Reisicumhur 5 Ağustos'tan 1 Ekim'e (1929) kadar istanbul'da kalmıştır. Bunun üç nedeni vardır. Birincisi, istanbul ve çevresinde sağlığı hakkında dolaştırılan söylentileri yalanlamak, ikincisi Türk Tarihi çalışmalarını başlatmak, üçüncüsü dinlenmek. 6 Ağustos sabahı Tuzla'da özel trenden inen reisicumhur, Vali Muhittin Üstündağ, Kolordu Komutanı Şükrü Nail Gökberk ve CHP Müfettişi Şinasi Paşa ve yanındakilere, "En sonunda beni istanbul'a getirdiniz" diyecektir. Pendik'te kendisini Meclis Başkanı Kâzım Özalp, Başbakan ismet inönü ile istanbullular karşılamıştır. Başbakanın Pendik'teki köşkünde meclis başkanı ile kısa süre dinlendikten sonra Haydarpaşa'dan Söğütlü yatıyla Dolmabahçe Sarayı'na geçmişlerdir. 10 Ağustos akşamüzeri Büyükdere'de Ali Fethi Okyar'ın köşkünün balkonundan kendisine mızıka ile tezahürat yapanlara, "Benim için zahmet ediyorsunuz. Bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Bu millet, bu memleket yeni rejimin üzerinde dünyanın en makbul rejimi olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim" diye konuşması dinleyenleri duygulandırmıştır.
Dolmabahçe Sarayı'nda günlük program yoğundur, bazen motorla denize çıksa bile çoğu kere arkadaşlarıyla buluşmakta ve heyet kabulüyle meşgul olmaktadır veya tarihi ve dini mekânları ziyaret etmektedir. 17 Ağustos günü Gazi Çiftliği konulu ilk filmi seyretmiştir. Filmi çeken Ferit ibrahim'i tebrik ile çiftliğin harman görüntülerinin de çekilmesini istemiştir. Ayrıca filmin ülkenin her tarafında gösterilmesini ve özellikle çiftçilere örnek olmasını söylemiştir. 7 Eylül sabahı 10.00'da reisicumhur ve beraberindekiler otomobille çeşitli yerleri ziyaret amacıyla hareket etmiştir. Karaköy'den Sultanahmet-Fatih Yolu ile Rami'ye kadar gidilmiş; Beyazıt'ta üniversitenin çevre düzenleme çalışmaları incelenmiştir. Rami'den dönüşte, Sultanahmet ve Ayasofya camileri ile Eski Eserler Müzesi gezilmiş, Sultanahmet Camii'nin tamiratı gibi işlerin, "Aslına en uygun ve eserin orijinalliğini bozulmadan acele bitirilmesi" talimatı verilmiştir.
1 Ekim günü saat 12.20'de Ankara'da resmi görevliler, kordiplomatik ve halk tarafından karşılanmıştır. istasyonda bulunan ABD Büyükelçisi o günün soğuk, rüzgarlı, yağmurlu olduğunu ve reisicumhurun yardımla vagondan indiğini, yorgun ve yaşlanmış göründüğünü yazacaktır.
Bu arada ilginç bir diplomatik gelişme olmuştur. 12 Ekim'de istanbul Limanı'nı Amiral Frederick Field komutasında ingiltere'nin Akdeniz filosu ziyaret etmektedir. ingiliz diplomatik raporunda vurgulandığı gibi, milli yenilenme ve inşa sürecinde Türkiye Batı'dan esinlenmektedir, fakat, Sovyet Rusya faktörünü göz ardı etmemektedir. istanbul Limanı'nı ziyaret eden ilgiliz Filosu komutanı Çankaya Köşkü'nde reisicumhur tarafından kabul edildikten sonra, aralık ayında Sovyet Rusya ile protokol imzalanacaktır. Aynı raporda son altı aydır ingiltere'nin, 1920'ler başındaki işgali unutturmak ve yeniden güven tesisi için çabaladığı yazılmıştır.
