskeletimiz oldu bile. ondan sonrası zaten serbest çalışma, üstüne ne koyarsan. yani afaki tahta işleme alet edevatıyla evinizde bu geleneği yaşatabilirsiniz.
ikinci nesil silik.
editto:uyarılara duyarsız kalmış insandır ayrıca.*
+format namına teslim ol.
-hayır ancak siliğimi yakalarsınız.
+eğer şimdi teslim olmazsan çok uzun bir süre çaylak olacaksın.
-yaklaşmayın kafa izni alırım.
+dur yapma.
-hahahahahaha 3 ay kafa izni.tık *
+tüh. kankilerine haber verin alsınlar siliğini.
kendi adımı girip baktıgımda dolu bişiler yazdıgını görüp şaşırdıgım insan.birşeyler yazmak vacip oldu artık deyip utandırtmıştır kendisi.the dark knight filminde aynı karakterede * hayran oldugumuzu gorup sevindigim insan.
aklı fikri sadece birindedir.yiğitliğe b.k sürdürmek olarak algıladığından çaktırmaz pek ama öyledir.hatta öyle çok sever ki oyunda bile aklından çıkarmaz sevdiğini.buyrun efeem kanıtım;
bu aralar pek süslü insan.süslerinden arındırmak huzura doğru yelken almasını sağlamak için gel küp kökünü alıyım dedim üstelik kimse düşünmemiş huzura ermesini. çok hayırlı bi evlatım ama istemedi.
Bungee jumping yapmak için erivan'a gitmiştik. Nahil şapka takıyordu çünkü güneş vardı, "çıkar şunu cilalı ibo'ya benziyorsun." Dedim. O da bana "yavyiiim" dedi. Sinir oldum, Tokat attım, şapkası düştü. Artık yine nahil'e benziyordu.
Ardından Elimizde biralarla sıraya girdik. Ama Önümüzde epeyce uzun bir kuyruk vardı. "bekleyeceğiz mi?" diye sordum. "bekleyeceğiz." Dedi. "beklemeyelim." Dedim. O da "tamam." Dedi. Sonra beklemedik, önümüzdekiler sırada duruyordu hala. Biz yanlarından yürüyüp en ön sıraya geldik. Kimse bir şey demedi.
Aslında biri bir şey dedi, 80 yaşında bir amca epey tepki gösterdi; "girin sıraya eşşoleşekler biz varız, ne günlere kaldık be; terbiyesizler haysiyetsizler." Dedi. Durdum, amcaya baktım. O da bana baktı. Üfledim, düştü. Biz de Tekrar en öne geçtik.
Başımı nahil'in göğsüne yasladım. Etraftakiler "ay ne romantik" diyip duruyordu. Oysa ben sadece kalp ritmini ölçüyordum. Belliydi; tırsmıştı nahil. "korkuyorsun bebeğim." Dedim. "evet hayatım." Dedi. "korkma." Dedim, o da yutkundu.
"o zaman başka bir şey yapalım." Dedim. "ev boş." Dedi. Tokat attım, ağladı. Sonra sarıldım. O da bana sarıldı. "ama cidden kimse yok evde." Dedi. Bir daha tokat attım. Yine ağladı, ama bu sefer gidip az önceki amcaya sarıldım.
içeri girdik, caravan'daki şapkalı adama "selam" dedik, o da "selam" dedi. sonra bir yer bulup oturduk. kendisi duvardaki posterlere bakıp "bunlar ne böyle" diye söyleniyordu. onlar "ne" değildi, albüm kapaklarını içeren posterlerdi. sonra o da farketti bunu, bana güldü. ben de ona güldüm.
bir süre sonra biralarımız geldi. onun birası daha köpüklüydü, "köpüğünü içeyim?" dedim. "çok romantiksin" dedi. sonra köpüğünü içtim. bu sefer "ben de seninkini içeyim" diye bir istekte bulundu. "onu da ben içeceğim" dedim. üzüldü ama "tamam" dedi.
toplamda 4 tane 50'lik bira içmiştik. dışarı çıktık, ikimiz de sallanıyorduk. ben onun uzun saçlarıyla oynuyordum yolda giderken, o da ayağıma basıp duruyordu. çok romantik bir ikiliydik o an, bütün istiklal caddesi bize bakıp kıskanıyordu. sonra canım fıstık istedi, nahil'e söyledim. o da bana fıstık aldı. ben de fıstığı yedim. ama doymadım.
kendisi otobüste de rahat durmuyordu. "bize gelsene" dedi. "neden?" diye sordum. "sana taso koleksiyonumu gösteririm." dedi. "saçmalama." dedim. o da "tamam saçmalamam." dedi. "iyi" dedim. sonra omzuna yaslanıp uyudum.
uyandığımda son durağa gelmiştim. "gelmiştim" diyorum çünkü bu adam kendi durağında inip gitmişti. herhalde kafamı kaldırmaya kıyamamış, yanımdaki yaşlı bir amcanın omzuna koymuş kendi üstünden kaldırıp. yaşlı amcaya baktım uyanınca, "merhaba." dedim. duymadı. "iyi akşamlar." dedim. onu da duymadı. ben de duymadığı için artık bir şey dememeye karar verdim.
sonra eve geldim. annem "ağzın bira kokuyor." dedi. "içmedim ben." dedim. bunu derken, o an içtiğim sandığım bir bardak su da yere dökülüyordu. ağzımdan bir onbeş metre kadar uzakta tutuyormuşum su bardağını. annem zeki bir insandır, bu ipucundan sarhoş olduğumu kesin anlamıştır. zaten mühendis kendisi.
geçen hafta sevgilimken eve çağırdı beni, taso koleksiyonunu gösterdi. baktım balbazar eksikmiş, hemen takviye ettim. deli gibi mutlu oldu; yüzüdeki parıltıyı görmeliydiniz;
"karşılığında ne istersin?" dedi bana. ben de "bana toxicity'nin orijinal albümünü al.." dedim. gülerek kabul etti. kapıyı açtık, çıktık ve megavizyon'a gittik, bana toxicity aldı. teşekkür ettim, bir şey değil dedi.
sonra kasadaki kız vardı bir tane. nahil'e güldü. nahil de ona güldü. ben de kıza vurdum. "acıdı" dedi. nahil "ay vurma kıza, bir şey oldu mu tatlım?" dedi. nahil'e de vurdum. o da "acıdı" dedi.