ömür boyu ardından koşacağımız ama belki de tam yakalarken bir aksilik olacak ve hiç bir zaman sahip olamayacağımız olgu. belki de yakalayacağımız ancak yakaladığımız "şeyin" o olduğunu anlayamadan yitireceğimiz "şey". belki de kovalamaya gerek olmayan "ateş böceği". belki de ışığın açısını ayarlayamadığımız için bir gölge gibi bizi ardımızdan takip eden hain. kimbilir belki de hiç zaman var olmamış yalan. ama sadece adı bile hayal kurmaya yeten duygu.
duygularımız gözle görülemediğinden kontrol altında değildir.mutlulukta kontrol altında değildir.gel dediğimizde gelmez.git dediğimizde ise gitmez.zor bulunur.
kötü geçen saatlerin, günlerin ardından çalan telefonda karşıdan gelen sestir mutluluk. binlerce km. ötede olup her anı sizinle yaşayan, o en karanlık yalnızlığınıza aydınlık olan ses. o sesin sahibiyle geleceği düşünmek, onun üzerine planlar kurmaktır mutluluk. sadece onun yörüngesinde dönüp kire pasa bulanmamaktır.
konu çok bilindik olsada, özellikle görüntü yönetmenliği ve oyuncularıyla adeta devleşen bir film. demekki tipik hastalığımız olan senaryo sorununu bir nebze olsun aşabildiğimizi göstermesi açısından bence önemli bir yapım. özgü namal`ın çizdiği profilin senaryo da tasvir edilen meryem karakterinden daha çok ön planda olması oyuncu gücünü gösteriyor.
imkansız bir düştür..düşte düş görmek gibidir..ama yine de Tanrı elleriyle okşamak isterken bizi güldürüyor yüzümüzü kısa aralıklarla...mutluluk diye bir şey yoktur.
mutluluk mavi çocuk oynardı bahçemizde.bazen yağmur çok yağar veya sis vardır göremeyiz o çocuğu endişeleniriz.ama çocuk bazı zamanlarda(ki o zamanlar kötü anlarımızdır)hep vardır.bizimdir.
kimi zaman bir tren garında, kimi zaman iskele, bazen bir pamuk şeker yeter ona, bazen bir demet çiçek ile, bi küçük oyuncak kamyon veya sarı saçlı bebeğin elbisesi, bir sigara dalında bile, bulunabilesi...
filmin başında da ortasında da sonunda da ne olacağı rahatlıkla tahmin ediliyor. insanı hiç şaşırtmıyor ama buna rağmen oldukça güçlü ve etkileyici bir film.
17 yaşında tecavüze uğrayan ve töreler gereği ölüme mahkum edilen meryem'in hikayesinin anlatıldığı bir zülfü livaneli kitabı. kitap filme de uyarlanmıştır. senaryo kitapla paralel gitmese de, ikisinden de alınan tatlar farklı. film bittikten sonraysa meryem karakteri için özgü namal'dan başkası düşünülemezdi herhalde diyor insan, asıl kirlilik nedir diye düşünmeye sevk edilmiş halde buluyor sonra kendini. amcasının tecavüzüne uğramış meryem mi kirli? mutluluk... cemal'lerin, irfan'ların ve meryem'lerin hakkı olan, özlem duydukları tek şey belki de, hem de tüm kirliliklerine rağmen.
bir iş adamı için mutluluk daha çok para kazanmaktır. bir liseli kız için mutluluk biriyle çıkmaktır. bir yazar için kitap yazmak. bir çalışkan öğrenci için iyi notlar almaktır. yani tamamen subjektiftir. lakin mutluluğun hissi aynıdır. ve o his hiç bir zaman başka bir bireye anlatılamaz.
bazen bir bakışta, bazen yarım ekmek arası dönerde, bazen şık bir kafa golünde, bazen yatağa uzanmakla, bazen sadece onu düşününce, bazen sevilen bir müziği dinlerken, bazen karşıdan karşıya bir çocuğu, bir yaşlıyı geçirmekle, bazen otobüste ihtiyacı olana yer vermekle, bazen sadece yardım etmekle, bazen onun tebessümünü görmekle, bazen onu uyurken izlemekle, bazen sözlüğe yazıp artı oy alınca, bazen sadece karnımızın tok, altımızın kuru olduğunu düşününce içimize, oradan da yüzümüze yayılan sıcaklık.
olmak ya da olmamaktır. "luluk" ekini aldığında hayatı değiştiren, "suzluk" ekini aldığında ise insanı derin bir karamsarlığa sürükleyen,çok çetrefilli bir kelimedir.