29 Ekim'de New York Borsası'nın çöküşüyle dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bir felaket, ünlü 1929 krizi başlamış ve milli paranın korunması konusu Ankara'nın gündemine aniden girmiştir ve dolayısıyla reisicumhur şimdi bu konuyla ilgilenmektedir. Wall Street Krizi'nin yansımaları Türkiye gibi tarıma dayalı ve yeni gelişen ekonomilerde de hissedilmektedir. Şiddetli krizin etkileri, Osmanlı imparatorluğu'ndan kalan borç yükü ile birleşince Türkiye müttefiklerden borç ertelemesi istemek zorunda kalmıştır. Fakat, ingiltere ve Fransa'ya göre, Türkiye'nin ekonomik sıkıntıları dünya krizinden ve Osmanlı borçlarından değil, kamu yatırımlarından ve ekonomik yönden yeniden yapılanmadan kaynaklanmaktadır.
1 Kasım 1929 günü reisicumhur, meclis yasama yılı açılışında 445 kilometre demiryolu döşendiğini, bir yıla kadar 500 kilometre daha döşenmesini hedeflediklerini söylemiştir.
▪︎ Kaynaklar
Ertuğrul Zekâi Ökte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Yurtiçi Gezileri, s.529-544-550-553 ve 559.
Atatürk'ün Bütün Eserleri, Cilt XXII, s.336-337.
Joseph C. Grew, Yeni Türkiye, s.155.
Yonca Anzerlioğlu, ingiliz Büyükelçiliği Yıllık Raporlarında Türkiye (1929-1931) s.661.
Nur Bilge Criss, Atatürk'ün Mirası, s.98.
TBMM Zabıt Ceridesi, Devre III, Cilt XIII, s.3-4.
》 (Dolmabahçe Sarayı’ndan ayrılırken, istanbul, 31 Ağustos 1929)
Türk'ün tek gerçek lideridir.
zamanında Türk'e kefen biçenin aklını almıştır. Hala daha bazısının aklını alabiliyorsa demek ki çok büyük bir insan.
idealleri ve devrimleri ile yaşasın.
Mustafa Kemal'in 18 Haziran 1919 günü Edirne'de 1. Kolordu Komutanı'na telgrafı, "Amasya Tamimi" adlı yeni davetin habercisidir, şöyledir:
Ben istanbul'da iken Trakya Cemiyeti üyeleriyle fikir alışverişi yapmıştım. Şimdi zamanı geldi, gerekenlerle gizlice görüşerek derhal teşkilatta bulunulmasını ve buraya kıymetli bir iki kişinin delege olarak ve fakat gizli hüviyetle Samsun yoluyla veya demiryoluyla yola çıkarılmasını ve onlar gelinceye kadar da Edirne vilayetinin temsilcisi ve savunucusu olarak Anadolu'da beni vekil ettiklerine dair imzaları altında bir belgenin sizin imzanızla ve şifreli olarak telgrafla bildirilmesini rica ederim. Bu bağımsızlık amacı elde edilinceye kadar tamamıyla milletle birlikte fedakârca çalışacağıma mukaddesatım adına yemin ve bunu milli arzu üzerine her tarafa tamim ettim. Artık benim için Anadolu'dan hiçbir yere gitmemek kesindir. bu karar, tamamıyla bütün arkadaşlarımızın karar ve kanaatlerine dayanmaktadır.
Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Eğilmez'e telgrafında, "istanbul'da iken Trakya Cemiyeti üyeleriyle fikir alışverişi yapmıştım" cümlesiyle kastedilen olay şudur: Trakya Cemiyeti üyeleri Arıburnu ve Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal'i istanbul'da bir kaç defa ziyaret etmişlerdir. Bunlardan 7 Şubat 1919 günü yapılan ziyarette, Trakya temsilcileri, "Başımıza geçer misiniz?" teklifinde bulunmuşlar; Mustafa Kemal muhataplarına, "Tehlikede olan yalnız Trakya değildir. Bütün Türk vatanı kaybolmak üzeredir. Bir yolunu bulup bütün milleti kurtuluş mücadelesine çağırmanın çare ve yollarını arıyorum" demiş ve sözlerine şunu eklemiştir: "Böyle parça parça çalışacağımıza, bütün memleket mukadderatını idare edecek, ele alacak bir teşekkül meydana getirip beraber çalışsak nasıl olur?" sorusunu yöneltmiştir. Mustafa Kemal'in bu sözleri, 30 Ekim 1918'de ateşkesin ardından Adana'dan istanbul'a gelişinden seksen beş gün sonradır; 7 Şubat 1919 günü istanbul'da Trakya Heyeti'ne söylenmiştir.
