Mustafa Kemal'in Bingazi'de bulunduğu dönemde Hanya'da çıkan istikbal adındaki gazetede mektup yayınlanmıştır. 29 Ekim 1909 Bingazi
Muazzez vatandaş;
Bir müddetten beri Bingazi ahvali Bingazi memurininden bazısı hakkında gazetenize derceylemekte olduğunuz malumatın, pek basit nazar ve fikirli müstenit olduğuna şüphe edilemez. Gazetenizin böyle araz-ı şahsiye (kişisel garaz) ye müsteniden vaki olan ihbaratın vasıta-i neşr ü tamimi olması, Bingazide birçok erbab-ı hamiyetin yekdiğerine şüpheli nazarlarla bakmasını, tesis ve takviyesi selamet-i millet ve saadet-i namına elzem olan uhuvvet-i umumiyeye iras-ı halel edebilir.
BÖLÜCÜLÜĞÜ DEĞiL BiRLiĞi SAVUNUNUZ
Efrad-ı millet beyninde nifakı değil, ittihat ve ittifakı temine, yekdiğerden ahz-ı intikam hissiyatını tevlide değil, devr-i istibdat ve zulmetin tadiğar-ı levsiyatı olan fena hislerin kalplerden tebidine medar olacak makalat-ı hakimane ve akılane dercine sa'yedilse gazetenizin şerefli teali eder, hizmeti müfit olur. Hükümet-i sabıkanın perver-şeyyap eylediği zulüm malumdur. Yanlış malumata müsteniden bazı erbab-ı namus ve hamiyetin de o güruh-i müstebideye karıştırılması pek büyük hatadır.
Bir ayı mütecaviz bir müddet beridir vatanımızın Afrikasında seyahat ve ahval-i mahalliye, efkarı umumiye hissiyat-ı mütekabileyi tahkik ediyorum. Buna binaen gazetenizle dercine tavassut edilen hususatın hakikate mukarin olmamakla beraber pek muzir olduğunu dermeyan edebilirim.
Gazetelerimizin ahlakiyatımıza ulviyet, hissiyatımıza nezahet ve necabet ve maneviyatımıza kuvvet verecek makalata tecellisiz olduğunu görmek isteriz.
ata yemek'te...yabancı konuklardan birisinin kendisine tip tip baktığını farkediyor.yaverini çağırıyor,işin aslını öğrenmesini istiyor...
bir süre sonra yaver geliyor ve;
- çanakkale'de yakınları ölmüş efendim , ondan böyle bakıyor.
diyor.ata'nın cevabı ise;
- öyleyse sor bakıym , yakınlarının çanakkale'de ne işi varmış ???
Kaymakamlığa (yarbaylığa) terfiim münasebetiyle yolladığınız çok sevimli tebrikler beni çok derinden derine mütehassis etti ve bu vesile ile bana yazdığınız güzel sözler dosdoğru kalbimde yer aldı. Kendi kendime izah edemediğim sükutumun birkaç amilleri vardı. Son zamanlarda Sofya, Belgrad ve Petinya ateşemiliterliklerine tayinim üzerine son derece meşguldüm. Bana o kadar iş yükledi ki o iki şehre de gidemedim. Beni bilhassa Sofya ile ilgilendiren bazı meseleleri tetkik etmek lüzumunu duyuyorum. Bundan başka büyük meşgalelerimden biride, bana bir çok sıkıntı ve rahatlık veren bu otellerdeki hayatımdan kurtulmak için bir ev aramaktır. Nihayet mevsim ortasında burada bulunduğumuz için modern hayata ait vazifeler zamanımın büyük bir kısmını alıyor.
işte, maalesef beni sana uzun uzun yazmaktan men eden sebeplerden bazılarının hülasası bu. Birkaç kelimelik kartpostal yollamak, seni yalnız tatmin etmemekle kalmaz, aynı zamanda hayrete düşürürdü. Hem de bu vasıtayı ancak beni az ilgilendiren ve kendilerine birkaç nezaket kelimesi göndermek mecburiyetini hissettiğim kimselere karşı kullanırım.
Küçük ve sevimli Edith'in, benim uzun ve irademin dışında kalan sükutumun üzerine sana bazı şeyler söylemeyi vazife bilmesi beni hayrete düşürmekten hali kalmadı. Hakkımda beslediği iyi fikirden dolayı ona teşekkür ederim. Küçük nasihatleri evvela sana karşı büyük bir dost olduğu ve benim samimiyetime de pek az itimadı olduğunu ve nihayet hayat, hayat işleri hakkında pek az tecrübesi olduğunu ispat ediyor. Rica ederim ona söyle, en çok konuşan ve sayfalar dolusu yazan kimseler mi bu dünyada en halis ve samimi dostlardır? Çok hisseden, fakat uzun lakırdıların sevilen insanı nihayet yormasından korktuğu için hislerini gizlemeyi tercih eden bir insana kayıtsızlık ve tasasızlık isnadı lazım mıdır?
