şimdi... merhaba ben pembe tolga nickini inceleyecek olursak;
20 harften oluşuyor. 3 tane de boşluk bırakmış arada. toplam 23 haneyi kaplamış.
burada önemli olan bildiğimiz gibi pembe. *
pembe de bilindiği gibi ana renk değildir. morun türevlerindendir.
mor rengi de
mavi + kırmızı renklerinden oluşuyor.
kırmızı + mavi = mor
ve pembenin oluşumunda yer alan renklerin toplam harflerin yazalım.
kırmızı = 7
mavi = 4
sesli sessiz durumuna bakalım.
toplamda 5 sesli 6 sessiz harf var.
bunları çarpalım
6 (.) 5 = 30
toplayalım
6 + 5 = 11
çarpım ve toplamdan bulduğumuz sonuçları mutlak değer içerisinde çıkaralım. *
11-30*= 19.
ve işte... merhaba ben pembe tolga nickinin arasında bulunan boşluk sayısını yine mutlak değer içerisinde bulduğumuz 19 sayısından çıkaralım.
19-3*=16.
gördüğünüz gibi 16 sayısı çıktı.
yani merhaba ben pembe tolgabursalı...*
(bkz: pembe tolga nın bursa lı olma ihtimali)
şu dakikalarda, daha önce açtığı o nacizane başlıklarını hortlatan yazar, canı eksi çekse gerek bu saatte. hayal dünyası giderek daralıyor heralda yeni anılarından bizi mahrum bırakıyorsun, bırakma.
biz eşcinsellerin ismini karalamaktan başka bir şey yapmayan, hayal aleminde yaşayan şahıstır. büyük ihtimal kendileri hayatta sapına kadar erkek takılan, buraya gelince fantezi kusan bir homofobiktir.
troll mroll olmayan yazar. ben bu ibneyi ilk geldiği andan itibaren takip ediyorum hacı. valla ne kimsenin dinine, ırkına, haysiyetine yazdığını gördüm ne de kimseyi tahrik ettiğini. troller provokatör değil midir? bu adam okuturken kimseyi kızdırmıyor.
en azından ben sinirlenmiyorum. ayrıca ben de dahil yazarım diye geçinen çoğu yazara yazarlık öğretir.
ibne olmasa ve bu kalitede yazıyor olsaydı herkes alkışlardı. ben yine de alkışlıyorum amk.
yazmaya devam et dostum, sözlüğe pembe de olsa renk kattın. pembe rüyana sağlık senin.
ankara'da yaşayıp, bilkent üniversitesi'ne gittiğini düşündüğüm değerli yazar. gay may değil, uyduruyor, test ediyor. hatta sevgilisi de var, adı okşan. kendisiyle iyi bir arkadaşlığımız var, adı tolga falan da değil, münir asıl adı.
ben de bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim:
bir gün hollanda'da, redlight'a gidiyoruz. hüseyin, anıl, ismail, can, münir ve ben. mekâna girişimizi yaptırmadan önce, altlı üstlü yaşadığımız rezidansın balkonundaydı münir. ocaktı, fesleğenler kurumuştu, oysa biz baharı bekliyorduk götümüz dona dona. münir, balkonda biraz hava aldıktan sonra, içeri girdi... dedi, ''hadi, çıkıyoruz.'' çıktık yola, bir çok olga var etrafımızda, dere tepe olga dolu. ama biz olgaları değil; clementineleri, emmaları, deanleri arıyorduk...
nihayetinde varmıştık redlight önüne. amsterdam'da görüp görülebilecek en iç gıcıklayan yerlerdendi redlight. bir anda mansur ark - doyamıyorum melodisiyle şenlendirdiğim telefonum çaldı, arayan yunustu. martı kaşlı, aslen azeri, arap hayranı, pis yunus. sigara içmiş seksi erkek sesiyle ''ölüyorum'' dedi yunus. lanet olsun, yeniden migreni tutmuştu, baş ağrısından duramıyordu. apar topar yunus'un leeuwarden'da ki kutu evine gitme kararı almıştık. fakirdi yunus, dedim ya; leeuwarden'da kutu gibi bir evde yaşamını sürdürüyordu. hüseyin, ismail, can ve anıl'ı redlight'ın önünde bırakıp, münirle birlikte hızla yol aldık leeuwarden'a doğru. münir önümden koşuyor, ben de arkasından koşuyorum. hava kararıyor, güneş bir halil sezai yalnızlığında bulutun arasına kayıyordu. 5 metre yüksekliğindeki basamakları telaşla çıkarken, insanlar bize şaşkın gözlerle bakıyor ve yüzümüzdeki o telaşı görüyorlardı belki de. sonra münir bir anda kayboldu. adım attığı son basamak kırılmış, münir de zavallım haliyle cumbarlak tepe taklak olmuştu. çıktım yukarı, baktım, münir aşağıda öyle yatmış; ''mic, kaburgalarım kırıldı herhalde!'' diyor fetişist bir erkeğin ses tonuyla. evet, o son basamak kırılmıştı ve tahtası da münir'in sol cevizine saplanmıştı. aşağıya inip, tahtayı olduğu yerden söküp arka cebimde bulundurduğum 50.000 doları kucağına bıraktım. münir sadece 10.000 lira ile geziyordu, malûm leeuwarden'da hastane masraflarını karşılayacak kadar parası yoktu. parayı kucağına bırakmamın ardından yunus'a da bir 50.000 çıkarıp verdim, gidip gerekli ilaçlarını alması için.
yine ayrı bir heyecan ve üstüne eklenen sinir bozukluğuyla yola koyuldum, redlight'ın en pürüzsüz müşterileri evine gitmek üzereydi. yetişmiştim... ismail, anıl, hüseyin, can ve ben, münir'in yokluğunu da arayarak girişimizi yaptırmıştık nezih mi nezih mekâna. dolu dolu yaşadığımız 5 saatin sonunda acı bir telefon haberiyle yıkılmıştım; doktor aramıştı, münir'in düştüğü anda kafasını da yere vurduğunu, kalıcı bir hafıza kaybı yaşayacağını söylemişti. doktora hemen ''münir'i ver bana!'' dedim bir rock solisti edasıyla, ''ver onu bana!'' gözyaşlarım halsiz yanaklarımdan süzülürken, münir'e destek olmaya çalışıyordum ama geçti, okuduğunuz üzere beyni artık aramızdan ayrılmıştı, bizimle değildi. tutamadım kendimi, gelen geçene küfürler savurdum. tam telefonu da yere atıp parçalayacakken, münir'in sesini duydum. şunu diyordu;
angut gibi her sosyal deneye atlayan kendine sözlük yazarı diyen, ya da sözlüğün reklam gelirleriyle yolunu bulan sözlük sahiplerince kendilerine yazar denmiş bir sürü angut oldukça böyle vakalar yaşanacaktır. tipik bir ahmet yıldız ölmedi vakası daha. yakında ayşe arman'ın köşesinden okuruz "tepkileri ölçtüm, tez hazırlıyordum" zart zurt diye. o yüzden fazla gaza yüklenmeyin. sonra salak durumuna düşüyorsunuz ben üzülüyorum.