Atatürk amasya ziyaretinde, vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbettedir. Bir ara tam karşısında oturan birine gözleri takılır. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; "kimdir bu?" Vali yanıt verir; "Efendim kendisi şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır." Atatürk şıh'ı yanına çağırır ve "imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. şunu rica etsem de en azından peygamber efendimizinki gibi kısaltsan" der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şıh; "emrin olur paşam" diyerek yerine çekilir.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki şıhı hatırlar ve valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını aksine kimselere el sürdürmediğini anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kâğıdı kalemi eline alır ve az sonra nazırını çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister.
Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki şıh efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış. Şıh gelir, Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür.
Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve ata'ya sorarlar; "aman paşam, o şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?"
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp; "Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve şıhı Afyon'a vali atadığımı bildirdim" der. Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da şıh'a vermesini söyler. Yazıda söyle yazmaktadır; "inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkûm bırakmayalım. Kal sağlıcakla."
dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
o, saati sordu.
paşalar `üç' dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun kenarına kadar,
eğildi durdu.
bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe'den Afyon Ovasına atlayacaktı ...
Cumhuriyet kurulmuş, her şey düzene oturmuş. Atatürk şerefine bir davet veriliyor Ankara'da. Yabancı konuklar da davetli. Herkes gayet güzel eğlenirken Atatürk'ün gözüne o'na dik dik ve sinirle bakan bir ingiliz çarpıyor. Yaverine "Şu ingilizin neden öyle baktığını öğren" diyor. Bir süre sonra yaver dönüyor ve şunları söylüyor: "Efendim Çanakkale'de babasını öldürmüşsünüz. O yüzden sinirliymiş" Atatürk bunun üstüne yaverine dönüyor ve diyor ki "Sor bakalım babasının ne işi varmış Çanakkale'de!.."
89 yıl önce, yaklaşık üç yıl sürmüş Milli Mücadele dönemini başlatmış kumandan, ulu önder.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin 1927'de Ankara'da toplanan Kurultayında tarihi nutkuna şöyle başlamıştır;
--spoiler--
1919 senesi mayıs'ının 19'uncu günü Samsun'a çıktım.
Vaziyet ve manzarai umumiye: Osmanlı Devleti'nin dahil bulunduğu grup, Harbi Umumi'de mağlup olmuş. Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş. Şerâiti ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük Harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir halde.
"Esas, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu esas ancak istiklâli tamme malikiyetle temin olunabilir. Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, istiklâlden mahrum bir millet, beşeriyeti mütemeddine muvacehesinde uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye kesbi liyakat edemez.
Ecnebi bir devletin himaye ve sahabetini kabul etmek, insanlık evsafından mahrumiyeti, aczü meskeneti itirafdan başka bir şey değildir...Halbuki Türkün haysiyeti ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.
Ya istiklal, ya ölüm!
Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evlâdır!
Binaenaleyh, ya istiklâl, ya ölüm!
--spoiler--
ata, bir ülke bağımsızlığından fedakârlık ederek, başka ülkelerin hâkimiyetine girerek ve bu fedakârlığının karşılığı olarak uşaklık ücreti olarak onlardan gelecek parayla koltuklarında rahat oturacak ama ülkesini mandaya himaye edecek yöneticilerin olduğu toplumun yükselemeyeceğini, bu tür ülkelerin kalıcı zenginliğe kavuşamayacaklarını ve haysiyet sahibi olamayacaklarını açıklamıştır.
üzerinde barut tüten, altında ise sayısız kefensiz beden yatan topraklarda el emeği göz nuru işlerle kalkınma atağına geçen, sanayi devrimi yaşayan cumhuriyet'imizin, bugün taa sivas kongresinde ata'ya manda önerisinde bulunan insanların zihniyetini taşıyan kişilere emanet edilmesi bir utanç nedenidir.
onlar sayesinde her gün daha bi' çok özlenendir mustafa kemal atatürk.
Bilindiği gibi, 1934 yılında çıkartılan 2525 sayılı kanunla, her Türk'ün bir soyadı taşıması mecburi hale getirildi. Soyadı kanunu, Büyük Millet Meclisi'nce kabul ve Resmi Gazete ile yayınlanıp ilan edildikten sonra, Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal için de bir soyadı almak gerekti.
Fakat Gazi Mustafa Kemal'e verilecek soyadı ne olmalıydı?
Bu husuta gerek "Atatürk sofrası"nda ve gerek Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubu'nda ona layık bir soyadı bulmak için, bazı ileri gelen dil ve tarihçilerin de katılmasıyla, toplantılar yapılmış, bazı isimler tespit edilmiştir. Tespit edilen isimler şunlardı "Etel-Etil, Etealp, Korkut, Araz, Ulaş, Yazır, Emen, Çogaş, Salır, Begit, Ergin, Tokuş, Beşe".