Her halde küçük Edith emin olabilir ki ben onun Avusturyalı dostu kadar halis ve fedakar olmaya muktedirim. Yine küçük Edith emin olsun ki bazı insanların tabiatları iktizası mecbur oldukları cemileleri yapmaya, eğer zahmeti göze alırsam, ben de muktedirim. Hem şunu da bilsin: Senin benim nazarımda çok büyük bir mevkiin var. Öyle bir mizaca sahipsin ki müdahaleci bir ağzın sözlerine kulak asmazsın ve benden kalbimin dikte etmediği kelimeler almayı elbette ki istemezsin.
Tatlı ve sevimli hemşirene bu satırları okuduktan başka, ona kendisinin kolay kolay silinmeyecek bir hatırası olduğunu söylemeni rica ederim. Aynı zamanda annene ve babana saygılarımı sunmama delalet etmek lütfunda bulun.
Son kartınız Maydos'a Fethinin bir zarfı içinde geldi. Siz ki her şeyden haberiniz olduğunu iddia edersiniz. Siz ki benim hayatımı takip etmekten memnun olmak istersiniz. Nasıl oluyor da benim muharebe meydanında bulunduğumu öğrenemediniz? Bunun, benim hatam olduğunu mu söylemek istiyorsunuz? Tabii, değil mi, cidden hayret ettiniz sanırım. Ben Maydos'ta bulunur, gece gündüz düşmanla savaşırımda aziz dostum Corinne bunu bilmez ve kartlarıyla mektuplarını bermutat Sofya'ya gönderir, bunları da benim yerime hep Fethi Bey alır.
Vaziyet Çanakkale Boğazında biraz buhranlı bir hal kastedince, aziz dostunuz Nuri'nin eski mevkii olan Tekirdağ'a gidip orada bulunan bir fırkamızın kumandasını üzerime almamı isteyen gayet müstacel bir telgraf aldım. Yeni dostlarıma veda bile edemeden Sofya'dan ayrıldım. Biliyordum ki bu benim tarafımdan bir nezaketsizlikti. Mısır'a gitmeden ve Kudüs'te ıstırahate karar vermeden evvel sizde bir akşam yemeği yiyen ve size hararetle veda eden Nuri hiçbir zaman benim gibi hareket etmek istemez.
Neyse, 24 saatte Tekirdağ'ında hazırdım ve bir fırka teşkili ile meşgul oldum. Sonra teşkil ettiğim fırka ile Maydos'a gitmek ve orada bulunan bütün kuvvetlerin kumandasını deruhte etmek emrini aldım. Bu kuvvetler Çanakkale Boğazını müdafaa eden, takriben iki topçu fırkasıydı.
iki aydır buradayım ve Çanakkale Boğazı'nı müttefiklerin ihraç teşebbüsünde bulunan donanmalarına ve kuvvetlerine karşı müdafaa ediyorum. Bu ana kadar aziz Corrine, hep muvaffak oldum ve aynı yerde kalırsam, kuvvetle ümit ediyorum ki daima da muvaffak olacağım.
Burada benim ismimin duyulmasına hayret etmemeli, çünkü ben mühim bir muharebenin kahramanı olarak Mehmet Çavuşa şeref kazandırmayı tercih ettim. Tabii şüphe etmezsiniz ki muharebeyi idare eden sizin dostunuzdu ve savaş gecesi muharebelerin saflarında Mehmet Çavuşu bulanda o idi.
Corrine, Sofya'dan ayrıldığımı ve burada bulunduğumu size niçin haber veremediğimi bana sormayınız. Anlayamazsınız ki çok ciddi bir şekilde meşgulüm ve şüphe etmemelisiniz ki hafızalarımızda silinmez çizgilerini çizdiğimiz güzel anları asla unutamam.
Zaman geçer, fakat dostlar arasındaki bağları daima kuvvetlendirir. Mektubumu elinize vermesi için size fırkamdan bir zabit gönderiyorum. Çünkü posta ile ancak manasız birkaç kelime göndermek mümkün. Siyasi ve askeri, umumi vaziyeti nasıl gördüğünüzü bana açıkça söyleyiniz Corrine. Ben bu mevzuda size izahat veremem.
Cevat Bey hiç değilse Pazar günleri sizi ziyaret ediyor mu? Etmiyorsa ona, sizi görmesi için yazınız ve söyleyiniz ki her türlü yanlış anlaşmalara rağmen, ben onun samimi dostuyum ve bana mektup yazmasını arzu ediyorum.
