Çünkü kan ve gözyaşıyla beslendi bizim genlerimiz. Hayatta kalabilmek adına güçlü olan ve ölmemek adına öldüren, zulmeden nesillerin devamıyız biz. Bugün rengarenk ışıltısıyla ve türlü vaatlerle mutlu etmeye çalışan modern dünya var ya! işte onun temelinde bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün mazlumların ahı var. Habiller öldü, dünya kabillere kaldı ve biz o kabillerin çocuklarıyız.
Olabilir mi? mutsuzluklar üzerine kurulmuş bir mutluluk olabilir mi? zulme uğrayan insanların lanetini genlerimizde yaşatırken mutluluğun peşinde koşmak doğru mu?
Bugünkü masumiyet iddiamız var ya! kuru bir laftan ibaret. içinizde taşıdığınız canavarı görün ve ona sorun: “neden mutsuzuz” diye. O anlatır size.
içinizdekini göremediniz mi? Dışınıza bakın o zaman. Kullandığınız eşyalara, giydiğiniz elbiselere ve yaşadığınız evlere, bindiğiniz araçlara… Hepsinin üzerinde kan lekeleri var.
Hala “masumuz biz” mi diyorsunuz? Mutluluğun peşinde koşmaya devam edin o zaman. Masumsanız bulursunuz zaten.
Mutluluk nedir. Asıl olan mutluluğun nasıl bir duygu olduğunu bilmemiz gerek. Kimimiz kendisine gelen hediyelerle mutlu olur, başka biri kendisini simartmasindam mutlu olur. Asıl amaç kendimizi neyin mutlu ettiğini ogrenmek gerekir. Sen hiç mutlu oldunmu diye sorulduğunda afallayip kalmak kadar kötü birşey yoktur. Bilmiyorum neden böyle bisi yazdım galiba mutlu olamadim ondan gerek.
Çünkü değer bilmiyoruz. insan değer vermeyi bilmeyince sahip olduğu değerlerin farkına varamıyor ve alakasız değerler düşünerek mutluluk arıyor. Her an bu yaşamdan gidebileceğini bilmesine ragmen bunun farkında olmadan ve yaşadığının değerini bilmeden yaşadığı için mutsuzsunuz.
Çok çeşitlilik arz eden bir konudur. En basiti hayatımızı idame ettirmek için gerekli olan her şeye hatırı sayılır zam yapılırken, o şeyleri alabileceğimiz maaşimiza devede kulak diye tabir edebilecegimiz zamların yapılıyor olması.
caddenin karşı tarafına bakmaktan bir türlü vazgeçemediğimiz için cevabını yakıştırdığım sorudur. la fille sur le pont filminin güzel bi sahnesini akla getirmiştir;
uzun zaman önce caddenin çift tarafında oturuyordum, 22 numarada. karşıdaki evleri seyrettim.
daha mutlu insanları düşündüm. odaları daha güneşliydi, partileri daha eğlenceli... ama aslında
odaları daha karanlık ve küçüktü ve onlar da karşıdaki evleri seyrettiler. çünkü, biz şansı hep
sahip olmadığımız şeyler olarak düşünürüz.
Ne bilim olm ölçmedimki mk .(40 harf dolsundiye bizi uraştırıyolar mk ya neyse olmuş herhalde saymadım saymaya üşeniyorum zaten saymayada gerek yok neyse fazla uzattım yeter bukadar )
Mutlu olunmasını sağlayacak nedenler üretemediğimiz için. insan böyle işte. Bardağın dolu tarafına bakmaktansa hep eksik tarafı görüyor. Oysa ki bu dünya mutsuz olmaya değmiyor.
şuan giydiğin kıyafet sana yetiyor mu, içinde oturduğun ev, içine çektiğin hava, bir saniye daha atan kalbin, tam çalışan vücudun ve aklın.. tüm bu sorulara cevabın 'hayır,yetmiyor.' şükret arkadaşım pazartesi diye söve söve kalktığın yastığında bu sabah nefesini bırakanlar var.
üzerine kafa yorduğum ve sonunda kendimce bir sonuca vardığım mevzu.
bir türlü sıfıra indiremediğimiz beklentiler en büyük sebep , ve hayatlarımızı başka insanların hayatları ile kıyaslamanın verdiği sonsuz huzursuzluk da buna etken kanımca.