Bu isimler Atatürk'e arz edilmiş ve Atatürk'ün , "arkadaşlarla bir kere konuşalım" demesi üzerine ikinci bir görüşmeye bırakılmıştır. Çankaya'da yapılan son toplantıda, CHP Genel Sekreteri (sonradan Milli Eğitim Bakanı)Saffet Arıkan'ın bir yazısında kullandığı söylenilen "Türkata" , "Türkatası" gibi iki ad da kendisine arz edilmiş fakat Atatürk'ün , "bir de arkadaşlar , ne buyururlar, bakalım" demesi üzerine Konya Milletvekili rahmetli Naim Hazım Onat Bey , "Müsaade buyurulur mu paşam ?" diye söz istemiş, Atatürk de, "arkadaşlar lütfen hocamızı dinleyelim", diyerek sözü Onat'a bırakmıştır.
Naim Hazım Bey, Türk Dil Kurumu'nda da çalışmış Türkçeyi-Osmanlıcayı çok iyi bilen , her iki alanın gramer ve sentaks kurallarını gerçekten kavramış bir sahsiyetti. Naim Bey, bu husustaki düsüncelerini şu şekilde açıklamıştır.
"Türkata, Türkatası gerek yazılışta, gerek söylenişte bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar biliyorsunuz tarihimizde bir 'Atabey' sözü ünvanı vardır. Anlamı da, yine biliyorsunuz: Beyin, emirin, şehzadenin, hatta hükümdarın ilimde, idarede, askerlikte mürebbisi, müşaviri, hocası demektir. Atabey, kullanılmış, tarihe geçmiş bir ünvan-ı resmidir. Bu ünvanı taşıyan bir çok Türk büyüğü vardır. Binaenaleyh biz de Türk'e her alanda atalık etmiş, Türklüğü kurtarmış, istiklaline kavuşturmuş olan büyük Gazimize 'ATATÜRK' diyelim, bu soyadını verelim. Bu bana şivemize de daha munis , daha uygun gibi geliyor. "
Gazi, Naim Hazım Onat'ın açıklamasını daha yerinde bulmuş, hatta ona teşekkür etmiş, böylece "ATATÜRK" soyadı üzerinde oy birliği ile durulmuştur. Bundan sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na şu üç maddelik kanun teklifi verilmiştir.
"Cumhurreisi Gazi Mustafa Kemal'e Atatürk Soyadının verilmesi hakkında Kanun
Madde 1. Kemal öz adlı (öz adı Kemal olan) Cumhurreisimize "ATATÜRK" soyadı verilmiştir.
Madde 2. Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 3. Bu kanun , Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur. "
Kanun, T. B. M. M. 'nin 24 kasım 1934 tarihli toplantısında oy birliği ile kabul edilmiş ve 2587 numara ile tespit olunmuştur. Bu kanun , usulü gereğince 27 Kasım 1934 tarihli Resmi Gazete ile de "neşr ve ilan "edilmiştir.
Mustafa Kemal, "Atatürk" soyadı ile Türk tarihine dayanmaktadır. Soyadına kaynaklık eden "Atabey" ünvanı Selçuklu devri Türk devletlerinde yaygın olarak kullanılan bir ünvan olup. , "Atabeylik" de, Türk devlet geleneği ve hayatında yer alan önemli bir Türk kurumudur. Tarihi Türk milli kültürünün derin izlerini taşıyan bu soyadındaki "Türk " adı da onu "milli bir lider" ve Türk milletinin en önemli "ortak paydası" haline getirmektedir.
Kaynak:
Hemşehrimiz Atatürk (Sayfa 66-68) Yrd. Doç. Dr. Öğ. Bnb. Ali Güler
Milli Mücadele'de Konya Kuvay-i Milliyecileri (Ahmet Atalay)
uslanmam.com
vasfı çok önder.tek sorunu hayatta yanlız olmasaydı.
ömrü hayatınca herkes işine yaramış fakat kimse ona yoldaş olamamıştır.halkçı, devletçi, kısmen devrimci bir yapıya sahiptir.yüzyıllık oligarşiyi devirerek, avrupa medeniyetleriyle başa çıkabilcek hatta onlardan yukarı bir devlet yaratmayı hedefleyen, cesur devlet adamı.tam bir yurt sever, türkiye tarihi içerisinde aslı tek türk olan önder.
tüm dünyaya türklerden ne güçlü, ne yürekli, ne akıllı, ne kahraman ruhlu ve ne yakışıklı insanlar çıkıyor da dedirtir tüm söylenenlerin ve söylenebileceklerin dışında bir ferah ayrıntı olarak...
Atatürk, yanlızca tüm zamanların en iyi komutanlarından biri değil, aynı zamanda siyaset kuramının büyük filozoflarından biridir.
jorge blanco villalta.
gece vakti tarihi bir okul alev almış, yanmakta. mahalle sakinleri hep beraber izliyoruz, itfaiye de harıl harıl söndürme çabasında. o sırada yaşlı bir amca sesli sesli söylenir:
"ohooo, bırak artık bırak! işi bitmiş buranın, atatürk gelse kurtaramaz artık burayı."
yazarın notu: türk milleti çok sevmiş seni be atam, hala da özlüyor, görmen lazım...