Siz bana kısa, basit kartlar yollayabilirsiniz.
Size, istenilen zamanda cevap veremezsem ümit ederim ki beni mazur görürsünüz.
1-Emperyalist Hükümetler aleyhine 26 Nisan 1920 harekatı ve bunların tahakküm ve esareti hakkında bulunan mazlum insanların kurtulması amacını güden Bolşevik Ruslarla işbirliği ve harekatı kabul ediyoruz.
2-Bolşevik kuvvetleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar veyahut takip edeceği siyaset ve göstereceği tesir ve nüfusla Gürcistan'ın da Bolşevik ittifakına dahil olmasını ve içlerindeki ingiliz kuvvetlerini çıkarmak üzere, bunlar aleyhine harekata başlamasını temin ederse Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine askeri harekat icrasını ve Azerbaycan Hükümetini de Bolşevik devletler zümresine ithal etmeyi taahhüt eyler.
3-Evvela, milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist kuvvetleri tart ve ileride emperyalizm aleyhine vuku bulacak müşterek mücadelemiz için dahili kuvvetlerimizi organize ettirmek üzere şimdilik ilk taksit olarak beş milyon altının ve kararlaştırılacak miktarda cephane vesaire harp vesaiti ve sıhhiye malzemesinin ve yalnız doğuda harekat icra edecek kuvvetler için erzakın Rus Sovyet Cumhuriyetince temini rica olunur.
Yüksek hürmetlerimin ve samimi duygularımın kabulünü rica eylerim.
Son günlerde Bay Julien Briyan tarafından alınmış olan filmi seyretmekten duyduğunuz memnuniyeti bildiren 6 Nisan 1937 tarihli lütufkar mektubunuzu hakiki bir sevinç ile aldım. Mektubunuzda ahval ve şerait müsaade eder etmez birbirimize bir gün mülaki olacağımız ümidini de izhar buyuruyorsunuz. Samimi duygularınızdan ve Türkiye'de elde edilen terakki hakkında takdirkar telakkilerinizden dolayı size fevkalade müteşekkir olduğuma inanmanızı rica ederim.
Bay Cumhurbaşkanı.
Bu fırsattan istifade ederek Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki hayranlığımı tekrar bildirmek isterim. Bilhassa ki bizim iki memleketimiz, umumi sulh ve insanlığın saadetini hedef tutan aynı ideali gütmektedirler.
Size bir an evvel mülaki olmak benim de samimi arzum olduğundan harikulade işler yapmış olan sevimli ve kuvvetli şahsiyetinizi Türkiye'de selamlayabileceğim günü sabırsızlıkla intizar ediyorum.
Samimi saygılar ve bilhassa temennilerimle.
Vafakarınız
K. Atatürk
Sina Cephesinde her türlü selahiyet mahfuz bir ordu kumandanı olarak istihdam edilmekte tereddütü gösterir bir şeyi kimseye söyleyemediğimi arz ederim. Hatırladığıma göre Miralay Von Dommez lütfen ziyaret için teşrif ettiği vakit benden "bizi terk etmek istediğinize pek müteessirim" demişlerdi. "Böyle bir şey düşünmedim" cevabında bulunmuştum. Söz arasında Grup'tan gelen emirle 7. ordunun lağvedilmiş olduğunu söyledim. Görüşme esnasında ordunun hakikaten şimdilik mülga olup bir vazife bulmak müşkül olduğu ve cephedeki kıtalara ve gideceklere kamilen Kres Paşanın kumanda edeceği ve acizlerine şimdilik 19. ve 20. fırkalardan ibaret iki fırka kaldığı bahis konusu edilmiştir.
iki fırkanın bir ordu değil bir kolordu olabileceğini nazarı dikkati çekince Von Dommez bunu dahi tasdik etmişlerdir. Bir kolorduya kumanda etmekliğim teklif olunamayacağı kanaatinde bulunmuştum.
-Bu görüşmemizi Müşir Paşa Hazretlerine (Mareşal Falkenhayn'e) nakledebilir miyim?
Sualine karşı da tarafımdan: "Müşir Paşa Hazretlerince bu ahval malumdur" cevabı verilmiştir. Esas itibariyle görüşme bundan ibarettir.
Şimdiye kadar tayin olunduğum vazifelerde ve Harbi Umumide geçirdiğim hayatta vazife ifasında hevessizlik göstermiş ve bahusus yanlış karar ve icraatla vatanıma zarar vermiş bir zabit değilim. Bütün kabiliyetimi sarf için hakiki bir orduya kumanda etmeye hazır ve böyle bir ordunun gösterilmesine muntazır bulunduğumu arz ederim.
