“Bir gün Muaz bin Cebel ağlayarak Hz. Peygamber’in huzuruna vardı ve selam verdi, Peygamber (s.a.a) selamına cevap vererek; “Neden ağlıyorsun?” diye sordu.
Şöyle dedi: “Ya Resulullah, kapıda güzel yüzlü, temiz bir genç var, evladını kaybetmiş kadın gibi gençliğine ağlıyor ve senin huzuruna gelmek istiyor.”
Peygamber (s.a.a) o genci getirmelerini emretti. Muaz gidip genci getirdi. O genç gelip Peygamber'e selam verdi, Peygamber de cevabını vererek şöyle buyurdu: “Ey genç, neden ağlıyorsun?”
Genç şöyle dedi: “Nasıl ağlamayayım, o kadar günahım var ki eğer Allah beni bir tanesinden hesaba çekecek olursa cehenneme düşerim, Allah'ın beni hesaba çekeceğine ve affetmeyeceğine inanıyorum.”
Hz. Peygamber; “Şirk mi işledin?” diye sordu. Genç; “Allah'a şirk koşmaktan Allah'a sığınırım.”dedi.
Peygamber; “Birini haksız yere mi öldürdün?”diye sordu.
Adam; “Hayır” dedi.
Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Günahların dağ kadar da olsa Allah günahlarını bağışlar.”
Adam; “Günahlarım dağlardan daha büyüktür” dedi.
Peygamber (s.a.a); “Allah, yedi kat yer, denizler, ağaçlar ve yaratıkları sayısınca da olsa günahlarını affeder.” buyurdu.
Adam; “Bunlardan daha büyüktür” dedi.
Peygamber (s.a.a); “Günahların gökler, yıldızlar arş ve kürsü kadar olsa dahi Allah affeder.” buyurdu.
O genç adam secdeye
kapanarak; “Rabbim münezzehtir, her şeyden büyüktür.” dedi.
Peygamber (s.a.a); “Büyük günahları büyük rabbinden başka kimse bağışlayabilir mi?” buyurdu.
Genç; “Hayır ya Resulullah” diyerek sustu.
Peygamber (s.a.a); “Ey genç! Günahlarından birini söylemeyecek misin?” buyurdu.
Genç adam şöyle dedi: “Yedi yıldır mezarları kazıp ölülerin kefenini çalıyordum, ensardan bir kız öldü ve onu gömdüler, gece olunca kabri deşip ölüyü çıkardım ve kefenini alarak çıplak bir halde öylece bıraktım, sonunda da şeytana uyup ona tecavüz ettim, geri dönerken o ölü bana şöyle seslendi: “Ey genç! Beni kabrimden çıkardın, kefenimi çaldın ve bana tecavüz ettin, cehennem ateşinden dolayı eyvahlar olsun sana.”
Daha sonra genç şöyle devam etti, bu amelimden dolayı cennetin kokusunu bile alacağımı sanmıyorum.”
Peygamber (s.a.a) gencin bu sözünü duyunca şöyle buyurdu; “Kalk yanımdan ey fasık, senin ateşinden yanmaktan korkuyorum, cehenneme ne kadar yakınsın.”
O genç kalkıp gitti. Pazara inip biraz azık aldıktan sonra Medine dağlarından birine çıktı, ibadetle meşgul oldu, ellerini boynuna zincirleyip şöyle feryat etti:
“Ey Allah'ım! Ben senin kulunum, karşında durmuş ellerimi boynuma zincirlemişim, Allah'ım! Sen beni tanıyorsun, günahlarımı biliyorsun, pişman oldum, Peygamberinin yanına gittim, tövbe ettim, ama beni uzaklaştırdı, korkumu artırdı, o halde büyük isimlerin celali ve azametin hakkı için beni ümitsiz kılma, ey Allah’ım duamı boşuna çıkarma ve beni rahmetinden ümitsiz kılma.”
Tam kırk gün kırk gece bu duayı etti, ağladı, ağladı; bütün hayvanlar da adeta onu ağladılar. Kırk günden sonra ellerini semaya kaldırıp şöyle dua etti:
“Allah'ım! Eğer günahımı bağışladıysan, Peygamberine vahyet ki ben de bileyim, ama bağışlamadıysan beni cezalandır, beni yakacak bir ateş gönder, beni dünyada bir belaya duçar kıl, beni kıyamet gününün rezaletinden kurtar.”
Allah Teala onun tövbesini kabul ederek şu ayeti nazil buyurdu: “Yine onlar ki bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler. işte onların mükafatı Rableri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükafatı ne güzeldir.”