▪︎Kaynaklar
Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, Sayı 77 (Eylül 1978) Belge No: 1686.
Tevfik Bıyıklıoğlu, Trakya'da Milli Mücadele, s.155 ve 156.
Rauf Orbay, Mustafa Kemal Atatürk ve Ali Fuat Cebesoy, Amasya, 21 Haziran 1919.
Mustafa kemal atatürk' ün nutukta Büyük taarruzu anlatışı:
' 20/21 ağustos 1922 gecesi birinci ve ikinci ordu komutanlarını da cephe karargâhına çağırdım. Erkânıharbiyeiumumiye riyaseti reisi ve cephe komutanının da hazır bulunmasıyla, taarruzun şekli hakkındaki görüşü, harita üzerinde kısa bir savaş oyunu tarzında izah ettikten sonra, cephe komutanına o gün vermiş olduğum emri tekrar ettim. komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun mümkün olabilmesi için kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek lazımdı. bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi.
......... (aralarda telgraf yazışmaları vb.)
muhterem efendiler, afyonkarahisar-dumlupınar meydan savaşı' nı ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve kılıç artıklarını akdeniz' e (ege' ye), marmara' ya döken harekatımızı izah ve vasıflandırmak için söz söylemeye lüzum görmem.
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekat, türk ordusunun, türk subay ve komuta heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe geçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, türk milletinin hürriyet ve istiklal fikrinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evladı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan dolayı ebediyete kadar mesut ve bahtiyarım.'
atatürk' ün 1930 da çıkan vatandaş için medeni bilgiler / medeni bilgiler (uygarlık bilgileri) kitabında bahsettiği millet başlığından bir kısım: (milliyetçilik ilkesinin temelini daha iyi anlamakta fayda getirecektir)
"B. Bugünkü Türk Milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat (monarşi) devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler (adlandırmalar) –birkaç düşman aleti, mürteci, beyinsizden maada (başka)– hiç bir millet ferdi üzerinde teellümden (üzüntüden) başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü bu millet efradı da (fertleri de) umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.
......
C. Bugün içimizde bulunan Hristiyan, Musevi vatandaşlar, mukadderat ve talihlerini Türk milliyetine vicdani arzularıyla raptettikten sonra kendilerine yan gözle, yabancı nazariyle bakılmak, medeni Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi?
Bundan sonra müşterek milli fikrin, ahlakın, hissin, heyecanın hatıra ve ananelerinin (geleneklerin) millet efradında (fertlerinde) meydana gelmesini ve kökleşmesini temin eden müşterek mazinin, birlikte yapılmış tarihin, vicdanları ve zihinleri doğrudan doğruya birleştiren müşterek dilin, milletlerin teşekkülünde en mühim amiller (etkenler) olduğunu bir defa daha kaydettikten sonra, millet hakkında, ikinci derece unsurları kale almayarak mümkün olduğu kadar her millete uyabilecek bir tarifi biz de alalım:
A. Zengin bir hâtıra mirasına sahip bulunan;
B. Beraber yaşamak hususunda müşterek (ortak) arzu ve muvafakatta samimi olan;
C. Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.
......
Filhakika, maziden müşterek zafer ve yeis (üzüntü) mirası;
istikbalde (gelecekte) tahakkuk ettirilecek (gerçekleştirilecek) aynı program;
Beraber sevinmiş olmak, beraber aynı ümitleri beslemiş olmak.
Bunlar elbette bugünün medenî zihniyetinde diğer her türlü şartların fevkinde (üstünde) mana ve şümul alır (anlam ve kapsam taşır). "
mustafa kemal atatürk nutuk' ta (405-409. sayfa) safhalarını anlattığı sakarya meydan muharebesi' nde sol kaburga kemiklerinden biri kırıldığı için meclis tarafından mareşal rütbesiyle gazi ünvanı almıştır. bendeki kitaptan aktarıyorum:
"Bilhassa, Meclisin ve vekiller Heyetinin içeriye ve dışarıya karşı sükunet içinde ve çok güçlü bir durum ve görünüşte kalmasının önemli olduğunu, ufak tefek sebeplerle hükümeti sarsmanın doğru olmadığını arz ettim. Kanun teklifi, aynı günde açık oturumda okundu. Öncelikle görüşüldü ve ad okunarak oya konuldu. Oy birliğiyle kabul olundu.