4.10.1917 tarihli emr-i devletleri ariza-i cevabiyesidir:
Pek mühim olan yüksek meşgaleleriniz arasında benim hiçbir sun'um olmaksızın ve ne suretle zuhur ettiğini anlamaksızın çakirleri için mümkün olmayan işbu muharebatın devamından dolayı yüksek aflarını istirham ederim.
Kayıtsız ve şartsız vazife ifası her askerin tabii borcu olup madundan (aşağı rütbelerdekilerden) her vazife için ayrıca bir tekeffül beklemek mutat olmadığı kanaati arzetmekliğime müsaade buyurmaları kemal-i hürmetle rica olunur.
Bu hususta bilhassa acizlerine karşı talep izharına bir vesile geçmediğine ve şimdiye kadar telakki ettiğim emr-i devletlerinden hiçbirinin gecikmesini göstermem mümkün olmadığı için, Sina Cephesi hazırlıklarının geciktirilmeksizin başlaması hakkındaki düşüncelerin acizlerine taalluku olmadığının lütfen kabul buyurulacağına inanıyorum. işar buyurdukları tabiye mülahaza ve ihtimallerine nüfuz-i kumanda vaziyetini en iyi bir surette hal için zatı devletlerine imkan bırakmak suretiyle olsun, arz-ı hizmet edebilmek maksadıyla acizleri ordu kumandanlığından kat-ı surette istifa ediyorum. Devam eden muharebeler ve daha evvel ki günlerin icraatı ile ve bil vasıta vuku bulan imalarla çekilmekliğim lüzumunu lütfen daha evvel irade buyurulmuş olduğuna ancak şimdi intikal edebilmekteyim. idrakimdeki gecikmeden dolayı kusurumun affını ve daimi olan hürmet ve itaat hislerimin lütfen kabulünü rica ederim Müşir Paşa Hazretleri.
"Türkiye Büyük Millet Meclisi, Paris Mümessilinin hareketinden istifade ederek Türklerin büyük ve asil dostuna karşı perverde ettiği hissiyat, minnet ve şükranı tekrar beyan etmeyi kendine bir borç bilmiştir.
Tarihin en karanlık günlerinde sihrengiz kalemiyle daima Türk Milletinin hakkını teyit ve müdafaa etmiş olan büyük üstad için Türk Milletinin beslediği derin ve sarsılmaz muhabbet hislerini, istikbal Mücadelesinde şehit düşen erkeklerimizin yetim bıraktığı kızlarımız tarafından gözyaşları arasında dokunan bu halı şehadet edecektir.
Naçiz kıymeti, delalet ettiği manadan ibaret olan bu hediyemizi haksever ve civanmert büyük Fransız'a beslediğimiz şükran hissine delalet olarak telakki ve kabul buyurmanızı rica ederiz."
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Reisi Başkumandan
Gazi Mustafa Kemal
FRANSIZ MAREŞALi LYATEY'E MEKTUBU
Ankara 13. Aralık 1921
"Sayın Mareşal,
Madam Berthe Georges-Gaulis, ricam üzerine birkaç satır yazının size ulaştırılmasını kabul etmekle şimdiye kadar gösterdiği sayısız dostluk delillerine yeni bir tanesini ilave etmek nezaketinde bulundu.
istiklalimiz için giriştiğimiz savaşta bize karşı göstermek lütfunda bulunduğunuz sempatiden dolayı en derin minnet hislerimi ifade etmek için işte bu fırsattan faydalanıyorum.
Fransa, kendisinden umduklarımızda bizi hayal kırıklığına uğratmadı ve en yetkili şereflerinin muhabbet sözleriyle yaşadığımız o müşkül anlarda bizi teselli etmeyi, maneviyatımızı yükseltmeyi bildi. Fransa'nın yüksek menfaatlerini ve Akdeniz de işgal ettiği hususi mevkii idrak etmek basiretini gösteren Fransa'nın yakın Şark'ta ananelere dayanan politikasını devam ettirmeye taraftar olan kimseller arasında Ekselansınız birinci planda yer almış ve hiç şüphe yok ki yüksek müdahaleniz, terazinin bizden yana meyletmesine amil olmuştur.
Her iki tarafın karşılıklı olarak sarf ettiği gayretlerin Ankara Antlaşmasının akdi suretiyle meyvelerini vermiş olduğunu görmekle bahtiyarız. Ve iki millet arasında en geniş anlayış ve samimiyetle yeniden kurulan yüzlerce yıllık maziye sahip dostluk münasebetleri üzerine, en mutlu tesirleri yaratmaktan geri kalmayacak olan bu vesikaya büyük ümitler bağlamaktayız.
