etrafıma daha dikkatlice bakınınca anladım ki; hayatın sıkıntılar lütfettiği tek kişi ben değilim. mutlu insan aramaya başladım sonra; hiç bulamam da dertli olmak konusunda herkesle ortaklık kurabilirim, böylece de huzursuz ruhumu teselli edebilirim diye. sonra derinlere indikçe, insanoğlunun aslında mutlu olmadığını, belki bir kısmının mutluymuş gibi göründüğünü bazı budalaların da kendini mutlu sandığını farkettim. bu hayat üzerindeki tek mutsuz insan ben olsaydım kahrolurdum, ama yaşayan her mutsuz insandan birisiydim sadece. işte bunu bilmek bana gerçek bir mutluluk verdi. fakat mutluluk verilmesini mutlu olmaktan ayırd etmek gerekir. bazı güzellikler insanların bir kısım anlarında onlara geçici mutluluklar verebilirler, fakat hiçbir insan yoktur ki, bütün hayatını mutluluk içinde geçirsin. diğer insanların mutsuzluklarında anlık da olsa mutlu hissetmem konusuna gelince, evet itiraf etmeliyim ki ben kıskançlık günahıyla dolup taşan birisiyim.
sabah uykudan uyandığında mutfaktan gelen tıkırtıları duymaktır. bilirsin ki anneniz kahvaltı hazırlıyordur. hemen kalkmazsın yataktan biraz daha keyif sürersin. çünkü birazdan baba uyandırmaya gelecektir.
italya'da Albano ve romino adlı bir karı kocanın felicitad;Türkçe tabiriyle mutluluk adında bir şarkısı tüm dünyanın göz bebeği olmuştur ve 1978den beri insanların azında dolanan bir şarkıdır..Türkiye'de felisita diye bilinir !
izledikten sonrA benimle aYNI KANI TAŞIYAN iNSANLARIN BU DENLi HARiKA filmler yapabileceklerine iyiden iyiye inanmaya başladığım mükemmel film.. denzel'lerı, cruise'ları izlerken kendimizden geçen bizler bu filmi izlediğimizde şöyle bi durup soluklanıyoruz.. hayatımda izlediğim en mükemmel türk filmlerinden biridir.. özellikle özgü namal'a full dikkat..
Sevilmektir çoğu insana göre. Sevdiğin tarafından sevilmektir esas tanımı.
Dünyevi zevklerin peşinden koşmayan ve sıyrıldığı maddesel mutluluların arkasından ağlamayan zihinlerin tanımı bu olmalı.
Ya sıradan insanın bencil insanın mutluluk tanımı ne olabilir?
Yeni yıkanmış nevresimlerinin mis kokusu içinde uyanmak. Ya da o nevresimleri serebileceğin bir yatağa sahip olmak. Ardından o yatağı yerleştirebileceğin bir odaya sahip ev istemek. Çok çalışmak. Bir yuva sahibi olmak istemek...
Daha sonra yuvanı paylaşabileceğin mutluluk katsayını artıracak bir eş, sonbahar yaprakları üzerinde yürürken çıkan çıtırtıyı birlikte dinlemekten zevk aldığın bir eş. Ve sevmek, sevdiğin tarafından sevilmek.
Amerikalı bir zengin işadamı, bir iş seyahati sırasında küçük bir Meksika kasabasına uğrar. Limanda gezerken, ağzına kadar balık dolu küçük bir teknenin içinde oturan bir balıkçı dikkatini çeker. Merakla yanına yaklaşır ve sorar:
Merhaba, bu balıkları yakalamak ne kadar zamanını aldı?
Balıkçı, tümünü bir-iki saate yakaladığını söyler.
Yabancı adam bu kez, niçin daha uzun sure kalıp, daha fazla balık yakalamadığını sorar. Balıkçı, ailesinin geçimi için bu kadarının yettiğini soyler. Amerikalı işadamı merakla balıkçıya kalan zamanını nasil geçirdiğini sorar. Balıkçı anlatır :
Gece geç yatarım, sabah birazcık balık yakalarım. Sonra cocuklarımla oynarım,öğlende de karım Maria ile biraz siesta yaparım. Akşamları, amigolarla beraber gitar çalıp şarap içeriz, eğleniriz. Dolu ve meşgul bir yaşantım var senyor."
Amerikalı gerinerek,
Benim Harvard'dan MBA'm var ve sana yardım edebilirim. Balık tutmak için daha çok zaman ayırmalı ve daha büyük bir tekne ile calışmalısın. Bu tekneden elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa surede bir balıkçı filosuna sahip olursun.Böylelikle, yakaladığın balıkları aracılara değil, doğrudan doğruya işleme tesislerine satarsın. Hatta kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Balıkçılık sektöründe bir numara olursun.
Ve Amerikalı devam eder,
Tabii bunları yapman için öncelikle bu küçük balıkçı kasabasini terk edip Mexico City'ye, daha sonra Los Angeles'e ve en sonunda holdingini genişletebileceğin New York'a yerleşirşin.
Balıkçı düşünceli vaziyette sorar,
Peki senyor, bu anlattıklarınız ne kadar zaman alır?
Amerikalı yanıtlar,
15-20 yıl kadar.
Peki bundan sonra senyor? diye sorar balıkçı...
Amerikalı güler,
Simdi anlatacağım en iyi tarafi! Zamanı geldiğinde, şirketini halka açarsın ve şirketinin hisselerini iyi paraya satarsın! Kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın !
Milyonlar? der. Meksikalı, Eee...sonra senyor?
Amerikalı,
Ondan sonra emekli olursun. Geç vakitlerde yatabileceğin küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin, istersen zevk icin biraz balık tutarsın, cocuklarınla oynayacak, karınla siesta yapacak zamanın olur,aksamları da arkadaslarınla şarap içip, gitar çalarsın.
Balıkçı bu sözlerden sonra sadece gülmüş. *
Gülüyorum...
bir duygu olup sonuçta insanda "hâl" olarak görünür.
genetik olduğuna inanıyorum. inancımı bilimsel çalışmalar da destekliyor, sağolsunlar.
mutluluk için, kişinin bolluk ve keyf içinde olması düşünülür ve hata edilir. ne darlık içinde insanlar vardır ki; sanırsınız hiç bir derdi sıkıntısı yok da ondan gözlerinin içi güler. sıkıntı anında dahi bir hoşluk düşünebilme yeteneği ile nefes alır ve nefes aldırırlar.
eski güzel günlerin anımsandığı andaki his. öğlen açarsın balkonun kapısını. bir koku gelir, hiç beklemediğin.
beynine çarpar çok kısa bir süreliğine. birşeyler hızlıca içini güzelleştirir. bir gülümseme çakar yanaklarına.
ve mutluluk gitgide yontulan ruhtan uzaklaşandır. arada bir teselli mi ediyor hayat...
eskiden, 51 ekran o siyah televizyonun önünde uzanıp reha muhtar'ın ateş hattı'nı izleyecek olmak, zaga'yı, ceviz kabuğu'nu izleyecek olmak bile bir mutluluk veriyordu. o göreceli masumiyet, rahatlık, çocukluk şimdi yerini
sabaha doğru göz yaşı döken, beynini pis düşüncelere kaptırmamaya çalışan, aynaya baktığında 1 haftadan fazladır uzamış sakallarını gören, akşam 6 da kahvaltı yapıp sabah 7'de akşam yemeğini yiyen bir enkaza bıraktı.
işte o yüzden çocukluk gibisi yok. her ne kadar o da acı dolu olsa da. o daha güzeldi.