Bunun üzerine yaptığım kısa bir konuşmanın bir iki cümlesini, tekrar etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim. O cümleler şunlardı:
"Efendiler, zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları mutlaka yeneceğimiz hakkındaki güven ve inancım bir dakika olsun sarsılmamıştır. bu dakikada, bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı bütün dünyaya karşı ilan ederim."
muhterem Efendiler, Başkomutanlığı fiilî olarak üzerime aldıktan sonra birkaç gün Ankara' da çalıştım.
Erkânıharbiyeiumumiye riyaseti ile müdafaaimilliye vekaletinin bütün kadrosuyla Başkomutanlık karargâhını kurdum. Bu iki makamın ortak çalışmalarını Başkomutanlıkta ahenkli bir şekilde birleştirmek için ve bundan başka orduyu ilgilendiren ve Başkomutanlık yoluyla çözümü gereken öteki vekaletlere ait işleri yürütebilmek için de yanımda küçük bir büro kurdum.
Ankara' da bulunduğum müddetçe, yalnız, ordunun insan ve taşıtları bakımından kuvvetinin artırılması, yiyecek ve giyeceğinin sağlanması ve düzenlenmesiyle ilgili tedbirler almak ve hazırlıklar yapmakla uğraştım.
........ (tekalif-i milliye emirleri anlatılıyor)
Ondan sonra Efendiler, 12 Ağustos 1921 günü Erkânıharbiyeiumumiye reisi Fevzi Paşa Hazretleriyle birlikte Polatlı' da cephe karargâhına gittim.
Düşman ordusunun cephemize yüklenerek, sol kanadımızdan kuşatacağı hükmüne varmıştık. tedbir ve tertiplerimizi tam bir cesaretle Bu görüşe dayanarak aldırdım. Olaylar isabetimizi gösterdi. Düşman ordusu, 23 Ağustos 1921' de, ciddi olarak cephemize temas ve taarruza başladı. Birçok kanlı ve buhranlı safhalar ve dalgalar oldu. Düşman ordusunun üstün grupları, savunma hattımızın birçok parçalarını kırdılar. Bu ilerleyen düşman birliklerinin karşısına, kuvvetlerimizi yetiştirdik.
Meydan muharebesi yüz kilometrelik cephe üzerinde oluyordu. Sol kanadımız, Ankara' nın elli kilometre güneyine çekilmişti. Ordumuzun yönü batıya iken güneye döndü. Arkası Ankara' ya doğru iken kuzeye verildi. Cephenin yönü değiştirilmiş oldu. Bunda hiç mahzur görmedik. Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmın yerine en yakın bir mesafede derhâl yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek nazariyesini kırmak için memleket savunmasını başka tarzda ifade etmeyi ve bu ifademde ısrar ve şiddet göstermeyi faydalı ve tesirli buldum. Dedim ki:
"Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada tekrar düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur."
işte ordumuzun her ferdi, bu sistem içinde her adımda en büyük fedakârlığını göstermek suretiyle düşmanın üstün kuvvetlerini yok ederek, yıpratarak nihayet onu taarruzuna devam kabiliyet ve kudretinden mahrum bir hale getirdi.
savaş durumunun bu safhasını sezinler sezinlemez derhal bilhassa sağ kanadımızla Sakarya nehri doğusunda düşman ordusunun sol kanadına ve daha sonra cephenin önemli yerlerinde karşı taarruza geçtik. Yunan ordusu yenildi ve geri çekilmeye mecbur oldu. 13 Eylül 1921 günü Sakarya nehri' nin doğusunda düşman ordusundan eser kalmadı. bu suretle 23 Ağustos gününden 13 Eylül gününe kadar, bu günler de dahil olmak üzere, 22 gün 22 gece aralıksız devam eden "büyük ve kanlı Sakarya savaşı" yeni Türk devleti' nin tarihine, cihan tarihinde pek az rastlanan büyük bir meydan savaşı örneği kaydetti.
muhterem Efendiler, Başkomutanlık vazifesini fiilen üzerime aldığım zaman, Meclise ve millete mutlaka muvaffak olacağımız hakkındaki kesin inancımızı arz ve ilan etmekle ve bu inancımı, varlığımın bütün haysiyetini ortaya atarak gerçekleştirmekle ilk manevi vazifemi yapmış olduğumu zannederim. Ondan sonra, önemli maddi vazifelerim de vardı. Onlardan biri, savaş ve çarpışmalar karşısında millete aldırmaya mecbur olduğum vaziyetti.