Yüksek değerini takdir ettiğimiz bu kıymetli sempatiyi, sayın Mareşal bizden esirgememekte devam edeceğinizi ümit ederim.
En derin hürmetlerimin kabulünü rica ederim, sayın Mareşal.
atatürk'ün ileri görüşlülüğü ve dehası , sonradan kendisine dil uzatacak, eleştirecek, çamur atmaya çalışacak namertlere ölmeden cevaplar bırakmasında gizlidir. atatürk'ü karalamak için ne ile gelirlerse gelsinler, yaptığı büyük işlerin yanında, kendi sözlerinde onlara önceden verilmiş cevaplar vardır.
On yaşındaki Amerikan çocuğu Curtis Lafrance'a 27 Ekim 1923 tarihinde yazmış olduğu mektup
Mr. Curtis Lafrance'a
Mektubunuzu aldım. Türk vatanı hakkındaki alaka ve temenniyatınıza teşekkür ederim. Arzunuz veçhile bir adet fotoğrafımı leffen gönderiyorum. Amerikanın zeki ve çalışkan çocuklarına yegane tavsiyem: Türkler hakkında her işittiklerine hakikat nazariyle bakmayıp kanaatlerini mutlaka ilmi ve esaslı tahkikata istinat ettirmeye bilhassa atf-ı ehemmiyet eylemelidir. Hayatta nail-i muvaffakiyet ve saadet olmanızı temenni ederim.
Bir arkadaşına yazdığı aşağıdaki mektup 1918 yılında Minber gazetesinin 18. sayısında "Nühüfte Bir Sima" başlığı altında çıkan bir makale içinde yayımlanmıştır.
"Sofya dan istanbul'a gidip "..." gören ve benim arkadaşımdan bir zata "..." nın odası kapısında bir münasebetle adımın geçmesi üzerine "..." aynen:
-Onun yüzünü şeytan görsün.
Diyor. istanbul'a gidip bu gibi insanların yüzlerini görmek bana eza verecektir.
Bundan başka birtakım insanlar vardır ki benimle gayet samimi arkadaş gibi göründükleri halde, bilmem geçmişin bazı suni tefehhümlerinden mi, yoksa bazı meslek ve meşrep anlaşmazlıklarından mı nedir, hakkımdaki fikirleri daima menfidir. Mesela ""..." ın beni biraz methetmesi üzerine, bu methedişin ne suretle aleyhime tefsir edildiğini sen pekala bilirsin. Ve ben zannediyorum ki bazı kimseler bugün ve gelecekte herhangi anlaşmazlık zemini kalmamak ve bu suretle vatan ve millete hizmet (!) eğlenmiş olmak itikadiyle, benim her ne suretle olursa olsun vücudumu ortadan kaldırmayı dahi caiz görüyorlar. Bu suretle düşünmekte olduğumuz kadar haksız olduklarını izahat lüzum görmem. Çünkü siz benim fikir ve hislerimi değil kalp ve vicdanımı bilirsiniz.
Pekala bilirsiniz ki benim bütün hayatımda bu ana kadar takip ettiğim gaye hiçbir vakit şahsi olmamıştır. Her ne düşünmüş ve her ne etmiş isem daima memleketin, milletin ve ordunun nam ve menfaatine olmuştur. Hiçbir zaman şahsımın teferrüt ve temeyyüzünü nazarı dikkate almamışımdır.
Eğer o yaratılışta olsaydım, maalesef sergüzeştçiliğe pek müsait olan muhit ve vaziyetlerde fırsatlar eksik değildi. Bugün dahi mesleğim, geçmişte olduğunun aynıdır. Gayesi vatan ve milletin kurtarılması ve ordunun ıslahı noktasında toplanan ve gayesi nezih ve her türlü şahsi hislerden uzak olarak takip edenlerle beraber çalışmak bence pek şerefli bir çalışmak olur.
Bu şartın mevcut olmayışı halinde memlekete zararlı olmaktan Allah beni korusun. Katiyen şahsi gücenikliklerimi bir takım menfi teşebbüslerle tatmine kalkmak adiliğine tenezzül etmem. En çok yapacağım şey, istifa edip tevekkül içinde maişetimi temin yollarına başvurmaktan ibaret olur.
Hangi tarafın galip geleceğine dair olan fikri kanaatimi söylemek istemem. Nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur. Almanlar büyük ve hayrete şayan bir saldırışla bir çok Fransız kalelerini çiğneyerek sağ cenahı ile Paris'i geçip Fransız ordusunu arkası isviçre'ye olmak üzere sıkıştırdı. Bu Almanların biricik maksadı olduğunda ve ona da muvaffakiyet elverdiğinde herkes aynı fikirdeydi. Ve bütün kainat artık son ve kati meydan muharebesine ve onun neticesine intizar ediyordu. Halbuki bu neticeye karşılık, Alman ordularının Fransız ordusu karşısında yüzlerce kilometre geri çekildiği görüldü.
Şarkta, Ruslarla Almanlar ve Avusturyalılar arasında cereyan eden vakalarda Şarki Prusya'da Ruslar bozuldu, fakat güneyde Rusların pek üstün kuvvetleri karşısında Avusturya ordusu çekiliyor. Batıda Fransız ordusu taarruza hazır. Binaenaleyh Alman ordusu serbest değil. Şarkta Rus ordusu üstün ve Avusturya ordusu çekilmeye mecbur.
Vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz: Almanlar Fransızlar ordusunu kati meydan muharebesiyle henüz mağlup edemeyeceklerini ve Avusturya ordusunun üstün Ruslar karşısında dana ziyade mukavemet edemeyeceğini görerek Garp'te bütün ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra Fransız ordusu karşısında bir müdafaa ordusu terk ederek geri kalan ordularıyla doğuya dönüp Avusturya ordusuyla birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar.
Pek güzel! Fakat bu defa Rus ordusu geriye, doğuya çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu mukavemet için yardım istemeye mecbur olursa bu defa yine doğuda Ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mı dönülecek? Ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur.
Aziz kardeşim, hürriyet ilanı günlerinde bilmem nerede nutuk söylemeye kalkıp da iki şaklak üzerine hitabet kürsüsünden inen ve "niye indin?" sualine karşı:"Ne "..." şaklak ettiler ya! Demek iş bitti!" diyen ağanın hali olmaz mı?
işte bugünkü halimizi bir mizah diliyle ifade etmek istersek acaba aynı cümleyi tekrar edemez miyiz?"
Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım:
- Emrederseniz derhal keselim Paşam!
Bir an yüzüme baktı, sonra:
- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!
Atatürk, 1936'da bir lise öğrencisine şunları yazdırmıştır:
"Garb senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün garb, nihayet teknikte bir tefevvuk gösteriyorsa ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir."
bu güzelim topraklarda yaşamamızın,demokratik ve eşitlikçi,modern,ilerici bir toplum olmamıza neden olan aşmış,harika,mükemmel kelimelerin yetmeyeceği kadar övgiye layık insan.
Düşman 18 Mart 1915' te donanma saldırısında başarısızlığa uğraması üzerine karadan zorlama yapmak üzerine boğaz dışındaki adalara yığınak yapmaya koyuldu. Bu haber alındıktan sonra 22 Mart 1915' te Çanakkale bölgesinde beşinci ordu kuruldu. Bütün kuvvetler ordu emrindeydi. Ordu onbeşinci kolorduyu Maydos çevresinde bırakarak 19. tümeni 19 Nisan' da yedek alarak Biga' ya geldi.
25 Nisan 1915' te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu' na cıkan kuvvet gözetleme taburunu püskürterek, sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi burada arkasından koşup gelen 27. Türk alayı ile karşılaştı. Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen tepesine vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, Alata gidilmediği için yanındakilerle yaya olarak Conkbayırına geldi. Orada cephaneleri bittiği için ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı: - Niçin kaçıyorsunuz? dedi.
- Efendim düşman...
- Nerede düşman?
- işte... diye 261 rakımlı tepeyi gösterdi.
Gerçekten de düşman birinci avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu. Askerleri dinlenmeleri için bırakmış ve düşman da bu tepeye gelmişti. Düşman ona kendi askerlerinden daha yakındı. Bulunduğu yere gelseler kuvvetleri pek kötü duruma düşeceklerdi. O zaman bir mantıkla mı yoksa içgüdüsel olarak mı bilinmez kaçan erlere:
- Düşmandan kaçılmaz, dedi.
- Cephanemiz kalmadı, dediler.
- Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedi.
Ve bağırarak:
- Süngü tak! dedi.
Yere yatırdı. Aynı zamanda Conkbayırı' na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel bataryasının erlerini marş marşla bulunduğu yere gelmeleri için emir subayını yolladı. Erler yere yatınca, düşmanda yere yatmıştı. işte savaşın kazanıldığı an bu andı...
YENi TÜRK ALFABESiNiN KABULÜ Atatürk 1928 yılı Haziran' ında, yeni Türk Alfabesi' nin tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasını istedi. Çalışmaların sonucu olan alfabeyi Ata'ya Falih Rıfkı Atay getirdi. Atatürk bunları uzun uzun inceledi ve sordu:
- Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?
Falih Rıfkı:
- Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli iki öneri var dedi.
Öneri sahiplerine göre ilk zamanlar iki yazı bir arada öğrenilecekti. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler ve yüksek okullar içinde bazı yöntemler düşünülmüştü. Atatürk Falih Rıfkı'ya baktı: -
Bu, ya üç ayda olur ya da hiç olmaz, dedi.
Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rıfkı dahi şaşırmış ve bakakalmıştı. Atatürk devam etti ve:
- Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. işte bu yüzden olmaz, dedi.
10 Ağustos 1915. Conkbayırı' nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için ingilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım:
- Mutlaka düşmanı yeneceğinize inanıyorum ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın şeklinde olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı'ndan ses çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstüne kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 4.30 da kıyametler kopmuştu. ingilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. "Allah Allah" sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yıkıyordu.
Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde bulunan saat param parça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpmıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumla kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.
Aynı günün gecesi, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa'ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendisi de alıp cep saatini bana hediye etti. Bu hücumlarda ingilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale'nin geçilemeyeceğini iyice anlamış oldular.
Atatürk' ün istanbul'daki mutluluklarından biri Florya'yı keşfetmesi oldu. Birkaç gidip gelmeden sonra buradaki plajı canlandırmaya karar verdi. Deniz köşkü, alaturka deniz hamamı gibi birşeydi. Atatürk denize o kadar ihtiraslı bağlanmıştı ki yıllarca yaz aylarını adeta su içinde geçirdi. Yüzme ve kürek idmanları yapar ve burada da halktan ayrılmazdı. ilk projeye göre Atatürk Köşkü kumsalın sonundaki bir tepecik üstüne yapılacaktı, aşağıda da bir banyo yeri hazırlanacaktı. Kalabalıktan uzaklaşmayı istemedi. Yine ilk projeye göre demir yolu geriye alınacaktı:
Canım, dedi. Ankara' da dağ başında yaşıyorum, istanbul' da Saraya hapsoluyorum; bırakın burada gelenleri gidenleri, hiç olmazsa tren gürültüsü duyayım.
Son zamanlarda Şile' yi görmüş, pek sevmişti yaşasaydı orasını da canlandıracaktı.
Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul Yatı vardı. Marmara için yapılmış bu yatla bir defa Karadeniz' e çıkmıştı. Sert bir havada yat az daha batıyordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzere istanbul' dan uzaklaşınca Denizyolları'nın bir yolcu gemisini seferden alıkoymak gerekiyordu. işte Atatürk' e yeni bir yat alınması bu gereksinimden doğmuştu.
Amerikalı bir milyoner kadının yaptırmış olduğu Savarona, ileri sürülen bir düşünceye göre Amerika' ya sokulmadığı için, ucuza almıştı. Planlarını görmüş ve yatı çok beğenmişti. Ne yazık ki yat geldği zaman Atatürk'ün ölümcül bir hastalığı vardı. Pek sevdiği bu yatta çok zamanı yatakta geçirdi. Bir gün şöyle dedi:
-Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim? Atatürk' ü ölüm yatağına Savarona' daki kamarasından bir koltuğun içinde ancak götürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi.
. 1881'de 19. yüzyılın bitimine 19 yıl kala doğmuştur.
2. Sağlığında, ingiliz imparatorluğu Hükümeti Atatürk' ün doğum gününü tebrik için Türk Hükümeti 'nden sormuş, ATATÜRK 19 Mayıs 1881 diye yanıtlamış ve kayıtlara böyle geçmiştir.
3. 1900'de 19 yaşında Harbiye' ye girmiştir.
4. 19 Aralık 1904' de bağımsız düşüncelerinden ötürü yıldız sarayına çağrıldı.
5. Harp akademisinden aldığı sicil 317-8 dir. Bu rakamların tek tek toplamı 19 eder.
6. Çanakkale Savaşının zaferle sonuçlanmasında 19' uncu fırka'yı (tümen) kurmuş ve ona komuta etmiştir.
7. 19 mayıs 1915' de albay oldu.
8. Mahiyetindeki komutanlara: "Ben size, taarruz edin demiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar yerimize başka kuvvetler gelebilir" demiş elindeki çok az kuvvetle 19 Mayıs 1915' e kadar oyalama muharebesi ile düşmanı tutmuştur. Düşmanın yine Çanakkale' deki başarısızlıkları sonucunda 10 Aralık 1915'te Gelibolu Yarımadası boşaltılmıştır.
9. Zor bir duruma düşen 7. Ordu'ya komutan tayin edilen M. Kemal, bir düşman saldırısını seziyor ve hazırlanıyor. Nitekim 19 Eylül sabahı düşman harekete geçiyor, hem de kat kat üstün kuvvetlerle. Sağındaki ve solundaki kuvvetler epeyce kayıp verdikleri halde M. Kemal zamanında aldığı tedbirlerle kayıp vermekten kurtuluyor.
10. 19 Mayıs' ta Samsun' a çıkacak olan Atatürk' ün bindiği vapurda 19 yolcu vardı. 19 Mayıs 1963 tarihli Cumhuriyet gazetesinde Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya'nın 19 Mayıs ve ötesi adlı makalesinden.
11. 19 Mayıs 1919' da Samsun'a çıkıyor. Bu tarihte 3 tane 19 rakamı vardır ki Atatürk' ün ömrü de zaten 3x19 dur. 19 Mayıs 1919' da 2x19=38 yaşındaydı.
12. 19 yıl Türk Milleti'nin hakimiyetine bilfiil hakim olmuş, Türk Milletine Baş Komutan ve Devlet başkanı olarak hizmet etmiştir. (1919-1938)
13. Milli Mücadele' ye fiili olarak başlaması için komutanlara yaptığı konuşma ve Meclis'te Milli davanın gerçekleşmesi yolunda güdülecek siyasetin karara bağlanma tarihi de 19 Kasım 1919 'dur.
14. Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazandıktan sonra, başarısına karşılık TBMM kendisine olan minnet ve şükranını belirtmek için 19 Eylül 1921' de kabul ettiği özel bir kanunla Mareşallik ve Gazilik unvanı vermiştir.
15. Millete yayınladığı bir beyanname ile Osmanlı Devleti'nin hayat ve egemenliğinin sona erdiğini belirterek Türk Milleti'ni hayat ve bağımsızlığa kavuşturmak için, Ankara ' da olağanüstü bir Meclis toplantısı ve Türk Milleti'nin iradesini bu Meclise devretmeyi 19 Mart 1920 'de kararlaştırmıştır.
16. Hitabet sanatının bir şaheseri olan Büyük Nutuk' un sonundaki Türk Gençliği'ne Hitabesi de başlangıç cümlesiyle beraber 19 cümledir.
17. Büyük devlet adamı ve eşsiz kahramanın adı ve soyadı "MUSTAFA KEMAL ATATÜRK" 19 harftir.
Kasım 1938' deki TBMM'nin açılışına hastalığı yüzünden katılamadı. Atatürk' e on beş gün kadar son rahat günlerini yaşama olanağını veren hastalık, tekrar normal seyrinden çıkarak yeni bir krizle şiddetlendi. Ardından korkulan son bütün acıyla geldi.
Büyük Komutan, Devlet Adamı, Devrimci ve Büyük insan, 10 Kasım 1938 Perşembe günü saat 09.05'te ölümlü yaşama veda etti.
Bu kara haber Türk Milletini büyük bir yasa boğdu. 16 Kasım 1938' de tabutu, Türk Bayrağıyla örtülü bir katafalk üzerinde Dolmabahçe Sarayı'nın büyük tören salonuna konuldu ve halkın ziyaretine açıldı. Bütün istanbul halkı büyük kurtarıcısına son görevi yapmak için Saraya koştu.
19 Kasım 1938 Cumartesi günü sabahı, Dolmabahçe Sarayı Tören Salonunda cenaze namazı kılındı. Cenaze alayı istanbul halkının gözyaşları arasından geçerek Gülhane Parkı'na geldi. Tabut bir torpidoya alınarak, Yavuz Zırhlısı'na nakledildi. izmit'te özel bir trene konulan cenaze, yol boyunca Ata'larına son saygısını gösteren halkın yüreklerinde derin sızılar bırakarak 20 Kasım 1938 Pazar günü Ankara'ya götürüldü.
Atatürk' ün tabutu Büyük Millet Meclisi önünde hazırlanan katafalka yerleştirildi. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, bütün Ankara halkı katafalkın önünden saygıyla eğilerek geçti. 21 Kasım 1938 Pazartesi günü hafif yağan bir yağmur altında tören başladı. On iki milletvekili cenazeyi top arabasına yerleştirdi. On iki general top arabasının iki yanında nöbete durdu. Başta yabancı Devletlerin yolladıkları askeri birlikler olmak üzere, törene katılan birlikler Türk Milleti'nin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu büyük Atatürk' ü selamlayarak geçtiler. Cenazeyi taşıyan top arabasının arkasında en büyüğünden, en küçüğüne kadar bütün Türk Milleti vardı. Atatürk' e geçici kabir olarak ayrılan Etnografya Müzesi' ne götürülen tabut, hazırlanan mermer lahdine yerleştirildi.
Atatürk' ün naaşı Anıtkabir yapılıncaya dek on beş sene bu geçici kabirde kaldı. 10 Kasım 1953'te büyük bir merasimle ebedi istirahat yeri olan Anıtkabir' e nakledildi.
O, Türk' ün tarihinde ve gönlünde ebediyen yaşayacaktır!!!