BÜTÜN TÜRK MiLLETiNi, CEPHEDE BULUNAN ORDU KADAR, DUYGU, düşünce ve hareket olarak savaşla ilgilendirmeliyim:
Bildiğiniz gibi savaş ve çarpışma demek; iki milletin, yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla ve bütün imkanlarıyla, bütün maddi ve manevi kuvvetleriyle, biri biriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bunun için bütün Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket olarak savaşla ilgilendirmeliydim. millet fertleri, Yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyde, evinde, tarlasında bulunan herkesi silahla vuruşan savaşçı gibi kendini vazifeli sayarak bütün varlığını yalnız mücadeleye verecekti. Bütün maddi ve manevi varlığını yalnız vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve müsamaha gösteren milletler savaş ve çarpışmayı gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış sayılmazlar.
Gelecekteki savaşların tek başarı şartı da en çok bu arz ettiğim hususa bağlı olacaktır. daha şimdiden Avrupa' nın büyük askeri milletleri, bu harekat tarzını kanun haline getirmeye başlamışlardır. Biz, Başkomutan olduğumuz zaman, Meclisten bir vatanı savunma kanunu istemedik. Fakat, Meclisten aldığımız yetkiyle, bu gayeyi gerçekleştirmeye çalıştık. Millet, bundan sonra, bugüne kadar olan tecrübeleri de dikkatle gözden geçirerek aziz vatana taarruzu imkânsız kılan sebep ve şartları daha açık ve daha kesin bir şekilde tespit eder.
BÜYÜK MiLLET MECLiSiNCE BANA "MAREŞAL" RÜTBESiYLE "GAZi" ünvanının VERiLMESi:
Efendiler, diğer bir vazifem de, ordu içinde, savaş safları arasında bizzat savaşa katılmak ve bizzat mücadeleyi idare etmekti. Bunu da gücümün yettiği kadar, hatta bir kaza neticesi olarak sol kaburga kemiklerimden biri kırılmış olmasına rağmen, en iyi şekilde yapmaya bütün varlığımla çalıştığımı sanırım. Sakarya savaşı' nın neticesine kadar askeri bir rütbem yoktu. Ondan sonra, Büyük Millet Meclisince bana "Mareşal" rütbesiyle"Gazi" ünvanı verildi. Osmanlı Devleti' nin rütbesinin, yine o devlet tarafından geri alınmış olduğunu biliyorsunuz.
fransa hükümeti ile yapılan görüşmeler ve ankara anlaşması:
Efendiler, Sakarya Zaferi' nden sonra, Batı ile olan müspet ve neticeli temas ve münasebetlerimizi Ankara itilafnamesi (anlaşması) teşkil eder. Bu anlaşma, Ankara' da, 20 Ekim 1921' de imza edilmiştir. "
"Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler."
"Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince (bencilce) ve mağrurca bir milliyetçilik değildir."
"Cumhuriyet fikir serbestliği taraftarıdır. Samimi ve meşru olmak şartıyla her fikre saygı duyarız."
"Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları! Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz. Ben bu akşam buraya yalnız bunu size anlatmak için gelmiş bulunuyorum. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir."
"Okul sayesinde, okulun vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk milleti, Türk sanatı, Türk iktisadiyatı, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir."
"Türk Çocuğu Atalarını Tanıdıkça Daha Büyük işler Yapmak için Kendinde Kuvvet Bulacaktır."
"insan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?"
"Anaların bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli vasıfları taşıyan evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir uzuv haline koymak pek çok yüksek vasıflar taşımalarına bağlıdır. Onun için kadınlarımız, hattâ erkeklerimizden çok aydın, daha çok feyizli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar; eğer hakikaten milletin anası olmak istiyorlarsa."
"Ekonomik kalkınma, Türkiye'nin hür, müstakil, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin belkemiğidir."
"Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner."
"Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de, sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz."
"beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir."